Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Irak’ta yapılan her şey “7 kız kardeş” için (2)

–Dünden devam–

Haritalar yeniden çizilebilecek mi?

Uzun yıllar Ortadoğu ülkeleri yayılmacı Batılı ülkelerin tekelleri tarafından kârlı ve emniyetli bir yatırım alanı olarak görülmemiştir. Bu güçler buralara neredeyse yalnızca bir “petrol kaynağı” ve “silâh pazarı” olarak bakmıştır. 1974 yılında ortaya çıkan ve o günlerde “petrol krizi” olarak görülen kriz yılları, bu bölgenin bir bütün olarak Batılı yatırımlara elverişli hale getirilmesi gereğini ortaya çıkardı. Bununla birlikte bölge ülkeleri üzerinde Rusya’nın başını çektiği Komünist Doğu Bloğun etkisi vardı. Bu yıllarda Arap ülkelerine has despotik diktatörlükler iş başındaydı. Batılıların arzu ettikleri yatırım iklimi Ortadoğu’da yoktu.

Batılı sermaye, herhangi bir bölgede önemli yatırımlara girişmek için kendi kontrolleri altında tutabilecekleri siyasal yapılanmalar ve buna bağlı olarak da bir siyasal istikrar arar. Batının aradığı bu ortam iki kutuplu dünya şartlarında yoktu. Üstelik de Mısır, Suriye ya da Irak gibi Arap ülkelerinde olduğu gibi, Batılı devletlerin isteklerinin aksine bölge ülkelerinin en önemli gelir kaynağı olan petrolün devletleştirilmesi gündeme geldi. Arap ülkelerinde yaşanan ve ardı ardına gerçekleşen devletleştirme operasyonları Batılı ülkeleri rahatsız etti. Ancak yapacak pek fazla bir şeyleri de yoktu. Batılı ülkelerin temel felsefesi kapitalizmin birinci ilkesi olan “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” şeklinde özetlenebilen serbest pazar ekonomisiydi. Enerji pazarı da bu çerçevede şekilleniyordu...

Ortadoğu ülkelerinde uzun yıllar boyunca egemen olan rejimler (Baas Diktatörlükleri) ki bu süreç bir ölçüde halen devam etmektedir. (Suriye-Mısır-Libya) Bu rejimler içe dönük bir devletçilik ve genelde petrol gelirleri üzerinde yükselen bir hanedan egemenliği sistemiyle varlıklarını sürdürdüler.

Rejimlerinin yapısından kaynaklanan yapılanma şartları sebebiyle bu ülkeler giderek bir gerileme sürecine girdiler. Bu ülkelerde yaşanan ekonomik düşüş ve durgunluk ileri boyutlardadır. Ortadoğu’nun en zengini kabul edilen Suudi Arabistan’da kişi başına düşen millî gelirin 1980’den bu yana yüzde 60 azalma gösterdiği ifade ediliyor. 5 binden fazla prensin söz sahibi olduğu koskoca bir ülke adeta bir aile şirketi gibi idare ediliyor. Aynı şekilde Ortadoğu ülkelerinde işsizliğin de muazzam boyutlara ulaştığı dile getiriliyor. Bölge halkları giderek daha da yoksullaşmaktadır.

Petrolden elde edilen dolarlar bu ülkelerde kalkınmaya değil hanedanların yurtdışındaki özel hesaplarını şişirmeye yaramaktadır. İktidarlar, halkı pasifize edebilmek amacıyla baskıyı arttırmaktadır. Baskıların sonucu olarak da özgürlüklerin olmadığı yerde ekmeğin de bir anlamı kalmıyor.

Irak’ta Saddam yönetimi altında geçen 25 yıl içinde Irak halkı her geçen gün yoksullaşmış, kişi başına millî gelir 10 bin dolardan bin doların altına düşmüştür. Ama bu durum tesadüf değil Batılı güçlerin planlı bir oyunudur. Irak Saddam döneminde ilk önce 8 yıl komşusu İran ile savaştı. Ardından 1990’da Kuveyt’e saldırdı. Ardından 1. Körfez Savaşı yaşandı. Ve bu savaştan sonra tüm gücünü kaybetti. 2. Körfez Savaşında ise Amerika’ya teslim olmak zorunda kaldı. Irak halkı ekmeğiyle birlikte özgürlüğünü de kaybetti. Bugün ise ne “ekmek” var, ne de “özgürlük” var. Saddam ve yardımcıları da konuşmamaları için işgalciler tarafından apar topar asıldılar. Bir dönem kapanırken geriye sadece kan ve göz yaşı kaldı.

Irak, ABD’nin kaçıncı eyaleti?

Ortadoğu’nun göbeğinde İsrail devletinin Filistin topraklarında kurulup güçlenmesinde en büyük destekçi olan ABD ve İngiltere, bölgenin tamamında kendilerine bağlı devletler oluşturma hesabı içindedir. Birinci Körfez Savaşını bahane ederek Körfez bölgesine askerî güçlerini yığan ABD, aradan geçen yıllar içinde oralardan çekilmedi. İkinci Irak savaşı ile birlikte bölgeye tamamen yerleşti. Irak yönetimi Amerikalı generalden alınıp, Amerikancı bir Irak hükümetine devredildi. Koalisyon güçleri Irak topraklarını diğer “şer ülkeleri”ne saldırıda bir üs olarak kullanma hesabı içindedir. Sıradaki ülkeler Suriye, İran, Suudi Arabistan... Bu ülkelerde ilk hedef siyasal rejim değişikliklerinin gerçekleştirilmesi. Eğer bu ülkeler kendi rızalarıyla bunu yapmazsa silah zoruyla bunun gerçekleştirilmesi. Bu ülkelerde yeniden yapılanma çalışmalarının başlatılması, Amerikan şahinlerinin (neo-conlar) öncelikli hedefleri arasındadır. Ancak seçimlerde halk desteğini kaybeden Amerikan neo-conlarının böyle bir girişimde bulunması artık iyice güçleşmiş durumda. Bush, 11 Eylül’den sonra “şer ekseni ülkeleri” olarak tanımladığı devletlere karşı açıkça savaş ilan etmişti. Bağdat’ı teslim alan ABD ve İngiltere ikilisi şimdi gözünü Tahran’a dikmiş durumda. Her zaman olduğu gibi burada da İran’ın zengin petrol kaynaklarını ele geçirmek öncelikli hedef. Bu arada geçen haftalarda başlayan Sudan hareketini de unutmamak gerekiyor. Sudan’ın Amerikan uçakları tarafından bombalanması ve Sudan içinden bazı işbirlikçilerinin de bulunması akıllara “Bush şer eksenini genişletiyor mu?” sorusunu getiriyor.

ABD, Ortadoğu’da bu kez “demokratik domino” tezini gündeme getiriyor. Bir taşla birkaç kuş vurmaya niyetlenen Batılı güçler, Irak’ın yenilgisini örnek gösterip diğer ülkeleri de direnişsiz bir teslimiyete zorlama planı içinde. Lübnan’da bunun ilk testini başarı ile gerçekleştirdiler. Öte yandan Kuzey Irak’ta müstakil bir Kürt devleti için çalışmalar sürüyor. Bölge petrolleri karşılığında yerel liderlere koltuklar veriliyor. Batılı güçler tarihleri boyunca böl ve yönet taktiğini izledi. Osmanlıyı da böylece tarih sahnesinden silmediler mi? Ortadoğu’nun parçalanmış yapısı, Kürt sorunu ya da Filistin sorununun bir türlü çözüme kavuşmaması, Batılıların Ortadoğu’daki halkları birbirine karşı kışkırtma ve dövüştürme planlarının uzantısıdır. Petrol karşılığında en azından özerk bir Kürt Devleti’ne yeşil ışık yakan ABD, Filistin’de seçimle iktidara gelen hükümeti yok sayıp, uluslar arası yardımları kesiyor. Filistin-İsrail sorununun Amerikan istekleri doğrultusunda çözülmesi mümkün olur mu?

Çizilen “yol haritası” bir işe yarar mı? Yaramaz. Çünkü taraflar samîmî değil. Demokrasi getiriyoruz diye geldikleri coğrafyaya kan ve gözyaşı getirdiler... Ne için? Tabiî ki “kara altın” petrol için... Ortadoğu masasından oyun devam ediyor. “Demokratik domino” tezini uygulamaya koyan ABD, hamisi olduğu İsrail ile düşman ilân ettiği Suriye’yi barıştırmak için bastırıyor. Son gelen haberler bu iki ülkenin Türkiye’nin de arabuluculuğuyla barış yapmak için anlaştıkları yönünde.

Türkiye ve Ortadoğu şark kurnazlığı?

Ortadoğu’da Türkiye’nin yerinin ne olacağı dünya siyasetine yön verenlerin her zaman gündeminde olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Büyük sermaye çevreleri ve Türk halkının önemli bir kesimi için AB ilişkileri önemlidir. Avrupa ülkeleriyle varolan siyasî, ticarî ve ekonomik ilişkiler güçlendirilmelidir. ABD ile ilişkiler de Türkiye siyasetine yön veren çevreler için gözardı edilmesi mümkün olmayan “stratejik” bir boyuta sahiptir.

ABD, zaten her türlü denklemin içinde kaçınılmaz şekilde yer alan bir süper güçtür. Türkiye coğrafî olarak Rusya, Ortadoğu, Kafkasya ve Balkanlar gibi, her an kaynamaya hazır bir bölgede yer almaktadır. Dünya siyasetine yön veren güçler arasındaki yeni çekişme alanlarının tam merkezindedir.

AKP hükümetinin kurulmasını takiben bir iyimserlik havası pompalandı. Bu hesaplara göre ABD desteğiyle AB yolunda ilerlemek mümkün olacaktı. Hatta Başbakan Erdoğan o dönemde milletvekili bile değilken Bush tarafından Beyaz Saray’da ağırlandı. Erdoğan’ın ricası üzerine Avrupa liderlerine Bush “Türkiye’yi aranıza alın” telefonu açtı. Bu dönemde AKP hükümetinin, Türkiye’nin geleneksel iktidar odağı asker-sivil bürokrasi tarafından hazmedilememesi her an bir siyasal kriz potansiyeli taşıyordu. Bunu bilen AKP yönetimi büyük sermaye, AB ve ABD ile iyi ilişkiler kurulmasıyla hedeflediği yolda ilerleyebileceğini hesapladı. ABD bu dönemde Arap ülkeleri nezdinde kendi planlarına daha meşrû bir zemin oluşturma hesabıyla, Türkiye’yi bölge ülkelerine ılımlı Müslüman bir iktidara sahip örnek ülke olarak pazarlamaya yeltendi. Büyük Ortadoğu Projesi’nde başrol Türkiye’ye verildi. İspanya Başbakanı ile Türkiye Başbakanı BM çatısı altında oluşturulan Medeniyetler İttifakı Projesi’nin eşbaşkanları ilân edildiler.

ABD savaş cephesinin, stratejik ortak ilân edilen Türkiye’den beklentileri çok büyüktü. ABD’de AKP yönetimi ile yapılan görüşmelerde alınan kararlar bu yöndeydi. Fakat TBMM 1 Mart tezkeresini reddetti. İşler daha önceden kâğıt üzerinde planlandığı şekliyle yürümedi. AKP’nin Türkiye adına verdiği sözler AKP’nin çoğunlukta olduğu bir Meclis tarafından geri çevrilmişti. Amerika bunu kalın harflerle ajandasına not etti.

––Devam edecek––

Mustafa GÖKMEN

31.01.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004