Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Kıyâmet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar bir mucize görseler yüz çevirir ve "Bu kuvvetli bir sihirdir" derler.

Kamer Sûresi: 1-2

25.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Allah, belâ ve musîbetlerin mü'min kulunun bedeni üzerinde hâkimiyet kurmasına izin vermez.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 24

25.02.2007


Sevgi ve korku, Allah için olmalı

Ey nefisperest nefsim, ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet, şu kâinatın bir sebeb-i vücududur, hem şu kâinatın râbıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.

İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın, havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihâl, o muhabbet ve havf, ya halka veya Halıka müteveccih olacak. Halbuki halktan havf ise, elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musîbettir. Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhâmını kabul etmez. Şu halde, havf elîm bir belâdır.

Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecâzî aşklarda yüzde doksan dokuzu mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed aynası olan bâtın-ı kalb ile, sanem-misâl dünyevî mahbublara perestiş etmek, o mahbubların nazarında sakîldir ve istiskàl eder, reddeder. Zîrâ fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehevânî sevmekler, bahsimizden hariçtir.) Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refâkat etmiyor, senin rağmına müfârakat ediyor. Mâdem öyledir, bu havf ve muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.

Evet, Halık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup ilticâ etmek demektir. Havf, bir kamçıdır; Onun rahmetinin kucağına atar. Mâlûmdur ki, bir vâlide, meselâ, bir yavruyu korkutup, sînesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü, şefkat sînesine celb ediyor. Halbuki, bütün vâlidelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek, havfullahta bir azîm lezzet vardır.

Mâdem havfullâhın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu mâlûm olur. Hem, Allah’tan havf eden, başkaların kasâvetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesâbına olduğu için mahlûkata ettiği muhabbet dahi, firâklı, elemli olmuyor.

Sözler, s. 322

Lügatçe:

alâküllihâl: Her halükârda.

havf: Korku.

sanem-misâl: Put gibi.

havfullah: Allah korkusu.

nikmet: Nimetsizlik, faydasızlık, zarar.

25.02.2007


‘Şükrün kazâsı’

Şükür, İslâmiyetin en öncelikli değerlerinden birisi olarak hepimizin inanç dünyasında önemli bir yere sahiptir. Cenâb-ı Mevlâ, bazı âyetlerde kullarına bahşettiği nimetleri dile getirmek şekliyle, bazen de doğrudan şükretmemiz gerektiğini beyan etmek sûretiyle, bu mükellefiyeti açık bir şekilde bildirmiştir. “Hâlâ şükretmezler mi? (36/35-73), “Şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız.” (3/145), “Şükrederseniz elbette daha çok veririm” (14/7), “Yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol” (39/ 66) gibi Kur’ân-ı Kerîm âyetleri şükrün ne kadar mühim bir ubudiyet tavrı olduğunu defalarca vurgulamaktadır. Yine Furkân-ı Hakîm’de sıralamada ilk yeri alan Fatiha Sûresinin ilk âyetinde zikredilen ilk kelime de, şükrün mânâsını ihtiva eden ‘hamd’ kelimesidir. Şükre ilişkin bütün Kur’ân âyetlerinin ifade ettiği kıymettar mânâlar Risâle-i Nur’daki şu vecîz hakikatlerin özünü teşkil etmiştir: “…Hâlık-ı Rahmanın ibâdından istediği en mühim iş şükürdür…netice-i hilkat-i âlemin en mühimmi şükürdür. Çünkü, kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intâc edecek bir sûrette, herbir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor. Güyâ şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi, şükürdür. Ve kâinat fabrikasının çıkardığı mahsûlâtın en âlâsı, şükürdür.”1

Kur’ân ve sünnetin öncelik vererek tekrar tekrar vurguladığı şükür ibadetini elimizden geldiğince uygulamaya çalışsak da, aynı gayret ve hassasiyeti bu ibadetin kazası hakkında gösterdiğimizi pek de söyleyemeyiz herhalde… Şükür kelimesine kulaklarımızın aşina olmasına karşılık, ‘şükrün kazası’ ifadesine yabancı ya da en azından daha uzak oluşumuz, bu gerçeğin göstergesidir kanaatindeyim. Müslümanlığın çok ince bir iş ve titiz bir mesele olduğunu, çevremizde konuşulanlardan da işittiğimiz olmuştur. Sözü, Kur’ân-ı Kerim, Sünnet-i Seniyye ve Risâle-i Nur hakikatlerini bilfiil hayata geçirenler meclisinden dışarı tutmak kaydıyla, varlığından haberdar olduğumuz bu İslâm inceliklerinin detaylıca araştırılıp hayata geçirilmesi noktasında pek de çaba göstermediğimizi söylemek maalesef mümkündür. İşte İslâma dair kıymettar inceliklerin en önemlilerinden bir tanesi de, şükrün kazasını ifâ etmektir. Zamanında şükrünü edâ edemediğimiz nimetlerin şükrünü kaza etmektir. Şükür kavramını etraflıca ele aldığımızda dahi, konunun ‘şükrün kazası’ boyutunu çoğu kez ihmal etmekteyiz… Hatta bu hayatî ayrıntıyı hatırlamadığımız bile zaman zaman vâkîdir.

Kullanıldığında genellikle Müslümanlara namaz ibadetini hatırlatan kaza kavramı, şükürle birlikte çok fazla düşünülmediği gibi çok fazla dillendirilmemiştir de. Ve haliyle şükrü edâ edilmeyen nimetlerin şükrünü kaza etmek, çoğu kere farkında olmaksızın yerine getirilmemiştir. Buna karşın hayatımıza konu olmuş ve şükrü gerektiren o kadar çok nimet vardır ki bizlere lûtfedilmiş, bunları saymakla bitirmek mümkün değildir. Cenâb-ı Hakk’a şükrü hakkıyla edâ edebilmek mümkün olmasa da, bahşedilmiş bütün nimetler için gücümüzün yettiğince şükretmek, kul olarak oldukça önemli bir sorumluluğumuzdur. Tabiî öncelikli olarak, bize verilmiş sayısız nimetlerin şükrünü edâ edip etmediğimiz hususunda nefsimizi sıkı bir muhasebeden geçirmemiz gerekmektedir. Hayatın ve lezzetlerin çoğu kez ayrıntılarda saklı olduğunu idrak etmiş müdakkik bir kul olmak için, İslâm, ubudiyet ve muâmelât esaslarını teferruâtlarıyla dikkate almak, muvaffakiyet adına son derece lüzumludur. Hâl böyleyken, şükredebilmek ve şükredemediğimiz nimetlerin şükrünü kaza edebilmek adına, ömrümüzün her an nihayet bulması ihtimalini de hesaba katarak hiç vakit kaybetmeden harekete geçmeliyiz…

‘Şükür nimeti ziyadeleştirir’ hakikatinden hareketle, bu zamana dek varlığımızdan sâdır olmuş şükür nimetinin ziyadeleşmesi için, önce bu âna dek eda ettiğimiz bütün şükürlerimiz için şükretmeliyiz meselâ. Yani şükrümüze şükrederek, şükrümüzün ziyadeleşmesini taleb etmeliyiz…

Bu âna kadar, farkında olup da şükrünü eda edemediğimiz sayısız nimetlerin şükrünü kaza etmeliyiz… Ve farkında olmayarak şükredemediğimiz, hakkında gafil kaldığımız bütün nimetler için şükretmeliyiz... Fırsat varken yitirilmişlikleri telâfi etmeliyiz…

Ve iman ve İslâma dair cüz’î küllî her hastalığımıza tiryak olduğu gibi, aşağıdaki manidar ifadeleriyle namazın kazasındaki espriyi izah ettiği gibi, bütün nimetlere müteallik bu hassas kulluk ölçüsüne nazarlarımızı celb eden Bediüzzaman Hazretleri için, Risâle-i Nur eserleri ve eşsiz iman hakikatleri için sonsuz şükretmeli, eğer ihmalimiz varsa bütün bu değerlerin şükrünü kaza etmeliyiz: “…geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvârında, ahvâlinde, ‘Nasıl bu nîmete vâsıl oldun? Ne ile müstehak oldun? Ve şükründe bulundun mu?’ diye suâle çekileceksin. Çünkü, vukua gelen haller suâle tâbîdir; ammâ imkânda kalıp vukua gelmeyen şeyler suâle tâbi değildir. Geçirmiş olduğun ahvâl, vukuâttır; gelecek ahvâlin, ademdir. Vücut mesûldür, adem ise mesûl değildir. Öyle ise, mâzide şükrünü edâ etmediğin nîmetlerin şükrünü kazâ etmek lâzımdır.”2

Netice olarak, nefsimizin ve çevremizin bir parça daha müteyakkız olması adına, şükür ibadetine verdiğimiz kıymet ve önceliği, şükrün kazasına da vermeli, dikkatleri ihmale gayet müsait olan bu kulluk haline çekmeliyiz. Yeri geldiğinde “Ne kadar şükretsek azdır!” dediğimiz gibi, “Ne kadar şükrün kazasını etsek azdır!” ifadesini de telâffuz etmek duâsıyla…

Dipnotlar:

1- Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, Yirmi Sekizinci Mektup, s. 348.

2- Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nûriye, Zeylü’l-Habbe, s. 117.

[email protected]

Yasin TOPAL

25.02.2007


Bakteriyi hafıza kartına çeviren hakikat

HABER YORUM

Japon araştırmacılar, minik bir canlı organizmanın genlerine dijital veri yükleyebilen bir yöntem geliştirdi. Japon araştırmacılara göre, mini organizmalar, harddisk ve hafıza kartlarıyla kıyaslandığında çok küçük kalsalar da genlerinde çok uzun süre önemli miktarda bilgiyi saklayabilecek. Uzmanlar, çalışmalarında “Bacillus subtilis” adlı bakterinin genlerine dijital bilgiyi kimyasal elementlere “tercüme eden” bir yöntem kullanarak şifreli kısa mesaj “yazdı.” Verilere ulaşmak için, bakterinin normal gen haritasını mesaj yüklenerek değiştirilmiş gen haritasıyla

kıyaslamak yetiyor. (aa)

Herşeyin hakikati Allah’ın bir ismine dayandığına göre, âdeta hafıza kartına dönüştürülen bu bakteri de, Cenâb-ı Hakkın Hafiz isminin tecellîsini gösteriyor denilebilir. Hafiz, lûgatte koruyan, muhafaza eden, kaydeden, saklayan anlamlarına gelir.

Esasında Cenâb-ı Hak, hafiziyetiyle, bütün canlıların genetik bilgilerini, hücre içerisinde yer alan, canlının biyolojik gelişiminin bir nevî plânı hükmündeki DNA denilen bir çeşit nükleik asitte saklamıştır. Bu aynı zamanda Allah’ın ezelî ilminin yansıması olan kader programıdır da. Yani İlâhî takdir, canlıların genetik kodlarına maddî/biyolojik gelişimlerinin programını yüklediği gibi, yaşadıkları müddetçe başlarına gelecek hayat hallerini de manevî kader kalemiyle yazmıştır.

Bediüzzaman bu gerçeğe şöyle işaret ediyordu: “Evet, bir çekirdekte hem bedihî olarak, irâde ve evâmir-i tekviniyenin ünvânı olan Kitâb-ı Mübîn’den haber veren ve işaret eden, hem nazarî olarak emir ve ilm-i İlâhînin bir ünvânı olan İmâm-ı Mübîn’den haber veren ve remzeden iki kader tecellîsi var. Bedihî kader ise, o çekirdeğin tazammun ettiği ağacın maddî keyfiyât ve vaziyetleri ve heyetleridir ki, sonra göz ile görünecek. Nazarî ise, o çekirdekte ondan halk olunacak ağacın müddet-i hayatındaki geçireceği tavırlar, vaziyetler, şekiller, hareketler, tesbihâtlardır ki, tarihçe-i hayat nâmiyle tâbir edilen vakit bevakit değişen tavırlar, vaziyetler, şekiller, fiiller, o ağacın dalları, yaprakları gibi intizamlı birer kaderî miktarı vardır.”

Evet, Japon bilim adamlarınca, genlerine dijital bilgi yüklenen “Bacillus subtilis” bakterisi de, üzerindeki bu beşerî tasarrufla, bütün canlıların genetik kodlarına, yaşacacakları maddî manevî ahvâlin programı tevdî eden Alim-i Hafiz’den başkasını göstermiyor.

İsmail TEZER

25.02.2007


ESMA-İ HÜSNA

Zi’t-tavl

Allah (c.c.), Zi’t-Tavl’dir. Yani, geniş ihsanlar ve sonsuz zenginlikler sâhibidir. İkrâmı ve ihsânı bütün zamanlarda, bütün mahlukâtına şâmildir. Cenâb-ı Allah’ın lütfu bol, feyzi geniş, bereketi hadsiz, ikramı hesapsız ve nîmetleri sayısızdır. Zi’t-Tavl ism-i şerîfi Kur’ân’da zikrolunur. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

“O günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, cezâsı şiddetli olan ve Zi’t-Tavl olandır (lütfu bol olan). Ondan başka İlâh yoktur. Dönüş Onadır.”1

Bedîüzzaman’a göre, başta insan olmak üzere, bütün hayvanlar için gayp perdesinden muntazaman gelen rızıklar, Allah’ın merhametinin cemâlini gösterir. Bütün yavruların, başları üstünde annelerinin sînelerine asılmış bulunan tatlı, sâfî ve kevser ırmağı gibi akan süt ile mu’cizâne biçimde doyurulmalarını gören, Allah’ın merhametinin sevimli cemâlini görür.

Yeryüzü sofrasında misafirlerine hazırlanan hadsiz gıdaların ve yiyeceklerin ayrı ayrı güzel kokularına, muhtelif süslü renklerine, çeşit çeşit hoş tatlarına ve her zîhayatın zevk ve lezzetine yardım eden cihazlarına ve duygularına dikkat eden, Kerîm-i Mutlak ve Rahmân-ı Rahîm olan Cenâb-ı Hakkın ikram ve kerîmiyetinin gayet şirin cemâlini ve gayet tatlı güzelliğini müşâhede eder.2

Hamd ve senânın, medih ve minnetin Cenâb-ı Hakka lâyık ve Ona mahsus olduğunu beyan eden Bedîüzzaman, nîmetlerin, bereketlerin ve lezzetlerin Allah’ın dâimî hazinesinden çıktığını kaydeder.

Bediüzzaman’a göre insan, nîmetlerin tükenmesinden hüzün çekmemeli, ıztıraba düşmemeli, lezzetin yok olacağını düşünüp elem duymamalı, feryat etmemeli, ağlayıp sızlamamalıdır. Zîrâ, rahmet hazinesi tükenmemekte; nîmet, lezzet ve bereket sonsuz bir rahmetin meyvesi olarak ikram edilmektedir. Ağacı bâkî olduğundan, meyve gitse de, yerine gelen vardır.

Bedîüzzaman’a göre insan, nîmetin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyâde lezzetli Cenâb-ı Hakkın rahmetinin iltifâtını düşünse; o nimetten aldığı lezzet yüz derece daha artabilir.

Bir padişahın hediyesi olan bir elma lezzeti içinde nasıl ki, bin elma lezzetinden fazla bir şâhâne iltifat lezzeti var ve herkesçe hissedilmekte ise; Allah’ın nîmetleri üstünde söylenen hamd ve şükür ile, yani nîmetten nîmeti vereni hissetmek ve tanımakla, yani Allah’ın rahmetinin iltifâtını, şefkatinin teveccühünü ve nîmetlendirmesinin güzelliğini ve devâmını düşünmek sûretiyle de; nîmetten binler derece daha leziz, daha geniş ve daha yüksek mânevî bir lezzet kapısı insana açılmaktadır.3

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mü’min Sûresi: 3

2- Şuâlar, s. 72

3- Mektubat, s. 220

25.02.2007


Nurdan Dualar

Allah’ım, “Sahabîlerim yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız yolunuzu bulursunuz” (Keşfü’l-Hafâ, 1:132.) ve “Nesillerin en hayırlısı benim içinde bulunduğum nesildir” (Keşfü’l-Hafâ, 1:396.) diye buyuran Efendimiz Muhammed’e, onun âl ve ashâbına salât ve selâm eyle.

Sözler, s. 457

***

Allah’ım, “Sahabîlerime dil uzatmayınız. Biriniz Uhud Dağı kadar altını Allah yolunda harcasa, Sahabîlerimden birinin verdiği bir avuç kadar olmaz” (Allah’ın Resûlü doğru söyledi) [Müslim, Fedâil: 221; Tirmizî, Menâkıb: 58; İbn-i Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 3:11; Buhârî, Fedâilü Ashâbü’n-Nebî: 5.] buyuran Resûlün Muhammed’e salât ve selâm eyle.

Sözler, s. 457

25.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004