Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

O haberlerde hikmetin en mükemmeli vardır. Fakat ikazlar onlara fayda vermiyor.

Kamer Sûresi: 5

28.02.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Yemeği sıcakken yemeyin. Çünkü sıcak yemeğin bereketi yoktur.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 27

28.02.2007


Asker neferâtı siyasete karışmaz

Onuncu Cinayet: Harbiye Nezaretindeki askerler içine Cuma günü ulemâ ile beraber gittim. Gayet müessir nutuklarla sekiz tabur askeri itaate getirdim. Nasihatlerim tesirini sonradan gösterdi. İşte nutkun sûreti:

Ey asâkir-i muvahhidîn! Otuz milyon Osmanlı ve üç yüz milyon İslâmın nâmusu ve haysiyeti ve saadeti ve bayrak-ı tevhîdi, bir cihette sizin itaatinize vabestedir. Sizin zabitleriniz bir günah ile kendi nefsine zulmetse, siz bu itaatsizlikle üç yüz milyon İslâma zulmediyorsunuz. Zira bu itaatsizlikle uhuvvet-i İslâmiyeyi tehlikeye atıyorsunuz.

Biliniz ki, asker ocağı cesîm ve muntazam bir fabrikaya benzer. Bir çark itaatsizlik etse, bütün fabrika hercümerc olur. Asker neferatı siyasete karışmaz. Yeniçeriler şahittir.

Siz Şeriat dersiniz, halbuki Şeriate muhalefet ediyorsunuz. Ve lekedâr ediyorsunuz. Şeriatla, Kur’ân ile, hadis ile, hikmet ile, tecrübe ile sabittir ki; sağlam, dindar, hakperest ulü’l-emre itaat farzdır. Sizin ulü’l-emriniz, üstadınız, zabitlerinizdir. Nasıl ki, mâhir mühendis, hâzık tabip bir cihette günahkâr olsalar, tıp ve hendeselerine zarar vermez. Kezâlik, münevverü’l-efkâr ve fenn-i harbe âşinâ, mektepli, hamiyetli, mü’min zabitlerinizin bir cüz’î nâmeşru hareketi için itaatinize halel vermekle Osmanlılara, İslâmlara zulmetmeyiniz. Zira, itaatsizlik yalnız bir zulüm değil, milyonlarca nüfusun hakkına bir nevî tecavüz demektir.

Bilirsiniz ki, bu zamanda bayrak-ı tevhid-i İlâhî sizin yed-i şecaatinizdedir. O yedin kuvveti de itaat ve intizamdır. Zira bin muntazam ve mutî asker, yüz bin başıbozuğa mukabildir. Ne hâcet, yüz sene zarfında otuz milyon nüfusun vücuda getirmediği böyle pek çok kan döktüren inkılâpları siz itaatinizle, kan dökmeden yaptınız.

Bunu da söylüyorum ki: Hamiyetli ve münevverü’l-fikir bir zâbiti zâyi etmek, mânevî kuvvetinizi zâyi etmektir. Zira şimdi hükümfermâ, şecaat-i imaniye ve akliye ve fenniyedir. Bazan bir münevverü’l-fikir, yüze mukabildir. Ecnebîler size bu şecaatle galebeye çalışıyorlar. Yalnız şecaat-i fıtriye kâfi değil.

Elhâsıl: Fahr-i Âlemin fermanını size tebliğ ediyorum ki, itaat farzdır. Zabitinize isyan etmeyiniz. Yaşasın askerler! Yaşasın meşrûta-i meşrûa! Demek ki ben, bu kadar âlim varken, böyle mühim vazifeleri deruhte ettiğimden cinayet ettim.

Divân-ı Harb-i Örfî, s. 33-35

Lügatçe:

asâkir-i muvahhidîn: Bir olan Allah’a inanan askerler.

vabeste: Bağlı.

ulü’l-emr: İdareciler, halife.

hâzık: İşinin ekli, uzman.

münevverü’l-efkâr: Fikirleri aydınlanmış.

yed-i şecaat: Cesaret eli.

meşrûta-i meşrûa: Şeriata uygun hareket eden meclis.

28.02.2007


Hayal gücü

Bilindiği üzere her şey hayal ile başlar. Albert Einstein “Hayal gücü, bilgiden çok daha önemlidir” der. Hayal etmediğimiz, gerçekleşmesi için istek duymadığımız bir düşüncemizi fiiliyâta geçirmekte ne kadar başarılı olabiliriz ki? İmkânsız zannettiğimiz başarılar güçlü hayallere tutunarak büyür ve gerçekleşir.

Bir tohumun toprak altındaki hayali, başını yeryüzüne kaldırmak, çiçekler açarak Cenâb-ı Allah’ın rahmet eserlerini yeryüzünde sergilemektir. Lisân-ı hâliyle der: “Allah’ım, ben küçücük aciz, kupkuru bir tohumum. Eğer izin verirsen, en büyük hayalim, isteğim yeryüzünde sümbüllenip neşv-ü nemâ bulmaktır. Bu hayalimi gerçekleştir ki, ben de varlığımla Senin varlığının bir delili, bir dellâlı olayım.” Her şeyi yaratan ve her şey Onun elinde olan Yaratıcımız da nice sayısız tohumların, çekirdeklerin bu duâlarını işitir ve onların en büyük hayallerini gerçekleştirir.

Çekirdekler, tohumlar filizlenirken önlerine çetin kayalar, taşlar gibi engeller de çıksa, onların güçlü arzusu, hayali karşısında paramparça olup onlara yol verirler. Ve incecik bir filiz kayanın ortasından geçip, başını gökyüzüne bir zafer kazanmış edasıyla kaldırarak bir mucizeyi gerçekleştirir.

Tırtılların en büyük hayali ise güzeller güzeli bir kelebek olmaktır. Bir tırtıl nice hayallerle kozasını sabırla örerek uzun bir sürenin ardından rengârenk kanatlı bir kelebek olarak dışarı çıkar. Artık en büyük hayali gerçekleşmiştir. Dağ bayır dolaşarak görenleri hayrette bırakıp “Allah ne güzel yaratmış” dedirtir. Bir gün de yaşasa, o hayalini gerçekleştirmiştir ya, artık ölse de gam yemez.

Ve her canlının, her zerrenin üzerinden kalkamayacağı mucizevî işleri başarması onların büyük hayalleri karşısında duydukları heyecan ve umuttur. İstek ve arzudur.

Biz insanların da hayalleri vardır. En küçük isteklerden, hayal gücümüzün ulaşabileceği her konuda sınırsız hayaller kurarız. Ancak burada dikkat etmemiz gereken bir husus vardır ki, bize verilen bu duygu gereksiz kullanıldığında bunun adı “hayalperestlik” olur. Olur olmaz her şeyi hayal etmek, hem zaman, hem de düşünce israfâtına sebep olur. Aklı başında olan insan, faydasız ve olmayacak düşüncelere dikkatini ve zamanını sarfetmez. Hayaller, neticesinde muhakkak bir fayda getirecek nitelikte ve realist olmalıdır.

Vizyon ve misyon sahibi, himmet ve azim sahibi öyle insanlar vardır ki, onların hayalleri de büyüktür. Fatih’e henüz yirmi birinde İstanbul’u fethettiren güç, çocukluğundan beri İstanbul’u fethetmenin hayali ve planları değil midir?

Gerçekleştirdiği hayalleri ile sadece içinde bulunduğu asrı değil gelecek asırları da harekete geçiren zamanın mimarı Bediüzzaman Said Nursî de bir gün Tiflis’teki Şeyh San’an tepesinde etrafı seyredip din ve fen ilimlerinin bir arada okutulacağı medresenin hayalini kuruyordu. “Heyhat! Şaşarım senin ümidine” diyen Rus polisine “Ben de şaşarım senin aklına” diyerek Rusya’nın çökeceğini ve İslâmın inkişaf edeceğini, medresesinin yapılacağını söylüyordu.

Nur kahramanlarından Zübeyir Gündüzalp ise “Fikir, kendi başına kuvvet değildir. His ve heyecan onun muvaffak olabilmesi için muhtaç olduğu kuvvet menbâıdır. Fikrin mücadelede muvaffak olabilmesi için iki kuvvete ihtiyaç vardır. O da his ve heyecandır” der.

Öyleyse biz de fikirlerimizde başarılı olmak istiyorsak, gelin çok büyük ve çok güzel hayaller kuralım. Her güne başlarken yeni bir heyecanımız olsun. İleri görüşlü, vizyon ve misyon sahibi o kahramanların inanç, ümit, duâ, hayal, his ve heyecanları ile nasıl bugünlere geldiysek, bizim de başarılı olabilmemiz için heyecan dolu hayallere ihtiyacımız var.

Mehtap YILDIRIM

28.02.2007


Kuşların dilini bilmek

HABER-YORUM

Yeni Çin Haber Ajansı Xinhua’nın haberine göre, Şandong Üniversitesindeki Robot Mühendisliği Teknoloji Araştırmalar Merkezi’nde görevli bilim adamları, kuşların sağa-sola, yukarı-aşağı yönlerde uçmalarını komuta etmek üzere mikro elektrotlar kullandı. Elektrotların, bilgisayar aracılığı ile gönderilen elektronik sinyallere göre güvercinin beyninin farklı bölgelerini uyardığı, böylece komutlar

doğrultusunda uçmalarını sağladığı belirtiliyor.

İnsanoğlu her geçen gün bilimde yeni gelişmelere imza atıyor. Aslında bu gelişmeler, beşerin istidat dili ile yaptığı duâların neticesinden başka birşey değil. Bediüzzaman bu hakikati “Terakkiyât-ı beşeriyenin kısm-ı âzamı ve keşfiyatları, bir nevî duâ neticesidir. Havârık-ı medeniyet (medeniyet harikaları) dedikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikleri emirler, mânevî bir duâ neticesidir. Hâlis bir lisan-ı istidatla istenilmiş, onlara verilmiştir” sözleriyle ifade eder. Dolayısıyla teknolojik gelişmeler, bir anlamda ‘mânevî duâ’nın neticesidir.

İşte Çinli bilim adamlarının, mikro elektrotlar sayesinde güvercinleri komuta etmeleri de bu gerçeğin ifadesidir. Ancak burada unutulmaması gereken önemli husus, bilim ve teknoloji alanında kaydedilen bu gelişmelerin, Allah’ın bir ikramı oluşudur. Dolayısıyla şükrü gerektirir. En güzel şükrü de, ilgili teknolojinin insanlığın hayrına ve faydasına kullanılmasıdır.

Aslında pek çok alanda olduğu gibi bu alandaki teknolojik gelişmelere de Kur’ân bin dört yüz küsur sene önce işaret etmekteydi. Bediüzzaman “Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir Kitapta yazılmıştır” âyetinde, elbette insan hayatında önemli rolü olan maddî gelişmelerin de payı olacağını, Kur’ân’ın bunu ihmal etmeyeceğini söyler. İşte bu işaretlerden biri, Kur’ân’da zikredilen peygamber mucizeleridir. Bediüzzaman, bu mucizelerin ne tür gelişmelere işaret ettiğine örnekler verir. Bunlardan biri de, Hazret-i Dâvud ve Süleyman Aleyhimesselâmın kuşların dilini, aynı zamanda kabiliyet dillerini, yani hangi işe yaradıklarını bilmeleridir.

Bediüzzaman bu mu’cizeden hareketle şunu söyler: “Mâdem rûy-i zemin, bir sofra-i Rahmân’dır, insanın şerefine kurulmuştur; öyle ise, o sofradan istifade eden sâir hayvanât ve tuyûrun (kuşların) çoğu insana musahhar ve hizmetkâr olabilir. (...) Kuş ve hayvanların istidad dili bilinirse, çok tâifeleri var ki, karındaşları hayvanât-ı ehliye gibi, birer mühim işte istihdam edilebilirler.” Hatta bir örnek verir Bediüzzaman: “..çekirge âfetinin istilâsına karşı, çekirgeyi yemeden mahveden sığırcık kuşlarının dili bilinse ve harekâtı tanzim edilse, ne kadar faydalı bir hizmette, ücretsiz olarak istihdam edilebilir.”

Evet, aslında Çinli bilim adamlarının başarısının çok ötesine, Kur’ân on beş asır önce işaret etmişti. Anlaşılan, bilim adamlarının daha çok işi var...

İsmail TEZER

28.02.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004