Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

10. yılında 28 Şubat: Müflis proje

Mâlûm süreç onuncu yılını da doldurdu. Geriye dönüp baktığımızda ise, son derece sıkıntılı bir bilanço karşımıza çıkıyor.

MGK’nın 28 Şubat 1997 toplantısıyla ve orada alınan kararlarla başlatılan sürecin, Türkiye’yi her alanda geriye götürdüğü bir vâkıa.

Gelinen noktada özetle şöyle bir değerlendirme yapılabilir:

Ülkeyi on senedir bunca sıkıntıya sokan 28 Şubat süreci, kendi hedefleri açısından da tam bir fiyasko ve benzerine az rastlanacak bir başarısızlık örneği.

“İrtica ile mücadele” bahanesiyle uygulamaya koyduğu projenin sadece bazı maddelerini hayata geçirebildi; ama onlarda da istediği neticeye ulaşabildiği söylenemez.

Meselâ, dönemin iktidar partisini hedef alıp önce “silâhsız kuvvetler”in de desteğiyle düşürdü, sonra mahkeme kararıyla kapattırdı.

Ama sonra ne oldu? O partinin içinden çıkan kadrolar, senelerdir görülmemiş bir Meclis çoğunluğu ile tek başına iktidara geldiler.

28 Şubat’a bir şekilde taşeronluk yapmış siyasetçilerin ise bugün yerinde yeller esiyor.

28 Şubat’ın din eğitimine, ekonomiye ve sosyal bünyeye vurduğu darbeler, sokakların kapkaç, hırsızlık, gasp, cinayetten geçilmediği bir kaos tablosunu netice verdi.

“Başarı”ya ulaşılmış gibi görünen yegâne madde, başörtüsü yasağı. Ama o da diken üstünde. Çünkü bu konudaki hassasiyeti kırmaya yönelik teslimiyetçi-tavizkâr fetvalara ve dalgakıranlık girişimlerine rağmen, toplumdaki tesettür duyarlılığı güçlenerek sürüyor.

Araya konulan yeni setler olmasa, bu coşkulu dalga yasakları devirip geçmeye hazır.

28 Şubat’ın kamuoyuna deklare ettiği diğer hedefleri ise, geçtiğimiz yıllarda dönem dönem ısıtılıp aba altından sopa göstermelerle tekrar tekrar gündeme getirildiyse de, sürecin en “güçlü” gibi gözüktüğü zamanlarda bile millî irade duvarına toplayıp akim kaldı.

Bu itibarla, 28 Şubat’ı “iflâs etmiş bir proje daha” şeklinde yorumlamak yanlış olmaz.

Bu süreçte bir şekilde rol üstlenenlerin çoğu silinip gitti, artık esameleri bile okunmuyor.

İşin medya ayağında sürece çanak tutup tetikçilik yapan yayın organlarının da önemli bir kısmı, sonradan yolsuzluk girdaplarına sürüklendi. Patronları banka batırmaktan yargılanıp hapis yattı, tetikçi yazarların ise çoğu sahneden çekildi.

Aykırı sesleri susturmak için işlenen andıç rezaletleri, sorumluları adına birer utanç belgesi olarak hafızalara kazındı.

Sürece direnen ve haksızlıklara karşı çıkan medya organlarının maruz kaldığı baskılar da.

Son dönemlerde “yeni bir 28 Şubat daha” tezgâhlamak için uğraşan mihrakların önündeki en büyük handikap, evvelki sürecin yaşadığı tıkanma ve iflâs tablosu.

On yıl öncesine göre hak ve özgürlük bilincinin daha fazla geliştiği, iç dinamiklerin ağırlıklarını daha fazla hissettirir hale geldiği, dünyaya daha fazla açılan bir Türkiye’de yeni bir 28 Şubat denemesine girişilmesi ve girişilse dahi bu yöndeki bir çabanın başarıya ulaşması pek kolay olmasa gerek.

Bugünün Türkiye’sinden beklenen, yeni 28 Şubat’lara yelken açmak değil, on yıl önce başlatılan mâlûm sürecin yol açtığı çok yönlü tahribatı bir an önce tamir ve telâfi etmek olmalı.

Bu istikamette hâlâ kayda değer bir adım atılamamış ve 28 Şubat kaynaklı mağduriyetlerin halen devam ediyor olması, özellikle siyasî iktidar sorumluluğunu taşıyanların üzerinde giderek büyüyen bir vebal oluşturuyor.

Dileğimiz, herşeye rağmen “yeni 28 Şubat” heveslerine de cür’et ve cesaret veren bu tutukluğun artık aşılması.

Ve Türkiye’nin on yıl önce sürüklendiği karanlık ve kasvetli tünelden çıkıp, devletle milletin ve toplumun tüm kesimlerinin kucaklaştığı bir barış ve huzur iklimine kavuşması...

mazlumderankara.org, 18.3.2007

Kâzım GÜLEÇYÜZ

20.03.2007


 

Çanakkale: Medreseliler savaşı

Rahmetli babam askerliğini Çanakkale’de yapmıştı. Gözümü açtığım ilk günlerden itibaren babamdan Çanakkale’yi, Gelibolu, Conkbayırı hikayelerini dinliyordum. Çanakkale benim çocukluğumda ruhumun küçük, fakat derin, kutsal bir bölgesini teşkil eder. Orada çok önemli şeyler olmuştur, bilincimizin haritasında yolumuz oraya düştüğünde kutsal bir alana girecekmişiz gibi, ruhen özel bir hazırlık yaparız.

1970’lerin başlarında Beyazıt’ta bir Arap ailesiyle karşılaştım. Çanakkale’ye gitmek istiyorlardı. Yol soran adam “Kayınbabasının Çanakkale’de şehit düştüğünü, kayınvalidesinin vefatından önce kendilerine Çanakkale’ye gidip orada kocasına dua okumaları için vasiyet ettiğini” söyledi.

Çanakkale, Anadolu’dan ve İslam dünyasının her tarafından genç-yaşlı binlerce şehidin yattığı yerdir. Milyonlarca evladımız İslam âleminin her toprak parçasında şehit olarak yatıyor. Geçen hafta bir soru üzerine Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Burma dahil Hindistan’dan Malta’ya kadar 34 ülkede Türk şehitliği olduğu”nu söyledi. Bundan iki ay önce bir toplantıda bir Arap öğretim üyesi, “İslam âleminin her toprak parçasında şehitleriniz var, hiçbir yer size yabancı değildir, buraları bırakıp gidemezsiniz.” demişti.

Sağcı muhafazakar çevreler her sene Çanakkale Savaşı’yla ilgili anma toplantıları düzenler. Fakat mesele retorik fırtınaları arasında kaybolup gider. Çanakkale bu çevreler için “yeni bir kimlik inşa etmenin basit bir aracı”na dönüşmüş maalesef. Şimdi de güya 1990’larda Türkiye’ye gelmiş bir Japon eğitim heyetinin bize “Çanakkale Savaşı’na bakıp biz kendi milli kimliğimizi inşa ettik, siz Çanakkale’den gerektiği kadar istifade etmesini bilmiyorsunuz” dediği yönünde bir hurafe üretildi. Bu tür hurafeler Çanakkale’den neyi anlamamız gerektiği konusunu karartmaktadır.

Genel olarak tarih ve özellikle yakın tarihimizde cereyan eden olaylarla ilgili olduğu gibi Çanakkale hakkında da hâlâ doğru dürüst bilgilere sahip olduğumuz söylenemez. Doğru bir perspektife sahip olmak için doğru bilgilere ve iyi bir tarih felsefesine ihtiyacımız var. İşimize geldiği gibi tarihî olayları derleyip bir araya getirmek hem bir suistimal hem bir tahriftir.

Anadolu’nun bütünüyle elden gitmeyişini Çanakkale’ye borçluyuz. Burada ümmetin verdiği şehit sayısı dudak uçuklatacak gibidir. Yüz binlerle ifade edilecek insanı şehit verdik. Çanakkale’de şehit düşenlerin iki önemli özelliği vardı: Biri çoğunluğu itibarıyla gençti, ikincisi büyük oranda medrese öğrencisiydi. Bundan dolayı Çanakkale Savaşı’na “Medreseliler savaşı” da denir. İtilaf devletlerinin üstün silah gücüne karşı kelimenin gerçek anlamında göğsünü siper edenlerden on binlercesi -bir görüşe göre yaklaşık 50 bini- medrese öğrencisiydi. Bunlar çok iyi seviyede ilim ve irfan alan insanlardı. Bu gençler cübbelerini, sarıklarını çıkarıp cepheye koşup şehit düştüler.

Savaşın askerî ve politik sonuçları önemlidir, son yıllarda bu konuları açıklığa kavuşturan yazılar yayınlanıyor. Üzerinde pek durulmayan bir nokta var, o da şudur: Osmanlı dağılma tehlikesiyle karşı karşıya geldiği o yıllarda, okuyan kesiminin önemli bir bölümü sorunun çok derinlerde yattığını görmüştü. Osmanlı yepyeni ve güçlü bir zihniyet devrimiyle dirilebilirdi ancak. Bunun için bir yandan Batı bilimi ve düşüncesini öğrenirken, diğer yandan İslam’ın ilim, irfan ve tefekkür mirasını yeniden gün yüzüne çıkarmak istiyorlardı. O dönemlerde Osmanlı gençlerinde, medrese öğrencilerinde inanılmaz derecede bir bilgi açlığı vardı. Ve bu gençlerin ezici çoğunluğu İslamcı bir bakış açısına sahipti. İtilaf devletleri Çanakkale önlerine dayandığında, bu gençlerin neredeyse tamamı öğrenimlerini bırakıp savaşa gittiler ve şehit düştüler. Bu, İslami entelektüel hayatın ağır bir darbe almasına sebep oldu, beşeri potansiyeli toprağa gömüldü. Bu öğrenciler hayatta kalsaydı sonraki siyasi, sosyal ve kültürel durum ne olurdu acaba? Bu sorunun kesin cevabını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Zaman, 19.3.2007

Ali BULAÇ

20.03.2007


 

Baykal da general olsun...

Dün Salih Memecan’ın muhteşem karikatürünü görmesem...

Geri dönüp bakmayacaktım.

Neye?

Deniz Baykal ile ilgili haberlere.

Hangilerine?

Ana muhalefet-askeriye ilişkilerine.

Çarşamba günkü... Bir gazete... CHP Genel Başkanı’nın salı öğleden sonraki randevularına takılmıştı.

Baykal, önce emekli bir orgeneral...

Sonra emekli bir tümgeneral...

Daha sonra da başka emekli bir tümgeneralle görüşmüştü.

Peşpeşe üç emekli paşa ile görüşmesi ilgi çekmişti.

***

Cuma günkü gazetelerde ise...

Baykal’ın yakın çevresine söyledikleri vardı.

İddiaya göre Baykal yakın çevresine:

‘Türkiye’nin geleceğini tehlikeye atacak Erdoğan cumhurbaşkanı olmamalı.

Silahlı kuvvetler de buna seyirci kalmayacaktır diye düşünüyorum.

Cumhurbaşkanı olmaması gerektiği yönündeki düşüncelerini de Erdoğan’ın yakın çevresine bir şekilde ileteceklerini sanıyorum. Asker, Erdoğan’a bir uyarı yapabilir’ demiş.

Sonra da eklemiş:

‘Bunu bir bilgiye değil önsezilerime dayandırıyorum...’

***

Salı günü ardarda emekli paşalarla görüşüp...

Perşembe günü de ‘önsezilerine’ dayanarak ‘askeri müdahale’ deyince...

İş karikatür konusu oldu.

Baktım dün Salih gene döktürmüş..

Karikatürde, Baykal askeri bir garnizonda asker.

Miğferi...

Silahı...

Nöbet kulübesi...

Ardında dikenli teller...

Karikatürün sol köşesinde küçük bir yazı:

‘Dennis, asker, Tay-yeap’in cumhurbaşkanlığına mani olsun deyince...’

Karikatürdeki Deniz Baykal’ın konuşma balonu da şu:

‘Sen de gel bizim işimizi yap, dediler.’

***

Askeriyenin siyasetçi...

Siyasetçinin asker olduğu garip bir dönem.

Kimse kendi asli işini yapmak istemiyor.

Ana muhalefet lideri bu kadar asker olunca...

Askerler de ana muhalefet liderinin görevine soyunurlar haliyle.

***

Bilmem dikkatinizi çekiyor mu?

Ne CHP için...

Ne Baykal için pek yazı yazmam.

Ne yazayım?

Ne sol...

Ne sosyal...

Ne demokrat...

Ne de sivil olmayan bir zihniyet...

Bugün CHP’yi esir almış durumda.

Hal tam karikatürlük.

***

CHP’nin bu hali...

Ana muhalefetin ağırlığını...

Ciddiyetini yok ediyor.

Çok önemli...

Kayda değer iddialar dahi...

Yankı bulamıyor.

Kendisi sivil siyasete inanmadığı için...

Ana muhalefet de inandırıcı olamıyor..

***

Anketlerde...

‘Milliyetçilik’ yarışında üçüncü sırada gelmesi...

Yeryüzünden kopmuş bulunması...

AB sürecine fren koyması...

Ankara siyaseti dışında hiç bir ölçüsünün kalmaması...

Askeri müdahaleyi iştahla ister gözükmesi...

Halk yerine, paşaları kerteriz alması...

Bu partinin, sosyal demokrat mevzileri çoktan terk edip başka ‘saflara’ katıldığını gösteriyor zaten.

Böyle bir parti için ne yazarsınız?

***

Salih Memecan o karikatürü çizmese bunu da yazmazdım.

Karikatür her şeyi öyle güzel özetliyordu ki...

Sosyal demokrat dostlar arasında görmeyen varsa...

Onlar da haberdar olsun istedim.

Yoksa Baykal’ın yaptıklarıyla ilgileniyor değilim.

Star, 19.3.2007

Mehmet ALTAN

20.03.2007


 

Tazminat

Tazminat ödemekten yoruldum.

En son, ‘editoryal bağımsızlığı’ savunan, işine gelmeyen yazılar yazdığı için de ombudsmanını (Yavuz Baydar’ı) kapı önüne koyan değerli Mehmet Yakup Yılmaz’a 22 bin YTL kaptırdım.

Bu 22 bin YTL meselesine uygun bir zamanda değineceğim... Önce şu mahkeme işleriyle ilgili bir çift söz söylemek istiyorum:

Daha önce de müteaddit defa yinelediğim gibi, bugüne kadar kimseyi mahkemeye vermedim, bundan sonra da vermeyeceğim.

Bu istisnayı bir kez (edilen küfürler aynı zamanda kurumu bağladığı için) bir önceki gazetem bozdu. Yani, Aydın Doğan’ın Gözcü gazetesini ve bu gazetenin değerli köşe yazarı Mehmet Türker’i mahkemeye verdi.

Gözcü gazetesi bu satırların yazarı için ‘Utanmaz adam’ demişti. Bir de gazete köşesinden taratılmış haydut görünümlü fotoğrafını basmıştı sürmanşetten.

Mehmet Türker adlı kişi de ‘İktidarın yalaka köpeği, kemik bulmuş gibi havlıyor’ türünden nezaheti kendinden menkul efendi bir yazı döşenmişti.

Mahkeme tam dört yıl sürdü ve sonunda ne oldu, biliyor musunuz?

Biz bu davayı kaybettik.

Evet kaybettik...

Şimdi çıkıp, ‘Sayın hakimler, kıymetli savcılar, değerli Adalet Bakanı, bizim bu ülkede dava kazanmamız için ne yapmamız lazım?’ desem, suçlu çıkacağım.

Hiçbir şey demiyorum.

Hiçbir şey dememeyi öğrendim.

Bu ülkede ‘hiçbir şey olmamış gibi yapmak’ ve daha az yaralanmaya çalışarak yaşamak da mümkün.

Star, 19.3.2007

Ahmet KEKEÇ

20.03.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004