Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

AB üyeliği kâr mı getirecek, zarar mı verecek?

B- BATI İLE İLİŞKİLERİ

Avrupa Birliği’ne genel bakış

II. Dünya Savaşı sonrasında sanayi hamlelerinin etkisiyle önem kazanan iki temel hammadde olan kömür ve çelik sektörünü güçlendirmek amacıyla 1951’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kurulmuştur. Daha sonra Avrupa Ekonomik İşbirliği olarak genişleyen Avrupa Birliği; ekonomi, savunma, dışişleri, tarım, ulaştırma ve rekabet gibi birçok alanda ortak politikalar oluşturmuştur.

Avrupa Birliğinin en önemli özelliği; birlik, insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik ve hukuk devleti vs değerlerden oluşan bir değerler manzumesi olmasıdır. Bu ortak değerler üye ve üye olacak devletler için olmazsa olmaz şartlardır. Bu hedefler, Avrupa Birliği Anayasası’nda da aşağıdaki gibi belirtilmiştir.

21-22 Haziran 1993 tarihinde toplanan Kopenhag Zirvesi’nde, aday ülkelerin AB’ye üye olabilmek için yerine getirmeleri gereken şartlar Kopenhag Kriterleri olarak adlandırılmıştır. Bu kriterler üç ana başlık altında toplanır:

1. Siyasî kriterler: Aday ülke; demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlıklara saygı ve azınlıkların korunmasının güvence altına alındığı istikrarlı bir kurumsal yapı sahibi olmalıdır.

2. Ekonomik kriterler: Aday ülkede; işleyen bir piyasa ekonomisi ve bu ekonominin AB içinde rekabetçi, baskıcı ve piyasa güçleriyle başa çıkabilme kapasitesi olmalıdır.

3. Topluluk müktesebatının kabulü: Aday ülke, siyasî, ekonomik ve parasal birlik amaçlarına uyum dahil olmak üzere, bu konulardaki AB mevzuatını üstlenebilme ve uygulayabilme kapasitesine sahip olmalıdır.

Bütün bu veriler ışığında söyleyebiliriz ki, Avrupa Birliği projesi bir medeniyet projesidir. Hemen hemen her fikre olduğu gibi, bu fikre de sıcak bakmayan insanlar vardır, olacaktır da.

Demokrasi ve hürriyet

Müslümanların geri kalmalarındaki en önemli faktörlerden biri de yukarıda izah edildiği gibi idare, siyaset, ilim, fikir, san’at, v.s. alanlarda görülen baskı ve bağnazlıklardır. Bu baskıların en önemlisi de kuşkusuz idarî anlamda ortaya çıkanıdır. Bunun yegâne çaresi ise hürriyettir.

Hiç şüphesiz hürriyetin insanlık tarihindeki en parlak devri, İslâmiyet’in bir ışık gibi parladığı ve tarih sayfasına ‘Saadet Asrı’ olarak geçen devirdir. O devirde yaşayan Hıristiyanlara ve Yahudilere herhangi bir müşküllerinde kendi hukuklarına göre mi, İslâm hukukuna göre mi muhakeme olunmak istedikleri bile sorulurdu. Bugün bırakın kendi hukuku ile muhakeme olunmak, birçok yerde insanlar kendi dillerinde eğitim bile alamıyorlar.

Dört halife devrinin sona erip, hilâfetin saltanata dönüşmesinden sonra çeşitli şekillerle gelen istibdatlar baş göstermiştir. Hem bu istibdatların, hem de Batı filozoflarının kitaplarının Arapça’ya tercümesinden sonra, İslâmiyet şiddetli yaralar almıştır.

Doğu aşiretleri ile münâzarâsında; “Hürriyet nedir?” sorusuna karşı Said Nursî hürriyeti şu şekilde tarif ve izah etmiştir: İnsanlar ekmeksiz yaşar, ancak hürriyetsiz yaşayamaz, hürriyet, fıtratın gereği ve Yaratıcının muradıdır. Hürriyet ne kendisine, ne başkasına zarar vermemek ve bu sınırlar içerisinde tam serbest olmaktır. İman ile insan Yaratıcıdan başkasına kul ve köle olamayacağından başkasına tezellül ile tenezzül etmez, başkasının tahakküm ve istibdadı altına girmeyi o adamın izzeti ve imanı müsaade etmez. İmandan kaynaklanan şefkat ve merhamet gibi duygular da başkasının hukukuna tecavüz etmeyi engeller. Evet bir padişahın doğru bir hizmetkârı, bir çobanın tahakkümüne tezellül etmez. Bir biçareye tahakküme dahi, o hizmetkâr tenezzül etmez. Demek iman ne kadar mükemmel olursa, hürriyet o derece parlar. Bunun en mükemmel örneği de Asr-ı Saadettir.

Bu zamanda bazı Müslümanlar, özellikle de İslâmiyetin bazı konularını farklı yorumlayarak ve demokrasiyi de yanlış değerlendirerek, sathî bir fikirle derinlerine nüfuz edemiyorlar. Oysa Said Nursî; “Libası değiştirmekle hakikat değişmez” diyerek Müslümanları daha objektif bir değerlendirmeye çağırmıştır.

Muhakkak ki pek çok taassup sahibi mü’minin aklına hürriyet denilince televizyonlarda izlediğimiz ahlâksızca görüntüler gelmektedir. Bugün Avrupa’nın bazı ülkelerinde tarafımızca ahlâksızlık olarak nitelendirilen hususlar meşrû görülmektedir. Peki hürriyet gerçekte bu mudur? Elbetteki hayır. Bu gibi davranışlar insanların rezalet ve sefahetlerini ilan ve çocuk bahanesi gibi bir hezeyandan başka bir şey değildir. Bu insanların nefislerine esir düşerek ve insanlıktan çıkarak hayvanlık mertebesine düşüşüdür. Hürriyet İslâm ahlâkı ile güzelleşir ve anlam kazanır. Hürriyet ne kendi nefsine, ne de başkasına zarar vermemektir.

Biz, Avrupa Birliğine gireceksek bile, kendi öz değerlerimizi ve her şeyden önce kâinattaki yaratılış düzeninin tefsiri olan Kur’ânî hakikatleri göz ardı etmeyeceğiz. Evet, Avrupa Birliği Hıristiyan ülkelerden oluşmuş bir topluluktur ve eğer girersek tek Müslüman ülke biz olacağız. Fakat bu, Müslüman kimliğimizin dejenere olmasına mazeret değildir.

Avrupa Birliği: Kâr-zarar profili

Peki Avrupa Birliği tamamen hayır mıdır? Ya da hilelerle dolu bir Hıristiyan kulübü müdür? Alınırsak kazancımız ne olur? Alınmazsak ne kaybederiz? Çeşitli kesimlerden insanların düşünceleri doğrultusunda bir mukayese yapmaya çalışalım.

Bir kere ülkemizde AB’ye girmemizi isteyenlerin de, istemeyenlerin de temel bir takım argümanları var. AB’ye girmemizi isteyenler; hürriyet, demokrasi, eşitlik, adalet ve daha yüksek hayat standardı bekleyerek girmemizi istiyorlar. Girmemizi istemeyenler ise, millî egemenliğin zarar görmesi, devletin resmî ideolojisi olan Kemalizm’in tehlikeye girecek olması ve Hıristiyan ülkelerden oluşan AB’de Müslüman bir ülkenin çaresiz duruma düşeceği korkusunu taşımaktadırlar.

Fransa’nın bir önceki müftüsü Soheib Bencheikh; “Biz Avrupalı Müslümanlar Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesini dört gözle bekliyoruz, çünkü o zaman Avrupa’da kendisiyle gurur duyacağımız ve hassasiyetlerimizi paylaşan büyük bir Müslüman ülke olacak” demiştir.

Ayrıca bizim AB’ye girmemiz AB için de çok büyük avantajlar taşımaktadır. Avrupa’nın en genç nüfusuna ve çok önemli yer altı kaynaklarına sahibiz. İnsancıl bir toplumuz ve Avrupa’nın İslâm dünyasına açılmasında çok önemli bir köprü vazifesi görebiliriz. Katılım ile Avrupalılaşmaktan korkuyorsak, biraz etrafımıza bakmamız yeterlidir. Zira giyim kuşamımız, ölçü ve tartılarımız, takvimimiz, anayasamız, alfabemiz, genel olarak hayat şeklimiz yıllar önce zaten Avrupalılaştırılmıştı.

Evet, Türkiye bir yol ayrımındadır; ya devletin baskıcı, hukukun üstünlüğünü hiçe sayan, insan haklarını görmezden gelen, statükocu, dünyaya kapalı jakoben rejimini sindirip yoluna devam etmeye çalışacak; ya da daha müreffeh, daha demokratik, hukukun üstün olduğu bir sistemin yanında yer alacak. Halihazırda kendi kendine ya da başka oluşumlarla bunları gerçekleştirmesi şimdilik hayal gibi görünüyor. Dolayısıyla AB bazı mahzurlarıyla birlikte ehvenüşşer gibi görünmektedir.

Şimdiye kadar bizim AB hakkında ne düşündüğümüzü belirtmeye çalıştık. Biz AB’ye girsek mi, girmesek mi diye düşünürken, bir de İslâm ülkelerinin üyeliğimiz hakkında ne düşündüklerine bir göz atalım:

Diğer üyelerinden farklı bir kültür ve kimliğe sahip olan Müslüman bir ülkenin AB’ye girmesinin büyük bir başarı olacağı, uzun yıllardan beri Türkiye’nin kendisini Avrupa’nın bir parçası saydığı, AB içinde aktif ve etkin bir güce erişebileceği, Hıristiyan Batı ile Müslüman Doğu arasında köprü olabileceği, böylece Batı ile İslâmın siyasî değerlerinin bütünleşebileceği bir ülke olacağı, ancak bütün bunlarla birlikte üyelik sürecinin çok zor geçeceği görüşü dile getirilmektedir.

27.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Güzelliğin yeniden tanımlanması

  Mehmed Tahirî Mutlu (1900-1977)

  AB üyeliği kâr mı getirecek, zarar mı verecek?


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004