Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Dikkat, taş koyacaklar

Halk Seçsin! .

Allah’tan 10 Nisan günü burada yazmıştım: “Cumhurbaşkanını halk seçmeli... Seçim mutlaka iki turlu olmalı... Köşk’te kalma süresi 5 yıl olmalı... İkinci defa seçilebilmeli (5+5)...”

Eğer bunları yazmamış olsaydım, bazı şaşkınlar, “AKP’yi destekliyorsun” diyecekti. Halbuki ben olaya ilkeler ve idealler açısından bakıyorum.

Neyse... İşimize bakalım.

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi sağlanabilir mi?

Elbette. Neden olmasın? Değiştirirsin anayasayı, olur biter.

Ancak bürokratik elit, bunu engellemek için elinden geleni yapacaktır.

Niye? Çünkü... Eğer cumhurbaşkanını halk seçerse, bürokratik elitin ve onunla birlikte hareket eden siyasetçilerin, Çankaya seçimini kendi çıkarlarına göre yönlendirme imkânı kalmayacak.

İşte asıl korkuları bu! Örnek mi istiyorsunuz? İşte bürokratik elitin sözcülüğünü yapan CHP Başkanı Deniz Baykal... Başbakan Erdoğan’ın “O halde halk seçsin” dediğini duyunca ne tepki verdi: “Olmaz öyle şey... Yarı padişahlık sistemine mi gideceğiz?”

Cumhurbaşkanının anayasada yazılı yetkilerini Meclis içinden çıkan Süleyman Demirel kullanınca ‘yarı padişahlık’ olmuyor!

Aynı yetkileri Meclis dışından seçilen Ahmet Necdet Sezer kullanınca da ‘yarı padişahlık’ olmuyor!

Ama seçimi halk yapınca birden ortaya ‘yarı padişahlık’ lafı atılıyor.

Bürokratik elitin gücünü küçümsemeyin. Hukuk kökenlilerden oluşan bir grubun seçimi nasıl engellediğini hep beraber gördük.

Önce Yargıtay’ın eski başsavcısı Sabih Kanadoğlu, bir ilüzyonistin şapkadan tavşan çıkarması gibi, ortaya “367 gereklidir” tezini attı. Sinyal alınmıştı.

Devreye diğerleri girdi: Hukuk kökenli YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, 367’yi destekledi.

Vakanın Anayasa Mahkemesi’ne gideceği belirginleşince, ortaya Cumhurbaşkanı Sezer çıktı: Mahkemeye ‘iktidarın önünü kesin’ sinyalini gönderdi.

Derken Genelkurmay bildirisi yayınlandı... Bütün bunlar yetmiyormuş gibi (ben unutmuştum, bir okurumuz hatırlattı) yine hukuk kökenli Baykal, “Aksi yönde karar verirseniz, ülkede çatışma olur” diye korkuttu.

Böylece Meclis, ‘mahkeme kararıyla’, cumhurbaşkanını seçemez hale geldi.

Hiç kuşkunuz olmasın: Şimdi de aynı çabayı halkın seçmesini engellemek için gösterecekler.

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi sadece bürokratik elitin değil, CHP’nin de kâbusu.

Nedenini anlatayım:

Biliyorsunuz, CHP yüzde 10 barajını değiştirmek istemiyor. Çünkü baraj işine yarıyor. Sadece milletvekili sayısı açısından değil... Aynı zamanda “Yüzde 34 oyla hükümet oldunuz, halkın yüzde 66’sı size karşı...” diyebiliyor.

Peki cumhurbaşkanını iki turlu seçimle halk belirlerse ne olacak?

Türkiye’nin sağ-sol yapısını ve 2002 seçimlerini temel alarak tahmin edelim:

İlk turda, ‘sağ’ aday yüzde 34, sol aday ise yüzde 19 alacak. (Kalan oylar diğerleri arasında dağılacak.)

İkinci turda ‘sağ’ aday yüzde 60-65, ‘sol’ aday ise yüzde 35-40 oy alarak cumhurbaşkanı seçilecek.

Sonuç: Yüzde 60 ve üstü oy almış bir kişinin meşruiyetini kimse sorgulayamaz.

Korktukları bu!

Çünkü böyle bir durumda, ne hukukçuların söyleyecek bir lafı kalır, ne de Silahlı Kuvvetler bünyesindeki darbe heveslilerinin... Mitingler düzenleyerek siyasete müdahale etmeye çalışanların girişimi de balon olur.

İşte bu yüzden, cumhurbaşkanını halkın seçmesine taş koymaya yani engellemeye çalışacaklar.

Sabah, 3.5.2007

Emre AKÖZ

04.05.2007


 

Stratejisi olmayan hükümet!

TBMM’de 352 milletvekili olan bir partinin desteklediği bir hükümetin bu kadar basiretsiz olması akıl alacak iş değil.

Şu acı gerçeği muhakkak ki AKP’li dostlar da yakında görecektir:

Tek parti iktidarı, yaşanan süreçte; ivedilikle anamuhalefete, sonra TSK’ya, hatta Sabih Kanadoğlu’na ve dahi Anayasa Mahkemesi’ne ipleri kaptırmıştır.

Recep Tayyip Erdoğan, olağanüstü durumları yönetemediğini bir kez daha göstermiştir!

Son bir aydır AKP hükümeti, Türkiye’yi “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” tepkisi içinde yönetmektedir.

AKP hükümeti; a) Ne erken seçimi, b) Ne cumhurbaşkanını halkın seçmesini, c) Hatta ne de Abdullah Gül’ün adaylığını bir strateji çerçevesinde planladı!

Hükümet, yediği goller çerçevesinde, son dönemde ilan ettiği kararları kendi iradesiyle almadı, sadece etki-tepki ikileminde kabullenmek zorunda kaldı.

Tarihte de muhtıra yiyen hükümetler arasında anılacaktır.

AKP’liler, Necmettin Erbakan’ı ülkeyi devamlı muhtıralara sürüklediği için açık eleştirirlerdi. Bugün Recep Tayyip Erdoğan aynı durumdadır.

Mağdurdur, zira durumu yönetememektedir!

* * *

Peki ne yapabilirdi?

Bugün yapmaya kalktığı erken seçimi 8-9 ay önce yapabilirdi.

(...)

Peki, bugün erken seçime giderek milli iradeye başvuracağını haykıran Başbakan, o tarihlerde erken seçim önerenlere ne demişti:

“Erken seçim isteyenler vatan hainidir!”

* * *

Bugün itibarıyla büyük yara almış bir TBMM, TSK, Anayasa Mahkemesi ve isteyenin istediği gibi yönlendirdiği bir hükümet ile karşı karşıyayız! Kimin yüzünden?

Zamanında erken seçim yapmaktan ürken bir Başbakan yüzünden!

Bunca yaşanan badireden sonra vardığımız noktada şimdi soruyorum:

İyi de, biz bu herzeyi neden yedik?

Hürriyet, 3.5.2007

Cüneyt ÜLSEVER

04.05.2007


 

Ara rejim

Kimse, başka bir görüntü çizmeye çalışmasın...

Türkiye, 27.Nisan.2007 Cuma günü saat 23.20 itibariyle ara rejime girmiştir...

Yaşanılan şudur:

1. 550 sandalyeli parlamentoda 353 sandalyeye sahip ve yaklaşık beş yıldır bu ülkeye hükümet eden bir partinin kendi içinden, hem de dışişleri bakanlığı makamında oturan bir ismi cumhurbaşkanı seçemeyeceği sistem tarafından ‘deklare’ edilmiştir.

2. Aynı parti, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yapılan ve Türk siyaset tarihine ‘e-muhtıra’ olarak geçen bir gelişme sonucunda iş çevreleri ve sivil toplumdan gelen ‘hemen seçime git’ baskısıyla karşılaşmış, bu isteği bir ‘hodri meydan’ havasında kabul etmek zorunda kalmıştır.

3. Oysa, bütün bu tartışmalar süresince ve bugün, söz konusu askeri açıklama genelkurmayın internetteki sitesinde varlığını korumakta, Anayasa Mahkemesi’nin üzerine düşen gölgeden siyasetin yeniden yapılanmasına kadar uzanan bir dizi gelişme o açıklamanın izdüşümü olarak devam etmektedir.

Bunun adına siyaset terminolojisinde ‘ara rejim’ denir...Bir sonraki adımı da darbedir...

Çünkü...

Siyasetin tartışma ve kurallarını sivil siyaset değil, askeri bir açıklama belirlemektedir.

*

Bu adımı atarken belli ki geleceğe dönük bir dizi gelişmeyi bir satranç gibi kurgulayan ‘kurmay zihniyetinin’ seçimlerin yapılmasına, yapılan seçimlerin sonuçlarına saygıya, halkın sandık iradesinin yaşama geçip geçmemesine izin vereceği ayrı bir soru işaretidir.

Belli ki, bugün, mevcut ortamdan kendisine vazife çıkartmaya çalışan Deniz Baykal gibi siyasetçilerin de işin sonunda gelişmelerin tozu-dumanı içinde kaybolup gidecekleri garip bir dönemin işaretlerini alıyoruz.

Neden...

Çünkü, ‘açıklama’ internette aynen duruyor ve açıklamayı yapanları o günden bugüne kimse görmedi, açıklamanın esas hedefleri ve devamında izlenebilecek yollar ile ilgili hiçbir bilgiye ulaşılamadı.

Bu, ürkütücüdür...

*

Başbakan R.Tayyip Erdoğan ve AK Parti, söz konusu açıklamanın kendilerine karşı yapıldığını kabullenip, ‘diklenmeden dik durarak’ ülkeyi bir an önce seçime götürme kararı alması, bu ‘ara rejimden’ çıkışın tek yoludur...

Star, 3.5.2007

Ardan ZENTÜRK

04.05.2007


 

Darbe anayasası

Darbe Anayasası’ sadece içeriğiyle değil, yazılış tekniğiyle de çağdışıdır. Sanki bu Anayasa her olası sorunda birden fazla çözüm yolunun açık tutulması için yazılmış gibidir

12 Eylül 1980 darbesi, sonuç itibarıyla ülkede birçok acıya ve haksızlığa neden olmuştur.

Acı ve haksızlıklar, sadece darbenin olduğu dönemle ve askeri yönetimle de sınırlı kalmadı. Dönemin yönetiminin talimatı ve gözetiminde yazılan yeni Anayasa, toplumda acı ve haksızlıkların süreklilik kazanmasına yol açtı.

Birçok çağdışı yaklaşım içeren bu Anayasa ile Türkiye 20 küsur yıldır yönetilmeye çalışılıyor.

Bazılarınıza abartılı gelebilir bu diyeceğim ama bazı sorunlardan katiyen kurtulamamız ve kısır döngü içinde debelenir gibi gözükmemiz de işte bu Anayasa nedeniyledir diye düşünüyorum.

‘Darbe Anayasası’ sadece içeriğiyle değil, yazılış tekniğiyle de çağdışıdır.

Sanki bu Anayasa her olası sorunda birden fazla çözüm yolunun açık tutulması için yazılmış gibidir.

Anayasa’yı yazanlar her olası durumda kendi ellerinde bir gücü tutmak istermişçesine metni kaleme almışlardır.

Şimdiki cumhurbaşkanının görev süresi bitecek mi bitmeyecek mi, biterse ona TBMM Başkanı mı vekalet edecek gibi, temel ve hayati sorunlarda net bir cevap verilemiyor, her uzmandan farklı bir ses çıkıyor.

Çünkü o dönemin yönetimi, karşı karşıya kalınacak her durumda yorum yolunun açık olmasını istemiş ve mahsustan net çözümler ortaya koymamış gibidir.

O dönemin askeri yönetimi, iktidarda her zaman düzen partilerinin olacağını ve her olası sorunda sistemin yanında çözümler yolunun açık olması gerektiğini düşünmüş olabilir.

Tahmin ediyorum ki; o dönemde askeri yönetim, bir gün AKP türünde bir partinin iktidara geleceğini ve Bülent Arınç gibi bir insanın TBMM Başkanı olabileceğini hayal edebilseydi, Anayasa’yı öyle açık kapılar bırakarak değil hayli net biçimde yazdırırdı.

Akşam, 3.5.2007

Serdar TURGUT

04.05.2007


 

Hukukçu festivali

Yaşadığımız karmaşaya rahatça Türkiye Birinci Hukukçular Festivali diyebiliriz!

Cumhurbaşkanı seçiminin çıkmaza girmesi, cevap bekleyen yığınla soru çıkardı.

“Türkiye bir hukuk devletidir, hallederiz” deyip rahat etmek gerekirdi ama öyle olmuyor. Çünkü ne kadar hukukçu varsa adeta o kadar çok cevap var gibi görünüyor.

Seçim ne zaman yapılacak? İktidarın önerdiği reformlar var; mesela cumhurbaşkanını halka seçtirmek, genel seçim dönemlerini 4 yıla indirmek.. Bu düzenlemeler meclisten geçebilecek mi?

Cumhurbaşkanı seçilemeden genel seçime gitmek zorunluluğu doğarsa Çankaya’da kim oturacak?

Anayasa’nın 102. maddesi şunu diyor: “Seçilen yeni cumhurbaşkanı göreve başlayana kadar, görev süresi dolan cumhurbaşkanının görevi devam eder.”

Bu cümleden bile aynı anlamı çıkaramıyor koca koca devlet adamları. Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden “Vekâlet görevini Meclis Başkanı üstlenir” diyor.

(...)

Ama öte yanda AKP hükümetinin iki önemli bakanı Şener ve Çiçek “Yeni cuhurbaşkanı seçilene kadar Sezer devam eder” diyor.

Bu karmaşa şu komik olayı hatırlatıyor: 1957 doğumlu Ticaret Kanunu’nu Hitler Almanyası’ndan kaçarak Türk uyruğuna geçen Prof. Ernst Hirsch yazmıştı.

Kanunda anonim şirketlerin yönetim kurullarının üye tam sayısının yarısının bir fazlası ile toplanacağı hükme bağlanmıştı. Beş kişilik kurulun yarısı 2,5.. Bir fazlası 3,5.. Yarım adam olmayacağına göre çoğunluk rakamının 4 olacağı yanlışı elli senedir hüküm sürüyor bu ülkede.

Prof. Hirsch’e “Başımız dertte. Beş kişilik yönetim kurulunda salt çoğunluk 3 değil mi hocam, niye öyle yazdın?” diye sorulunca “Benim Türkçem bu kadarına yetti” cevabını vermiş.

İnsan merak ediyor; Anayasa’yı da Hirsch’e mi yazdırdılar?!

Vatan, 3.5.2007

Güngör MENGİ

04.05.2007


 

Çözüm yeni anayasada

Türkiye’yi önümüzdeki 5 yılda hangi politik aktörlerin hangi sistemle geleceğe taşıyacağına ilişkin projeler üzerinde çalışmalar başlamış durumda. Hangi sistem ya da model Türkiye’de süratle tıkanmaya doğru giden rejimi yeniden işler hale getirmek için tartışılırsa tartışılsın, önerilirse önerilirsin, açığa çıkan en yalın gerçek; 12 Eylül’ün Türkiye için öngördüğü otoriter, devlet merkezli, kuşatıcı modelin bizzat Anayasa’nın çözüm üretemeyen niteliğiyle çöktüğüdür. 12 Eylül’ün ürettiği, yurttaşların en mahrem alanlarını dahi gözetlemeyi dert edinmiş anayasası Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin toplantı yeter sayısına dair net bir düzenleme yapamamışsa, 12 Eylül rejiminin anayasal uzantılarının toplumsal pratiklere ve taleplere yanıt veremediği, bu nedenle anayasanın meşruluğunun da topyekün tükenmiş olduğudur.

Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle, sistem tasarımına yönelik olarak Anayasa’da yapılabilecek yüzeysel değişiklikler sistemin ağır aksak işlemesine yol açabilir. Mevcut halindeki tartışmalı hükümleriyle Silahlı Kuvvetlerin sisteme müdahalesine fırsat tanıyan anayasa değiştirilerek, bu kapılar kapatılmalıdır. Çünkü, bu haliyle siyasetin tabiileşmesine, demokratikleşmesine hizmet etmiyor. Fakat asıl sorunun sistemin yurttaş taleplerini topyekun karşılaması olduğunu hatırlarsak, önümüzdeki seçimlerin ardından oluşacak yeni parlamentonun 12 Eylül anayasasının yerine demokratik, katılımcı, çağdaş bir anayasa için mesai harcaması kaçınılmaz görünüyor.

Yeni Şafak, 3.5.2007

Doç. Dr. Tanju TOSUN

04.05.2007


 

ABD, AKP’yi sattı

Çok sayıda kişi ve kurum Gül’ün adaylığını coşkuyla karşılamıştı. Fakat Genelkurmay bildirisinin ardından çoğu geri adım attı. Bunları tek tek deşifre etmeye gerek yok, ama Amerikan yönetiminin AKP’yi alenen sattığını hatırlatmak şart. Çağlayan’da insanlar “ABDullah Gül” veya “ABD’nin Gülü” dövizleriyle yürürken Washington “asker demokratik süreçlere müdahale edemez” diyemedi. Bazı neo-conların “AKP’ci” olmakla suçladığı Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried’in ne şiş yansın ne kebap sözleri onun “entelektüel, demokrat” kimliğine pek güvenen nicelerini hayal kırıklığına uğrattı.

Vatan, 3.5.2007

Ruşen ÇAKIR

04.05.2007


 

Mumcu kaybetti, Ağar toparladı

Mumcu’yu anlamak daha kolay. Sıkıştığı köşeden, 1997’de Anasol-D hükümeti ile sıyrılmaya çalışan Mesut Yılmaz’ın hatasını tekrarlıyor. İkisinin ortak paydası fırsatçılık. Hesap baştan çıkarıcı görünüyor, ama yanlış. Darbe siyaseti ile abad olan siyasetçi yok. Baykal’ın görünürde bir alternatifi olmadığı için durumu sağlam. Mumcu ise bastığı zemini bütünüyle kaybetti. Artık siyasette Mumcu’nun ve Anavatan’ın esamesi okunmayacak. Hafif bir rüzgârda güç sahiplerine teslim olan bir siyasetçinin bu yıl içinde sırra kadem basmasını elbette kimse hissetmeyecek. Mehmet Ağar, tereddüt geçirmesine rağmen durumu toparladı ve iddialı biçimde darbe karşısında yerini aldı. Artık, “darbe yorumcusu” Mumcu ile aynı fotoğraf karesi içinde görünmek bile DYP’ye oy kaybettirecek.

Zaman, 3.5.2007

Mümtaz’er TÜRKÖNE

04.05.2007


 

ABD’den askere açık uyarı yok

ABD’nin resmi açıklamalarında TSK’ya dönük açık bir uyarının olmaması dikkat çekiyor. “Türkiye’deki anayasal sürecin önemine” vurgu yapılırken, “Ordunun müdahalesinin kabul edilemez” olduğunu çağrıştıracak sözlerden adeta itinayla kaçılıyor. Bu da Türk-ABD ilişkilerinin temelinde askeri ilişkilerin yattığını, bu ilişkilerde zorlu bir dönemden geçilmesine karşın Washington’un bu temeli sarsmak istemediğini gösteriyor.

Bu duruma kızan New York Times gazetesi, konuyla ilgili başmakalesinde, AB’nin tutumunu överek Bush yönetimini “muğlak” davranmakla suçluyor. “Washington’un Türkiye’deki generallere, hem diplomatik kanallardan hem de NATO çerçevesinde bir askeri darbenin çok vahim sonuçları olacağını söylemesi gerekir” görüşüne veriyor.

Milliyet, 3.5.2007

Semih İDİZ

04.05.2007


 

Demokratlık gereği

Kimse kusura bakmasın, başörtülü kadınların okula gitmelerini ve mesleklerini icra etmelerini yasaklayan kararlar, direnişler karşısında ‘gerilim yaratmama’ siyasetini güdüp, ses çıkarmamakta sakınca görmedikten sonra, Çankaya’ya çıkamadığı için gerilim yaratmaktan kaçınmayanların yanında yer almanın demokratlık gereği olduğunu düşünmüyorum.

Radikal, 3.5.2007

Nuray MERT

04.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004