Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 20 Mayıs 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

AKP’ye “Akıllı ol, yoksa...” uyarıları

Gittiğim her yerde insanlar soruyor:

-Bir şeyler olur mu?

Bu sorunun altında iki şeyin kaygısı var:

Bir: Asker bildiriden ötesini yapar mı?

İki: Yargı, 28 Şubat benzeri bir misyon üstlenir mi?

Birinde askeri müdahale endişesi var, ötekinde Ak Parti için kapatma davası endişesi...

Maalesef bunlar, sokaktaki insanın boş kaygıları olmanın ötesine geçiyor ve bazen bilim adamlarının kaygısı haline dönüşüyor, bazen de kimi sütunlara yansıyan tehdit halini alıyor.

Mesela, Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, Radikal’den Neşe Düzel’e “Cumhurbaşkanlığı seçimi gene aynı yola girerse, AKP’ye, askerden muhtıradan fazlası gelir. Genç subayların ayaklanması olabilir. Bu, emir komuta zincirindeki darbeden daha fecidir” değerlendirmesini yapıyor.

Bunu bir endişe olarak okuyoruz.

Tehdit dozunda bir ifadeyi, dün başka bir sütundan alarak sizlerle paylaşmıştım. Ne diyordu hatırlayalım: “... ülke AKP lider kadrosunun elinde kalırsa olacaklardan büyük kaygı duymak gerekecektir.... Pek demokratik olmasa da çıkış yolu gene bulunur.”

Benzeri bir tehdidi, şu sıralar MHP’den aday adaylığı başvurusunda bulunan bir başka yazar (Gündüz Aktan - Radikal) yapıyor. Önce AKP’nin uyması gereken şartları sayıyor, bunun içinde cumhurbaşkanlığı var, laiklik var, Türk üst kimliğini tanımak var, adayları ona göre seçmek var... Varoğlu var. Sonra da “Yoksa” diye başlayan bir cümle var. O cümle şöyle tamamlanıyor:

“Yoksa kaybeder.”

Soralım: Nasıl kaybeder?

İşte cevabı:

“Kaybetmenin seçim ve darbe dışı başka yolları da var. Batı’nın itiraz etmediği...”

Batı’nın itiraz etmediği bir yol, acaba hangisi?

Evet bildiniz: Refah Partisi’nin kapatılması...

Malum, Avrupa İnsan Hakları mahkemesi (AİHM) Kürtçü partilerin kapatılmasına karşı çıktı, RP’nin kapatılmasını onayladı.

Bunu yazan diplomat kökenli bir kişi.

Bir süredir sütunları ateş parçası gibi...

Anlamanız isteniyor ki, size hissettiriliyor ki, bu iş bir yerlerde kotarılıyor.

Tamam, darbe tepki görebilir. Askeri müdahalenin her türlüsü tepki görebilir. Ama “yargı darbesi” Batı’nın içine siner.

Ve yargı darbesi hazırlanıyor. Bizde yargı nasıl bir şeyse, darbenin yerine ikame olabilecek bir misyona layık görülüyor. Hatta sanki her şey olmuş bitmiş, karar yargılanmadan verilmiş de düğmeye basmak için hazır bekliyor gibi bir izlenim veriliyor. Böyle hazır yargı kararları da bize mahsus olmalı.

Düğmeye basma gerekçesi şu:

Eğer AKP akıllanmazsa...

Yasin Hayal, Dink cinayetinden sonra gözaltına alınırken Orhan Pamuk’a hitaben nasıl seslenmişti:

-Akıllı ol! diye değil mi?

Şimdi, taze MHP aday adayı, emekli diplomatımız AKP’ye “Akıllı ol” diye sesleniyor.

Siyaset yapacak, halktan oy isteyecek, sandığa gidecek ama rakip partinin yöneticilerine “Akıllı ol!” diye sesleniyor. “Yoksa”sı da cabası... Yoksa seçim, almayı hayal ettiğin oylar anlamsız hale gelebilir...

Böyle şeyler olur mu bilmiyorum.

Yani bildiriden, hatta darbeden daha kötüsü olur mu?

Ersin Kalaycıoğlu’nun iddia ettiği gibi o 27 nisan bildirisi Genelkurmay’ı da aşan bir bildiri mi? bilmiyorum.

AKP’ye kaybettirmenin seçimlerden ve darbeden başka, Batı’nın da kabul edebileceği yollar var mı, bu yolların aktörleri düğmeye basıldığında görev üstlenmeye hazır mı, bilmiyorum.

Bütün bunlar seçmeni korkutma ve Ak Parti’ye oy vermesini önleme amacı da taşıyor olabilir. Ama böyle şeyler de olabilir. Hani böyle olmazları içimize sindirmek için geliştirdiğimiz “Burası Türkiye” diye bir özdeyişimiz var ya...

Ama tersi de olabilir.

Bu darbe söylentileri, bu, darbeden daha kötüsü olabilir söylentileri, bu seçim ve darbe dışı engelleme çabaları, yargının araç olarak kullanılması bu defa ters de tepebilir.

Halk “Ne yani” diye sorabilir, mahkum muyuz? Köle miyiz? Sömürge ülkesi miyiz?

Bakın 500 aydın elektronik muhtarıyı kınayan bildiri yayınladı.

Dün bir bilim adamı, Profesör Asaf Savaş Akat, ekonomi sayfasında yazdığı yazının başlığına “Askeri darbeye hayır” ifadesini koydu. Sütununu aydınlar bildirisine ayırdı.

Bakın, 50’ye yakın Avrupalı aydın, bugünkü Herald Tribüne gazetesine “Avrupalı dostlarından Türk halkına” başlığı altında “Askeri bildiriye hayır” ilanı verdiler. Bu bildiride “Laikliğin tehdit altında olduğu abartılmıştır” deniyor. Ve bu bildiride “Avrupa hükümetlerine Türkiye’ye verilen sözlere sadakat çağrısı” yapılıyor. Ve şu ifadenin altı çiziliyor.

“Türk halkının tercihleri, Türk siyasetçileri ve Türkiye’nin sivil toplumu tarafından ifade edilmelidir.”

İşte demokrasi bu.

“Türk halkının tercihleri, Türk siyasetçileri ve Türkiye’nin sivil toplumu tarafından ifade edilmelidir.”

Bunun adı seçim.

Ve Türkiye seçime gidiyor.

Seçimi, dolayısıyla halk iradesini, dolayısıyla demokrasiyi göstermelik hale getirecek her türlü eylemin akıldan çıkarılması gerekiyor. Hadi biz de bir “Yoksa” diyelim:

Yoksa halk öyle bir ders verir ki, artık hiç kimse seçimden başkasını düşünemez hale gelebilir. Yoksa birileri halkı hâlâ “Eline vur ekmeğini al” türünden bir topluluk olarak mı görüyor? Kimse yanılmasın, bir takım odakları da yanıltmasın. Seçimleri gölgeleyecek, halk iradesine saygısızlık diye tarihe geçecek düşünce ve davranışları aklından bile geçirmesin.

ahmettasgetiren.com.tr, 19.5.2007

Ahmet TAŞGETİREN

20.05.2007


 

‘Genç Subaylar Rahatsız’

Gazetemizin Askerlik Şubesi deşmiş konuyu cuma günkü yazısında. Ben; ‘deşmiştir’, içerden 1 bilgi alırız, ne güzel olur! diye bakındım yazısına da- heyhat! bi şeycikler bulamadım. Ama ANLAYANA diye 1 kategori var.

Askeriyemiz de ilişkilerini/işkillenmelerini davul zurna eşliğinde böyle yürütüyor, pardon mehter bando eşliğinde-

Yani ANLAYANA sivrisinek saz.

ANLAMAYANA da az, az, azzzz!!

Mesela meşhuuur e-muhtıra, hani internet sitesinden Genelkurmayımız’ın, postallanmak da Dünya Darbecilik tarihinde bir ilktir, teknolojik 1 devrimdir, hani o zaman da şunu yapmışlardı.

“Ne yapmışlardı Küçük Johannes?”

“Telefon edip haber vermişler-miş sağa sola. Medyamıza yani. Açın bakın: internet sitemizde Sürpriz Yumurta! demişler. Zira gece on biri geçe kimin aklına gelecekti siteyi kolaçan etmek.

Onca geç vakitte: Postallandık mı, diye.”

“Bu bir ilkti Johannes, pardon, Thomas. Artık İnternet Sitesi de büyük ilgi görüyor Genelkurmay’ın. Her girdisi, çıktısı ilgiyle takip ediliyor.”

“Yaşasın Tahsin Amca! Yani e-muhtıraların yenisi geldiğinde, hemen haberimiz olacak. Yüce Askeriyemiz’in sağa sola telefon açması filan, gerekmeyecek artık.”

“Hayır yanıldın Küçük Thomas, pardon, Johannes.

O bir ilkti. Ama gerisi internetten gelmeyecek.

Başka Öncü Fikirleri var Askeriyemiz’in elbette.

Hem Genç Subaylar Rahatsız. Rahatsız. Rahatsız!”

Yukardaki mana dolu Bant Çözümleri’nden DE takip ettiğiniz üzre-Mesela bi gün baktı Medyacılar ki, e-muhtıra YOK yerinde!

Yani Askeriyemiz’in sitesinde yok! (Yel üfürdü.

Su götürdü.)

E bi telaş, 2 telaş, 3 talaş kebabı yiyecek hali yok kimsenin o saatte.

Hemen Müstakil İnternet Siteleri’ne düştü e-postallanmanın kaldırıldığı haberi. Şaşırmışlardı. Şaşkınlardı.

Kazın aşağı öyle değilmiş. Site Temizliği esnasında, hani odayı köşe bucak dip temizlerken diyelim eşyaları terasa çıkarırsın da, şöyle bi iyice tozunu attırayım buranın, olursun ya.

Yaaaaa.

Meğer şey de, bizim e-muhtıramız da böyle 1 Site Temizliği esnasında, balkona konuluvermiş meğer.

Haber çıkar çıkmaz, geldi kondu yerine. Salonumuzun ortasına yani. Demokrasi Salonumuzun.

Bi de hani Erkin Koray’ın tuhafmuhteşem parçasında vardır:

“Kahrolası çöpçüler

Aşkımı süpürmüşler.”

Benim kulağıma DAHİ geldiyse (zira kesik değil benim kulağım; o nedenle de EskiKulağıKesikler’den 1 Fehmi Koru filan olamıyorum Kıvanç Kıvanç) böylesi 1 şey- yani hesaplayın pusula mühendisleri!

Genç Subaylar rahatsız, çok çok rahatsız.

Ve onlar işte ansızın koyuyorlar internet sitelerine e-muhtırayı.

Büyükanıt Paşa’nın filan haberi yok: Bakıyor- muhtıra! E; çocuklar rahatsız, çok rahatsız.

(...)

Bu ‘Genç Subaylar Rahatsız’ şifresini çözmek için, Yüce Derinlerimiz’in en mühim ideologlarından Gündüz Aktan’ı filan da enine boyuna okumadım değil. İlgiyle yani. Kareleyerek.

Başlı başına 1 Postallama Müessesesi’ne dönüşmüş bulunan Sn. Aktan son zamanlarda, hakikaten artık hangi zibidilerse o uyardıkları (ben hiç üstüme alınmıyorum/etmiyorum) Tehdit und Kabadayılık (indiyse) Makamı’nda bitirmekte yazılarını.

Böyle bi çakıyo, bi de yerrr çakıyo! Emekli Büyükelçimiz.

Özellikle son aylardaki yazılarının bitiriş cümlelerinden 1 Alaattin Çakıcı Devlet Kademeleri’nde yaratılabilir hayali bir kahraman olaraktan. ‘Metal Adam’ filan.

Aslı Aydıntaşbaş’ın yalancısıyım, MHP’den milletvekilliği teklifi almış, kabul etmiş, onun tatlı telaşesi içindeymiş. Konuştuklarında.

Kimbilir nasıl tatlı tatlı oturtmalar tasarlıyordur bu bayram havası içinde.

Gazetemiz yazarlarının BU yükselişleri beni sevincimden çıldırtır ancak.

Öylesine ‘paylaşımcı 1 yürek’ temasını ennnn iyi siz bilirsiniz. Okuya okuya beni, sizleri de sevgi insanı, tavuk suyuna çorba, bugün köşeme sekreterim/yarın dangalak pano yazarlarım baksın- yaptım hani.

Hazırlıklısınız.

Bir de tabii tüm bu Radikal yazarlarıyla bilmem Yeniçağ filan okumasına kimselerin, hiç gerek var mı?

Her zaman söylemişimdir: Tek eksiğimiz Sn. Kılıç. (Altemur Kılıç.)

E, genç subaylar da rahatsız madem.

Kendilerine (genç/jön officer’larımıza yani) önergem, pardon önerim şu olacak: Kendi işlerine baksalar, diyorum.

Yani bir profesyonellik, bir iş, üstelik mühim, çok mühim bir iş değil mi askerlik/subaylık?

Tamamen kendi işlerine konsantre olsalar, bitirilemeyen savaşları nihayetlendirmeye filan; onlar da bir sürü ‘şey’le uğraşıcaz diye rahatsız olmasalar- ‘Görev tanımı’ diye 1 şey var muasır medeniyet ülkelerinde.

Bizler de. Bizler de ARTIK rahatsız edilmesek.

MHP’den teklif ha?

İşte netlik DE güzel. Bir de SOLdaki birleşme tamamına erdirilse. Benim gönlümde Genç Parti+CHP+DSP+MHP birleşmesi yatıyor, biliyorsunuz. İşçi Partisi’ni de alsalar askere süper olur.

Ak koyun kara koyun belli olur.

Türkler kırmızıyı sever hem. Griymiş, bordoymuş ara renkleri sevmez; mazallah rahatsız mahatsız olurlar. E rahatsız olunca da, rahatsız ederler.

Radikal, 19.5.2007

Perihan MAĞDEN

20.05.2007


 

Dün bugün mü?

Meydanlara bakıyorum.

Atatürk’ün kalpaklı resminin yer aldığı bayraklar... Kalpak Kuvâyı Milliye’nin, yani Kurtuluş Savaşımız sırasında işgalcilere karşı halk direniş kuvvetlerinin simgesi sayılır.

Bugün bile neden hâlâ Atatürk’ün kalpaklı resimleri bayrakların üstünde?..

Türkiye yine işgal altında mı?

Bir yanda vatanseverler... Karşı tarafta düşmanla işbirlikçileri, vatan hainleri... Öyle mi? Bunca yıl sonra bugün yine cephelere mi bölünüyoruz?

Meydanlarda dalgalanan kalpaklı Atatürk resimlerinin yer aldığı bayraklara, haykırılan bazı sloganlara bakınca öyle olduğu anlaşılıyor.

Sanki bir savaşın eşiğindeyiz.

Meydanlarda bir taraftan şenlik havası yaşanıyor; iyi güzel.

Laik cumhuriyete ilişkin duyarlık ve kaygılar ifade ediliyor; iyi güzel.

Demokratik bir hak kullanıyor, barış içinde; iyi güzel.

Ama diğer taraftan, özellikle kürsülere kulak verince, savaş narası gibi nutuklar da, demokrasiyi hiçe sayan söylemler de kulağı tırmalıyor.

Yoksa dün bugün mü?

Bir zamanlar biz de Atatürk’ün kalpaklı resimlerini severdik.

Çıkardığımız devrimci dergilere, yayınladığımız devrimci bildirilere Kurtuluş Savaşı’nın simgesi olarak gördüğümüz Atatürk’ün o kalpaklı resimleri koyardık.

Çünkü biz de İkinci Kurtuluş Savaşı’nı başlatmıştık 1960’ların sonuna doğru.

Biz kim miydik?

Devrimci gençler!

Arka plandaki büyüklerimiz, -ya da organize çekirdek güçler- her daim ‘devrimci gençler’in sırtını sıvazlardı. Bildirilere kalpaklı resimlerin koyulmasını, yeni kurulan örgüt isimlerinde mutlaka ordu sözcüğünün (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu gibi) geçmesini isterlerdi.

Devrimci gençler de meydanları doldurur, slogan atarlardı: “Ordu gençlik el ele, milli cephede!”

Devrimci gençler, devrim adına meydanlarda koşturup eylem koyarken, organize çekirdek kapalı kapılar arkasında darbe planları yapardı.

Deniz Gezmiş de dalgasını geçerdi bizim büyüklerimizle:

Marksist cunta diye...

19 Mayıs’ları severdik. Samsun’dan başlayan İkinci Kurtuluş Savaşı yürüyüşleri, bağımsızlık yürüyüşleri yapardık Ankara’ya, Anıt Kabir’e doğru...

‘Amerikan emperyalizmi’ne karşıydık; NATO’ya karşıydık.

Dergilerimizde ‘azınlık komprodorları’nın maskelerini de indirirdik, adı Mıgırdıç olan, adı Moreno olan, adı Sürenyan olan...

Çünkü biz ‘millici’ydik.

Türkiye işgal altında idi.

İrtica, ‘Nurcu Başbakan Demirel’ eliyle devleti sinsice ele geçiriyordu.

Atatürk’ün kalpaklı resimleri... Meydanlarda tam bağımsız Türkiye sloganlarıyla dalgalanan kalabalıklar... İkinci Kurtuluş Savaşı diye koşturan devrimci gençler...

Ana baba günleriydi.

Kamuoyu şaşkındı.

Özellikle büyük şehirlerde oluşturulan anarşi havasından memnun organize çekirdek ise kapalı kapılar arkasında darbe planlarıyla haşır neşirdi.

‘Organize çekirdek’in liderlerinden birini, kendi bekâr evimde Ankara yakınlarındaki Mürted Hava Üssü’nün Komutanı Korgeneral’le gizliden gizliye buluşturuyor, gözcülük yapıyordum apartman kapısında, takip var mı yok mu diye...

Sonra muhtıra verildi.

12 Mart Muhtırası!

Demirel gitti, asker geldi.

Darağaçları kuruldu.

Deniz Gezmiş’ler idam edildi.

Lorca’nın şiirindeki gibi, “Günleri ve mevsimleri, düşlerimize göre yeniden yaratacağız” derken, bir dipsiz kuyuya yuvarlanmıştık.

Dün bugün olabilir mi?

Sanki yine düşman işgali!

Atatürk’ün kalpaklı resimleri... Atılan sloganlar... Organize çekirdek güç... Bildik isimler... 2003’e giden darbe tertipleri... Bir yandan vatan haini listeleri... Türkiye’yi cepheleştirme, kutuplaştırma çabaları...

Ve 27 Nisan Muhtırası!

Dün bugün mü?

Değil olamaz.

Dünü bugün hâlâ yaşamak isteyenler başarısızlığa mahkumdur. Ve demokrasi tarihidir, bu başarısızlığın bir numaralı tanığı...

Milliyet, 19.5.2007

Hasan CEMAL

20.05.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004