Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor, Rahmân'dan başka ibâdet edilecek ilahlar yapmış mıyız?

Zuhruf Sûresi: 45

02.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Ümmetim hakkında en çok korktuğum şey, nefsin isteklerine uymak ve ölümsüzlük hayâlidir.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 176

02.06.2007


Namaz, insanı intizam altına alır

Suâl: “Yukîmûne”1nin fiil sigasıyla zikrinde ne hikmet vardır?

Cevap: Ruha hayat veren namazın o geniş hareketini ve âlem-i İslâma yayılmış olan o intibah-ı ruhaniyi muhataba ihtar edip göstermektir. Ve o güzel vaziyeti ve o muntazam haleti hayale götürüp tasvir etmekle sami’lerin namaza meylini ikaz edip artırmaktır.

Evet, dağınık bir vaziyette bulunan efradı büyük bir sevinçle içtimaa sevk ettiren malum aletin sesi gibi, âlem sahrasında dağılmış insanları cemaate dâvet eden ezan-ı Muhammedinin (a.s.m.) o tatlı sesiyle, ibadete ve cemaate bir meyil, bir şevk husule gelir.

Sual: “Yusallûne”2 kelimesine bedel, itnablı “Yukîmûne’s-salâte”3nin zikrinde ne hikmet vardır?

Cevap: Namazda lâzım olan tadil-i erkân, müdavemet, muhafaza gibi “ikame”nin mânâlarını müraat etmeye işarettir.

Arkadaş! Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nispet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezb etmek namazın şe’nindendir. Namazın erkânı, Fütuhat-ı Mekkiye’nin şerh ettiği gibi, öyle esrarı havidir ki, her vicdanın muhabbetini celb etmek, namazın şe’nindendir. Namaz, Hâlık-ı Zülcelal tarafından her yirmi dört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevi huzuruna yapılan bir dâvettir. Bu dâvetin şe’nindendir ki, her kalb, kemal-i şevk ve iştiyakla icabet etsin ve mi’raçvari olan o yüksek münacata mazhar olsun.

Namaz, kalblerde azamet-i İlâhiyeyi tesbit ve idame ve akılları Ona tevcih ettirmekle adalet-i İlâhiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbaniye imtisal ettirmek için yegâne İlâhî bir vesiledir. Zaten insan, medenî olduğu cihetle, şahsî ve içtimaî hayatını kurtarmak için, o kanun-u İlâhiye muhtaçtır. O vesileye müraat etmeyen veya tembellikle namazı terk eden veyahut kıymetini bilmeyen, ne kadar cahil, ne derece hasir, ne kadar zararlı olduğunu bilâhare anlar, ama iş işten geçer.

İşârâtü’l-İ’câz, s. 46-47

Dipnotlar:

1- Dos doğru kılarlar. (Bakara Sûresi: 3.)

2- Namaz kılarlar.

3- Namazı dos doğru kılarlar. (Bakara Sûresi: 3.)

Lügatçe:

intibah-ı ruhanî: Ruh uyanıklığı.

sami’: İşiten.

itnab: Uzatma.

tadil-i erkân: Namazın rükûnlarının hakkını vermek.

müdavemet: Devam etme.

ikame: Yerleştirme, oturtma.

müraat: Gözetme, koruma, bakma, hıfzetme.

02.06.2007


Nur kalkanı

Kâinatta cârî olan fıtrî kanunların Cenâb-ı Hakk’ın izni olmadıkça mecrâlarını değiştirmeleri söz konusu değildir. İzin dairesinde yapılan değişiklikler ya hiddetin ya da imdadın neticesidir. Zaman zaman insanlığın başına gelen tabiî felâketlerin, bir hiddetin neticesi olduğu birçok tecrübelerle sabittir. Allah’ın sıkıntıda olan ve darda kalan sevgili kullarına imdat ettiği, bunun neticesinde ise olağanüstü hallerin vukua geldiği de bir gerçektir. Bu olağanüstü hallere mucize veya kerâmet adı verilmektedir. Peygamberlere mucizeleri, evliyâullaha da kerâmetleri ihsan buyuran Yüce Allah’ın, ihlâs ve samimiyetle yapılan duâların neticesinde imdat ettiği muhakkaktır. Bu imdat geldiğinde de, işleyen kanunlar işlemez, akan sular akmaz, yakan ateşler yakmaz olur.

İnsanca yaşamanın, gönül rahatlığı ile ibadet etmenin, yardımlaşmanın, kısacası her şeyin güzel taraflarını ön plana çıkartarak huzurlu bir hayat sürdürmenin zor olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Televizyon, internet ve basın gibi hayırdan çok şer hesabına kullanılan kitle ifsat araçları, geçim derdiyle bunalmış olan insanların kafalarına, vura vura moral yerine hayatın anlamsızlığını anlatmaktadırlar. Üretmeden tüketmeye özendirme politikalarına dayalı reklâmlar, insanları gün geçtikçe daha aç, daha fakir, daha hırslı ve daha acımasız bir hâle getirmektedir. Doğru yollarla elde edilemeyen lüks tüketim maddeleri, kutsal bildiğimiz birçok değerler çiğnenerek yanlış yollarla elde edilmeye çalışılmaktadır. Böylelikle vitrin, gün geçtikçe ahirzaman alâmetleri ile zenginleşmektedir. Zaman ahirzaman olunca; eğri oturup doğru konuşmak, bir konuşup bin düşünmek lâzımdır. Müsbet gelişmeler ve insanlığın hizmetine sunulan nimetler ne kadar sevindirici ise, bütün bunların beraberinde getirdiği riskler de o kadar üzüntü vericidir. Bu sebeple ihtiyaç duyulan insânî değerlerin daima zinde ve işler durumda tutulması zarûret haline gelmektedir.

İnsanlara verilen maddî ve manevî cihazlar, iyi ya da kötü kullanılmaya bağlı olarak, insanları en sefil derecelere düşürebildikleri gibi, en üstün derecelere de yükseltebilirler. Sâir varlıklarda olduğu gibi durağan bir yapı söz konusu olmadığından, bu dereceler ve makamlar üzerinde, mütemadiyen yer değiştirip duran insanoğlunun, hiçbir şeyin sabit kalmadığı değişken bir ortamda, yerini sabit tutabilmesi zaten mümkün değildir. İnsanın hayır ve iyilikler konusunda sürekli engellerle karşılaşılması, mükemmelleşme yolunda atılan adımlarda, tahrik unsuru olduğu için gereklidir ve bu çok da tabiîdir. Böylece şerler, iyilik ve güzelliklerin daha net bir biçimde görülmelerine ve kıyaslanmalarına vesile olduklarından, dolaylı olarak yine güzellik ve kemâle hizmet etmektedirler. İmtihan sırrına binâen çeşitli engellemelerle sürekli çabalamaya zorlanan ve çabalarken de yaralanmalara maruz kalan insanın, bazen duraklaması, bazen düşüşü, bazen de yükselişi bu yolculuğun acı ve tatlı cilveleridir. Burada önemli olan, en hafif yaralarla bu yolculuğu tamamlama ve zamanın dehşetine göre tavır alabilme becerisini elde edebilmektir.

Kıymetli şeyler, kıymet bilenlerin dikkatlerini çektiği gibi, muzır şeyleri de üzerlerine celb eder. Şüphesiz insan çok kıymetli bir varlıktır. Ona o kıymeti yükleyen de imandır. Etrafındaki muzır şeylerin çokluğu ve gittikçe de zamanın şartlarına göre dehşetli bir hal almaları, bu kıymetinden kaynaklanmaktadır. Gözüne, kalbine, kulağına ve sair azalarına, kısacası algı alanına bilerek veya bilmeyerek giren muzır şeyler, alev gibi her yerini dalayarak karartmakta ve manevî bir azabın ortasına doğru sürüklemektedir. Bu vesile ile daha çok zorluklarla baş etmek zorunda kalan mü’min, Peygamberimizin (asm) ve sohbet arkadaşlarının, dehşetinden çekinerek Allah’a sığındıkları, ahirzaman medeniyetinin sefahat, çılgınlık ve fanteziyelerinden Allah’a sığınmak zorundadır. Ümitsizliğin hayatta asla yeri olmamalıdır. Nemrut’un yaktırdığı dağ gibi ateş yığınının karşısında bile Allah’a olan tam iman, ümit ve güveninden zerre kadar şüphe etmeyen Hazret-i İbrahim, dik duruşunun mükâfatını bir mucize olarak görmüştür.

Günümüzde eskiye nazaran çok daha gizli, çok daha sinsi ve de çok daha cazip olarak üzerimize hücum eden Nemrutâne fitnelerin ateşinden sakınabilmenin yolu, hadsiz fakirlik ve âcizlik ve samimî bir ihlâsla Cenâb-ı Allah’tan imdat dilemekten geçer. Hazret-i İbrahim gibi ateşi güle çeviren, “Serin ve selâmetli ol” emrinin sınırlarına dahil olabilmek ancak bu şekilde olacaktır. Bu zamanda, en yüksek derecedeki ve kâmil mânâdaki bir imanla içini yakmadan gül bahçesine döndürecek, dışını da günah ve fitne ateşlerinden koruyacak veya geri püskürtecek nurdan manevî bir kalkana, her mü’minin çok ihtiyacı olduğu muhakkaktır.

[email protected]

Kadir AYTAR

02.06.2007


ESMA-İ HÜSNA

Kayyûm

Allah (c.c.), Kâim’dir, Kayyûm’dur, Mukîm’dir. Yani Cenâb-ı Hak bizâtihî kâim, dâim ve bâkî olan, yok olmayan, varlığı hiçbir şeye dayanmayan ve Kendinden olan, Kendiliğinden var olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve Kendiliğinden ayakta olan; başlangıç, son ve yeniden oluş gibi hallerden uzak bulunan, ezelden ebede vâr olan ve varlığı zorunlu olan tek varlıktır.

Her şeyin Kendisine dayandığı ve Kendisi ile kâim olduğu, Kendisi ile devam ettiği, vücutta kaldığı ve bekâ bulduğu Cenab-ı Allah(c.c.); mahlûkatını gözetip kollar, kullarını hıfz eder, gaybı ve şehâdeti çok iyi bilir, varlıkların hukukuna riâyet eder, her şeyi ayakta tutar, her şeyin kıyam ve idâresini bizzat yapar, âhirette eşyayı bâkî kılar.

Allah emir ve irâdesinde istikrar, hâkimiyetinde kararlılık sahibidir, her an kıyamdadır. Dalgınlık, gaflet ve bir yerden diğer yere nakil aslâ Ona yaklaşmaz, O bütün yerleri kuşatmıştır. O her an her yere hâkimdir. O, zamandan ve mekândan münezzehtir. Bütün zamanlar ve bütün mekânlar Onun avucunun içindedir. O dâimî, sermedî ve ebedîdir. Mertebesi yüksektir. Dâimâ adâlet ve hak ile hükmeder.

Kullarına istikâmeti ve adâleti emreden, istikamet veren ve istikamette tutan Cenab-ı Allah’tır. Mukîm-i Hakîm olan Cenab-ı Allah, her şeye kendi kabiliyetince kıyam verir. Küçücük zerrelerden gökyüzündeki dev kürelere kadar her şey Allah’ın diri tutmasıyla ayakta, kıyamda, vazifesinin başında ve faal haldedir. Kâinatta kayyûmiyet sırrı hâkimdir.

Kâim ismi1 bu ismin mübalağa şekli olan Kayyûm ismi ve bu ismin if’âl babından ism-i fâil şekli olan Mukîm ismi2 Peygamber Efendimiz (a.s.m.) tarafından Cevşenü’l-Kebîr’de zikredilmiştir. Bu isimlerden Kayyûm ismini Ebû Hüreyre’nin rivâyetinde de bulmaktayız.3 Kur’ân’da ise bu isimler yer yer ismen, yer yer mânâ itibariyle mevcuttur.

İlgili âyetlerden bir kaçı şöyledir:

“Yüzler, Hayy ve Kayyûm olana boyun eğmiştir. Yükü zulüm olan hüsrâna uğramıştır.”4

“Allah, kendisinden başka İlâh olmayan, Hayy ve Kayyûm olandır.”5

“Her nefsin yaptığı şeyler üzerinde kâim olan (herkesin yaptığını gözeten, bilen) Allah, putlarla bir olur mu? Onlar Allah’a ortak koştular.”6

Hayatın gerçek hukûkunun, Hayy-ı Kayyûmun rubûbiyetinin güzelliklerini göstermek olduğunu7 vurgulayan Bedîüzzaman, mahlûkatın en şereflisi olarak yaratılıp, kendisine büyük bir emânet verilen insana bütün semâvî kitaplarında ebedî hayatı ve saadeti vaat eden Cenab-ı Hakkın vaatlerini yerine getirmesinin, Kayyûm ismine bir bahar yaratmak kadar kolay olduğunu kaydeder.8 Bedîüzzaman’a göre, her insan ruh, kalp ve akıl yönüyle hayat ve duygu sayfalarında Kayyûm ismini okuyabilir.9

Cenab-ı Hakkın kemâli, güzelliği ve hüsnü zıtları ile değil, tezahür ettiği ve güzelleştirdiği eşya ile anlaşılır. Hayy-ı Kayyûmun rahmetindeki cemâl, merhametine mazhar olanlar tarafından algılanır.10

Kayyûm isminin haşre de işâret ettiğini beyan eden Bedîüzzaman, her kışta ölmüş ve kurumuş koca yeryüzüne, her baharda yeniden hayat veren ve tüm canlıları ayağa kaldıran Cenab-ı Hakkın dünyayı yıkmaya da, bozmaya da, kıyâmeti getirmeye de, yeni bir ebedî âlemi var etmeye de kudretinin ve kayyûmiyetinin kemâliyle var olduğunu kaydeder.11

Hazret-i Ali (r.a.) ile İmam-ı Rabbânî (k.s.) hakkında Kayyûm isminin İsm-i Âzam olduğunu beyan eden12 Bediüzzaman Saîd Nursî, Kayyûm ismini ayrı bir bölüm halinde “Beş Şuâ” içinde inceler.

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 239; 2- A.g.e., s. 231; 3- Tirmizî, Daavat: 86; 4- Tâhâ Sûresi: 111; 5- Bakara Sûresi: 255; 6- Ra’d Sûresi: 33; 7- Şuâlar, s. 67; 8- A.g.e., s. 193; 9- A.g.e., s. 576; 10- Sözler, s. 569; 11- A.g.e., s. 78; 12- Lem’alar, s. 520.

02.06.2007


Nurdan Dualar

Allahım! “Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir” (Buharî, Salât: 88) buyuran zâta ve âl ve ashabına salât ve selâm et.

...

Ey kavmi içinde Nuh'un duâsına icabet eden, ey düşmanlarına karşı İbrahim'e yardım eden, ey Yusuf'u tekrar Yakub'a kavuşturan, ey Eyyüb'den zararı kaldıran, ey Zekeriya'nın duasına cevap veren, ey Yunus ibni Mettâ'nın tevbesini kabul eden Allahım! Bu müstecap duaların sahiplerinin hürmetine, beni, bu risâlenin naşirini ve arkadaşlarını ins ve cin şeytanlarının şerlerinden muhafaza etmeni, düşmanlarımıza karşı bize nusret vermeni, bizi nefislerimize terk etmemeni, sıkıntılarımızı kaldırmanı ve kalblerimizin ve onların kalblerinin hastalıklarına şifa vermeni Senden istiyoruz. Âmin, âmin, âmin.

Mektubat, s. 330

***

Allahım, bizi şükredenlerden eyle—rahmetinle, ey Erhamürrâhimîn.

Allahım! Şükredenlerin ve hamd edenlerin efendisi olan, Efendimiz Muhammed'e ve bütün Âl ve ashabına salât ve selâm et. Âmin.

Mektubat, s. 351

***

Allahım! Efendimiz Muhammed'e ve Âl ve ashabına Senin razı olacağın ve onun lâyık ve müstehak olduğu bir rahmetle ve pek kesretli bir selâmetle salât ve selâm et. Âmin.

Mektubat, s. 364

***

Ey Kur'ân'ı indiren Allahım! Kur'ân'ın hürmetine, Ay ve Güneş dönüp durdukça bize Kur'ân'ın esrarını tefhim et; kendisine Kur'ân'ı indirdiğin zâta ve bütün Âl ve ashabına salât ve selâm et. Âmin.

Mektubat, s. 397

***

Allahım! Kadri pek yüce ve makamı pek büyük olan Habibin, Ümmî Peygamber, Efendimiz Muhammed'e ve Âline ve ashabına salât ve selâm et. Âmin.

Mektubat, s. 414

***

Allahım! Tıpkı Âlemlerde İbrahim'e ve İbrahim'in Âline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed'e ve Efendimiz Muhammed'in Âline de salât et. Muhakkak ki Sen her türlü hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyıksın ve şan ve şerefin her şeyden nihayetsiz derecede yüksektir.

Mektubat, s. 427

***

Allahım! Bütün asırların gavs-ı ekberi ve bütün çağların kutb-u âzamı olan Efendimiz Muhammed'e ve bütün Âl ve ashabına salât ve selâm et. O Efendimiz ki, Miracında haşmet-i velâyeti ve makam-ı mahbubiyeti tezahür etmiştir ve bütün velâyetler onun Miracının gölgesinde münderiç bulunmaktadır. Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

Mektubat, s. 441

02.06.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Bilâl-i Habeşi (ra) şöyle anlatıyor:

Hz. Peygamber’e (asm) geldim. Ona sabah namazını haber vermek istiyordum. Hz. Âişe benden sormuş olduğu bir şeyden ötürü beni engelledi, ortalık aydınlandı.

Gidip ezan okudum. Fakat Hz. Peygamber (asm) namaza gelmedi. Bir daha ezan okudum. Bu sefer Hz. Peygamber (asm) geldi ve sabah namazını kıldırdı.

Ona:

“Ey Allah’ın Resulü! Âişe beni meşgul ettiği için ezan okumakta geciktim. Ayrıca siz de geç geldiniz” dedim.

Hz. Peygamber (asm):

“Sabah namazının iki rekât sünnetini kılıyordum” dedi.

Dedim ki:

“Ey Allah’ın Resulü! Çok geç kaldınız.”

Hz. Peygamber (asm):

“Daha geç olsaydı bile, sünneti güzelce kılmadan çıkmazdım.” buyurdu.

(Ebu Davud, 2/259)

Süleyman KÖSMENE

02.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004