Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

"Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlı, yoksa İsâ mı?" dediler. Bu misâli sırf seninle mücadele etmek için verdiler. Doğrusu onlar pek düşman bir topluluktur.

Zuhruf Sûresi: 58

14.06.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Komşun seni "iyi" diye överse, sen iyisin. "Kötü" diye yererse, sen kötüsün.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 198

14.06.2007


Düşmanımız; cehâlet, zaruret, ihtilâftır

İstibdat, zulüm ve tahakkümdür. Meşrûtiyet, adâlet ve Şeriattır. Padişah, Peygamberimizin emrine itaat etse ve yoluna gitse halîfedir. Biz de ona itaat edeceğiz. Yoksa, Peygambere tâbi olmayıp zulüm edenler, padişah da olsalar haydutturlar. Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihâd edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularamızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husûmette fenalık var, husûmete vaktimiz yoktur. Hükûmetin işine karışmayacağız. Zirâ, hikmet-i hükûmeti bilmiyoruz.

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 23

***

Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lâkin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zîrâ komşudurlar. Komşuluk, dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar, dünyaya yayıldılar, terakkiyât tohumlarını topladılar; vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, terakkîye îkaz, bizdeki fikr-i milliyeti hüşyâr ediyorlar.

İşte şu noktalara binâen, onlarla ittifak etmek lâzımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahveden, cehâlet ağa, oğlu zaruret efendi ve hafîdi husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse, şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.

Münâzarât, s. 68-69

***

Hem de meşrutiyet-i meşrua denilen dünyada beşer saadetinin bir sebebi ve hâkimiyet-i milliyeyi temin ile makine-yi hayatın buharı olan hürriyetteki irade-i cüz’iyeyi istibdat ve tahakkümün belâsından kurtaran meşveret-i şer’iyenin mayasıyla mayalandıran meşrutiyet-i meşrua sizi herkes gibi imtihana davet ediyor ki, sinn-i rüşde bülûğunuzu ve vasîye adem-i ihtiyacınızı görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Mevcudiyetinizi ittihadla gösteriniz ve hamiyet-i diniye-i millî ile fikir ve vicdan-ı şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki gibi gösteriniz. Yoksa, sıfır çekecek ve şahadetnâme-i hürriyeti elinize vermeyecektir.

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 60

Lügatçe:

tahakküm: Baskı, zorla hükmetme.

zaruret: 1-Çaresizlik. 2-Muhtaçlık, fakirlik.

marifet: Eğitim.

teyakkuz: Uyanma.

husûmet: Düşmanlık.

hüşyâr: 1-Uyanık. 2-Ayık.

hafîd: Torun.

sinn-i rüşd: İyiyi kötüyü ayırt edebilecek yaş, büluğ çağı.

vasî: Yetim, hasta ve aklî dengesi bozuklar gibi güçsüzlerin işlerinin ve mallarının idaresi kendine vazife olarak verilen kimse.

adem-i ihtiyac: İhtiyaç olmama.

hamiyet-i diniye-i millî: Yüce duygularla din ve millet uğruna fedakârlıkta bulunma, çalışma, gayret.

şahadetnâme-i hürriyet: Hürriyet diploması.

14.06.2007


Tenteneli perdenin ardından melekût manzaraları

“Şu âlem-i maddiyât ve şehâdet ise, âlem-i melekût ve ervâh üstünde serpilmiş tenteneli bir perdedir.”1

İnsan yeryüzüne gözlerini açtığı günden beri mikro âlemden makro âleme kadar eşsiz bir düzenin içinde buluverir kendini. Sistem nakış nakış hiçbir yerde zerre kadar bir boşluk kalmayacak şekilde düzenlenmiştir. Üstelik mekanizma adım adım zerrelerin hareketiyle yürütülmüş, her oluşum bir sebebe bağlanmıştır.

Algılama ve sorgulama mekanizması sistem içinde gelişen insan, varolalı beri şahit olduklarını olduğu gibi kabul etme yanılgısına düşer. Hayatı sebep-sonuç ilişkisi içinde matematiksel bir nazarla değerlendirir. İki iki daha dört eder, asla beş etmez; üç ikiden her zaman daha büyüktür (dolayısıyla daha güçlüdür) gibi...

Mülk âlemi bir perdedir; çünkü “Kâinat kapıları zahiren açık görünürken, hakikatte kapalıdır.”2 Perdedir, fakat arkasını gösteren yarı şeffaf bir perdedir. Tentenelidir, çünkü üzerinde san'at icrâ edilmiştir. Mülk perdesinin motifleri harikulâde örneklerle süslüdür ve zahirde görünen yalnız odur. Akıl gördükleri ile hüküm vermek ister. Ancak perdenin motiflerine takılmayıp düzenleyiciye ulaşan insan, düzenleyicinin, düzenin sınırlayıcı etkisinden bağımsız olduğu gerçeğine ulaşırsa, işte o zaman dantel perde flûlaşır ve arka planda melekût âleminin güzellikleri ortaya çıkar. O (cc) dilerse, iki iki daha dört değil, iki bin iki yüz yirmi iki eder. O dilerse, bir binlere galip gelir. Kâinatta hiçbir boşluk olmadığı gibi, düzenleyiciye ulaşan için her kemale engel olan ümitsizliğin de yeri yoktur.

Siz az iseniz ümitsizliğe düşmeyin, melekût âleminin sahibi bu birlikten öyle bir sinerjik etki oluşturur ki buna siz değil, tarih bile şaşırabilir. Siz iki iseniz karşınızdaki üçten, beşten korkmayın. Hakiki tesiri veren Cenâb-ı Hak dengeleri sizin lehinize kaydırabilir. Yeter ki Hakk’a dayanıp Hak’ça davranın ve O’na güvenin.

Mülk perdesinin işlemeleri, melekût âlemini gösterecek şekilde nakşedilmiştir: Bal gibi şifalı bir gıda, zehirli bir böceğin eline verilir. İpek, elsiz bir böceğe yaptırılır. Koskoca çam ağacı, minik bir çekirdeğe yüklenir. Bedir Savaşı’nda Hakk’a dayanan üç yüz kişi, gücüne güvenen bin kişiye karşı galip gelir. Çanakkale’de mücadele sadece sayı ile sınırlı kalmaz, teknolojik güce karşı da verilir. Ve sonuç galibiyet... Bediüzzaman’ın sürgünler, hapisler, zehirlenmeler ve dolayısıyla hastalıklarla geçen ömrü, bugün, otuz dünya diline çevrilen muazzam bir Kur’ân tefsirini semere verir.

Hayatta bir gerçekliği olan yukarıdaki örneklerin, mülk âleminde cârî kanunlarda aslında pek de yeri yoktur. Bunlar melekut âleminin güzellikleridir. Bu yüzdendir ki Yaratıcıyı bulan için bu örnekler anlaşılabilinirken, perdeye takılı nazarlar için hayret vericidir ve “Anlaşılıyor ki sen bir parça frengi okumuşsun, bu İslâm yazılarını anlamıyorsun”3 demek tam da yerinde olacaktır. Çünkü İslâm’ın bir şeâiri olan besmele bile mülkten melekûtu görünür kılar.

“Yani, Bismillahirrahmanirrahim, yukarıdan nüzûl ile, semere-i kâinat ve âlemin nüsha-i musağğarası olan insana ucu dayanıyor. Ferşi Arşa bağlar, insânî arşa çıkmaya bir yol olur.”4 Allah ve insan arasında köprü kuran bu hatt-ı nurânî, mülkten melekûta bir geçiştir. Kul her hareketinde sebeplere müracaat etse de, hakiki tesiri verenin Müsebbibü’l-Esbab olduğunu hatırlar. Her işinde besmele çekmesi istenen insana aslında her hareketinde insânî arşa çıkması için bir davet vardır.

Dipnotlar:

1- Sözler, 29. Söz, 1. Maksad, 1. Esas, s. 470

2- Sözler, 30. Söz, 1. Maksad

3- 10. Söz

4- 14. Lem’a’nın 2. Makamı 1. Sır

[email protected]

Nuriye ÇEVİK

14.06.2007


“Erkek çocuğunu seviniz”

HABER YORUM

‘’Çocukların babalarını yaşamın ilk yıllarında rakip gibi görmeleriyle başlayan ilişkileri ilkokul çağında hayranlığa, ergenlik döneminde ise çatışmalara dönüşüyor’’ diyen Psikiyatri Uzmanı Dr. Ali Ayas, erkek ve kız çoçuklarının babalarıyla olan ilişkilerinde bir farka dikkat çekmiş.

Babaların kızlarıyla hayatın ilk dönemlerinde hayranlıkla başlayan özel ilişkilerinin, kız çocuklarının babalarının hayatlarındaki ilk erkek olmaları sebebiyle yoğun bir bağlılık duyusuyla kendini gösterdiğini dile getiren Ayas, babaların erkek çocuklarıyla olan iletişiminde ise zaman zaman sorunlar yaşanabildiğini ifade ederek, erkek çocuklarındaki “Oidipus” kompleksinin, onların babalarını güçlü ve tehlikeli bir rakip gibi

görmelerine sebep olduğunu belirtmiş. (aa)

Dr. Ayas’ın bu tespitleri, size de Peygamber Efendimizin (asm) “Erkek çocuğunu seviniz” hadisini hatırlatmıyor mu?

Sahabeler, Peygamberimize (asm) “Kızları niçin istisnâ ettin?” diye sorduklarında, o yüce Resûl şöyle demiş:

“Kızlar kendi kendini sevdirirler, onlar fıtraten sevimlidirler.” (Süyûtî, el-Hâvî li’l-Fetâvâ, 2:308; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1:54.)

Bu hadisi, Barla Lâhikası isimli eserinde Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, talebesi Re’fet Beyin, kendisine “Erkek çocuk, kız gibi değildir” (Âl-i İmran, 3: 36) âyetinin sırrını sorması üzerine aktarmıştır.

Bediüzzaman, daha önce, Re’fet Beyin bir kız çocuğunun dünyaya gelmesi üzerine, ona yazdığı bir mektupta, hem onu tebrik ederek duâ etmiş, hem de kendisine “Erkek çocuk, kız gibi değildir” (Âl-i İmran, 3: 36) âyetini hatırlatmıştır. İşte bu mektup üzerine Refet Bey, kendisine mezkur âyetin sırrını sormuş, Bediüzzaman da, izah bağlamında yukarıdaki hadisi aktarmış ve şu cümleyi de eklemiştir:

“Evet, kız, şefkat ve cemalin mazharı olduğundan, erkek çocuğundan daha ziyade sevilir.” (Barla Lâhikası, s. 188)

Baş tarafa aldığımız haberden anlaşılabileceği gibi, bugün Psikiyatri uzmanları da, kız çocuğunun, erkek çocuğuna göre anne babasına kendisini daha çok sevdirdiğini, onlara karşı daha yoğun bir bağlılık duygusu içerisine girdiğini ifade ediyorlar.

Bu gerçekler çerçevesinde, Peygamber Efendimizin (asm) “Erkek çocuğunu seviniz” sözünün hikmeti şüphesiz daha iyi anlaşılmaktadır. Uzmanların ifadelerine göre özellikle ergenlik dönemlerinde babalarını ‘güçlü ve tehlikeli bir rakip’ gibi görebilen erkek çocukların, içine girdikleri çatışmayı, bu Peygamberî ögütle, yani özellikle babaların kendilerine göstereceği sıcak ve yakın bir ‘sevgi ve şefkat’ atmosferiyle aşabilecekleri aşikârdır.

İsmail TEZER

14.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004