Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Tekrar ve daima AB

“Hudson Ensititüsü”nden feláket senaryosu; ultra muhafazakâr ideologlardan apolet nasihatı; “neo-con” gericilerden TSK methiyesi falan, şu gerçek artık göz çıkartıyor:

İstisna mistisna ve kılıç artığı - tekne kalıntısı ama, aşırı sağ kimlikli bir bölüm Amerikan ricáli Türkiye’de darbeye oynamaktadır.

Yani, ülkemizdeki “ulusalcı-kuvvacı” hazretlerle aynı kaba def-i hácet eylemektedir.

Zaten ben bizim zevátın yerinde olsam, “ABD’ye evet, AB’ye hayır” pankartı açarım.

* * *

Öyle, zira geçen hafta ayrıntısıyla açıkladığım gibi, bizim darbeperestlerin “zafer”e (!) ulaşması ancak ve ancak Washington’daki gericilerin de zafere ulaşmasıyla mümkündür.

Ağababa ABD “yeşil ışık” yakmadığı takdirde Türkiye’de darbe olmaz. Oldu, tutmaz.

Oysa, bırakın böyle bir “yeşil ışığı” falan, ülkemizdeki bir kışla macerasına “sarımtırak” ışık bile yakacak bir Avrupa mevcut değildir. Asla da olmayacaktır.

Yaşlı Kıta, okyanus ötesindeki pragmatik, háttá oportünist Yeni Dünya’ya benzemez.

Esamesi dahi okunmayan belki birkaç tımarhanelik deli hariç, ne istisna, ne marjinal, ne de “beyin” olarak, Türkiye’de askeri müdahaleye “göz kırpacak” tek bir AB kulu çıkar.

Brüksel’deki hiçbir “kafa enstitüsü” Washington’a özenmez. “PKK liderlerini seçimden sonra iade edelim de AKP’nin işine yaramasın” diye kumpas senaryosu kurmaz.

Hiçbir “sivri akıllı” da Pipes veya Perle’yi kopya etmez. “TSK’yı kollayalım ve el altından iktidara yön vermesini ’anlayışla karşılayalım’ (!)” diye gazete makalesi yazmaz.

Zaten Atlantik’in iki yakasını ayıran “siyaset kültürü”nün özü de buradadır.

* * *

Evet buradadır, çünkü ABD son tahlilde bir “ultra süper güç”tür.

Gerek yönetim mekanizması, gerek kamuoyu duyarlılığı, gerekse de demokrasi etiği açısından Avrupa’ya benzemez. “Realpolitik” uğruna apoleti de, süngüyü de destekleyebilir.

Ama o Avrupa’nın şöyle veya böyle kendi bünyesinde addettiği, üstelik kör topal da olsa üyelik müzakereleri başlattığı bir Türkiye’de demokrasinin değil de ona zıt otoritarizmin ve militarizmin ağır basmasına göz yumması imkánsızdır. Maddenin tabiatına aykırıdır.

Ve işte bu yüzden de, söz konusu aidiyet ve müzakere süreci, başta mevcut iktidar için olmak üzere, ülkemizdeki bütün sivil güçler açısından bir güvence ve bir dayanaktır.

“Dış dinamik” dediğimiz o ilerletici motorun hem silindiri, hem pistonu, hem de karbüratörü yalnız ve yalnız AB’dir ki, ABD’nin buradaki etkisi diş kovuğuna bile kaçmaz.

* * *

Oysa, başlarda Brüksel ipini cidden sıkı tutmuş olan hükümetin işi giderek tavsattığı; dolayısıyla da, aslında kendi ayağına ateş etmeyi kabullendiği hazin bir vakıa oluşturuyor.

Yani AKP hükümeti, AB sürecini yavaşlatmanın aslında, “dikotomik” denilen türden aşamalı bir zıt gelişmeyle “ulusalcı-kuvvacı” gericiliği hızlandıracağı olgusunu göremedi. Otoritarist ve militarist hezeyanlara karşı “Avrupai sivillik” değerlerini sahiplenip o AB dayanağından istifade edeceği yerde, yeni zengin müsrifliğiyle bu hayati kozu pas geçti.

Ama Allah’tan, söz konusu koz henüz harcanmadı. Türkiye sivilliğinin elinde duruyor.

Sarkozy’nin girişimiyle müzakere fasıllarından birinin dondurulması da öz itibariyle bir “yol kazası”dır. Parti sürmektedir ve masadan kalkmış oyuncu yoktur.

Çünkü, Fransa gibi bütün Avrupa da, 22 Temmuz seçimlerinden itibaren ve AB Aralık zirvesine kadar Türkiye’de ortaya çıkacak yeni “manzara-ı umumi”yi beklemektedir.

Dolayısıyla da, “ulusalcı-kuvvacı” gericiliğin “ABD’ye evet, AB’ye hayır” siyasetine karşı, ülkemizdeki sivil demokrasi güçlerinin önünde tamı tamına altı ay vardır.

Şimdi, gırtlağımızın pasını ve “AB’ye evet, çünkü demokrasiye evet” şiarını atmak zamanıdır.

Hürriyet, 27 Haziran 2007

Hadi ULUENGİN

28.06.2007


 

Sarkozy ve bizimkiler

Sarkozy’ler, ‘demokrasi düşmanları’ ile el ele mi?.. İddialı bir soru belki..

Böyle bir girişten sonra yazıma devam ediyorum.

Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy beklendiği gibi davrandı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği yoluna Brüksel’de ilk taşı koydu.

Bir başka deyişle:

Fransa, AB ile Türkiye arasında açılacak üç yeni müzakere başlığından birini engelledi.

Sürpriz olmadı.

Bu arada Fransa’nın Avrupa İşleri Bakanı Jean-Pierre Jouyet de Fransız Le Figaro gazetesine verdiği demeçte, Türkiye’nin AB üyeliğine ehil olmadığını söyledi.

Bu da sürpriz değil.

Türkiye’nin AB üyeliği konusu, yalnız Türkiye’yi değil, Avrupa’yı da bölüyor, kamplaştırıyor.

Bir yanda Türkiye’yi AB içinde görmek isteyen ve bunun için kararlı bir çizgi izleyen İngiltere, İsveç, İspanya, İtalya gibi ülkeler var.

Örneğin, şu günlerde İngiltere’de on yıllık hükümet başkanlığına veda edecek olan Başbakan Tony Blair gazetemiz Milliyet’te yayımlanan makalesinde, Türkiye’nin AB yolunu ve üyeliğini savunurken şöyle diyordu:

“Türkiye eğer demokraside geriye gider, siyasi ve ekonomik açıdan daha içe dönük bir ülke haline gelirse, bundan hepimiz zararlı çıkarız. Bunun olmayacağından eminim. Türkiye’nin AB’ye katılım süreci önemli bir faktör...”

AB’nin sadece Sarkozy’lerden ibaret olmadığını belirtmek için bu satırların altını çiziyorum.

Almanya’nın muhafazakar Başbakanı Angela Merkel de Sarkozy’ye yakın. Ancak, Sosyal Demokratlarla koalisyon ortaklığı ve özellikle Alman Dışişleri Bakanı Steinmeier’in varlığı, öyle anlaşılıyor ki Merkel’in tutumunu dengeliyor.

Peki, Sarkozy’ler neyin peşinde?..

Türkiye’nin AB yoluna taş koymanın, Türkiye’de AB karşıtlığını körüklemenin ne anlama geldiğini ne kadar düşündüler, düşünüyorlar? Türkiye AB yolundan kayarsa, Türkiye’de neler olur? Bu yeni durum, Ortadoğu dahil bölgesel istikrar açısından ne gibi gelişmelere yol açabilir?

Ya da AB’ye sırtını dönen bir Türkiye, başka sulara doğru yol alırken, bundan AB’nin küresel oyunculuğu, Avrupa’nın enerji güvenliği, İslam’la diyalog ve Avrupa İslam’ı gibi konular acaba nasıl etkilenir?

Sarkozy’ler, ‘Türkiye politikası’nı seçim sandığında oy hesapları yaparak belirlerken, vizyon ve geniş ufuk gerektiren yukarıdaki sorulara acaba yeterince eğildiler mi?

Pek ihtimal veremiyorum.

Ama şurası kesin:

Sarkozy’ler, Türkiye’de demokrasiyi ve dolayısıyla AB’yi en büyük düşman bellemiş çevreleri çok sevindiriyor.

Bu çevreler, AB’nin birinci sınıf demokrasi olduğunu gayet iyi biliyorlar. O yüzden, AB yoluna koyulacak her taşın, Türkiye’yi demokrasi ve hukuk yolundan uzaklaştıracağının farkındalar.

Onun için de Türkiye’deki bu çevrelerin Sarkozy’lere duakâr olduklarını bilin!

Belki geçen ay seçim telaşı içinde Sarkozy’lerin gözünden kaçmıştır. Türkiye’nin AB üyeliğini vatana ihanet ile eşanlamlı gören iki emekli general, Londra’da bir konferansa katılmışlardı.

Biri, Türkiye’de 2003-2004 darbe tertipleri konulu iddialarla ilgili olarak adı en ön sırada geçen, eski Jandarma Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur’du.

Kısa adı ADD olan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Başkanlığı’nı da (cumhuriyet mitinglerinin düzenleyicisi olan dernek) yapan Eruygur Paşa’nın yanındaki ikinci emekli orgeneral de eski Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’tı.

İki emekli general, İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği’nin konukları olarak Londra’da “Cumhuriyetimize sahip çıkmak” konulu konferansta konuştular.

Her iki paşamızın konuşmasında iki nokta belirgindi:

(1) AB’nin bölücü etkileri... (2) Türkiye’nin AB’ye sırtını dönerek ve NATO’dan da çıkarak Rusya’ya, İran’a, Çin’e doğru Asya sularına açılması... (Sabah gazetesi, 29 Mayıs 07, s. 25, Perihan Korkmaz’ın Londra kaynaklı haberi)

Aslında bu haber yeni değil.

Tuncer Kılınç Paşa daha MGK Genel Sekreterliği koltuğunda otururken de Türkiye’nin AB’den vazgeçip Rusya, İran ve Asya’ya doğru açılmasını açıkça savunmuştu.

Bu arada, 20 Haziran tarihli Le Monde gazetesinde bir yorum çıktı.

Sarkozy’ler farkında mı?..

AB ve ABD ile sıtkı sıyrılmaya başlayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Rusya’yla, İran’la alternatif ittifak arayışları içinde olduğuna dair iddialara yer veren bu yorum ve konuya yarın da devam...

Milliyet, 27 Haziran 2007

Hasan CEMAL

28.06.2007


 

Düz ovada siyaset sözüne Ağar açıklık getirdi..

Düz ovada siyasetin anlamı şu..

İnsanların dağa çıkmasını önlemek..

İyi de nasıl olacak?

TESEV geçen yıl eylül ayında Güneydoğu raporu yayınladı.. Diyorlar ki: O bölgede fabrika açsanız da, tesis kursanız da, yatırım yapsanız da bir işe yaramaz..

Neden?

Çalıştıracak adam bulamazsınız..

Olur mu?

Orada on binlerce işsiz var..

Var ama kalifiye değil.. Yani sanayi tesisini çalıştırmak için batıdan iş gücü getirmek gerekiyor.. Onlar da gelir mi, gelen kalır mı belli değil..

Güvenlik boyutunu bir kenara bırakırsak, bu nedenle Güneydoğu’ya kimse yatırım yapmıyor.. İşte düz ovada siyaset sözünün açılımında aslında bu var..

Önceki akşam Ağar’la uzun süre sohbet etme olanağı buldum.. TV8’de canlı yayında bir araya geldik.. Anlattı:

Önce eğitim vermek lâzım dedi..

Meslek okullarıyla.. Çırak okullarıyla..

Özel kontenjanlarla.. İş sahalarıyla.. Bölgedeki gençleri kazanmak lazım.. Ufuk vermek lazım, umut vermek lazım, gelecek vermek lazım..

Açık açık sordum..

Şırnak’taki genç Kocaeli’ndeki fabrikada..

Diyarbakır’daki genç Bursa’daki sanayi tesisinde kalifiye işçi olarak.. Meslek sahibi olarak iş bulursa sorun çözülür mü?

Ağar evet dedi..

Peki şimdi ne durumdayız..

Şırnak’taki genç Bodrum’a geliyor, Ayvalık’a geliyor, Antalya’ya geliyor..

Ama tuğla taşımak için.. Harç karmak için.. Amelelik yapmak için..

İstanbul’a geliyor, yol kazmak için, lağım temizlemek için..

Çünkü bilgisi yok.. Eğitimi yok..

İşte asıl mesele bu..

Batıya gelemeyen de, aklı çelinen de dağa çıkıyor.. Önce bunun önünü kesmek lazım..

Tek çıkış yolu da eğitim.. Çünkü iş bulmanın yolu eğitimden geçiyor..

Anladığım kadarıyla Ağar’ın Güneydoğu’ya bakışı bu..

Peki bu yaklaşım Ağar’a oy kaybettirir mi?

İyi anlatırsa ettirmez.. Bence, önceki akşam bize anlattığı gibi her gün her yerde anlatmalı..

Anlatmazsa oy kaybettirir..

Çünkü rakipleri bu sözü fena kullanıyor..

Kürt milliyetçiliğine karşı, Türk milliyetçiliğini körüklüyorlar..

İki taraf da oy uğruna körüklüyor da farkındalar mı bilmiyorum..

Geleceğimizle oynuyorlar..

Ağar’ın bu yaklaşımı hayata geçirilirse Denizli’de, Manisa’da, Trabzon’da, Van’da, Diyarbakır’da cenaze törenleri düzenlenmez..

Türkiye şehit vermez..

PKK adlı terör örgütünün eli ayağı kesilir..

İsteğimiz de bu değil mi?

Gençlerin, çocuklarımızın gönül rahatlığı içinde askerlik görevlerini yapması değil mi?

O zaman!

*

Ama Türkiye bunları konuşamıyor..

Niye?

Diyorlar ki terör varken, silahlar konuşurken, bombalar patlarken konuşulmaz..

Doğru..

Ama bu ülkede silahlar beş yıl sustu..

Soruyorum.. Bu süre içinde siyasetçiler ne yaptı? O günlerde neden hiç konuşulmadı? Neden tek bir adım bile atılmadı?

Adım atılmadığı için.. Siyasetçiler elini ateşe sokmadığı için.. Aman elim yanmasın dedikleri için..

PKK terörü yeniden hortladı..

Vatan, 27 Haziran 2007

Mehmet TEZKAN

28.06.2007


 

Doğuda ne zaman isyan olmamış?

Pazartesi gecesi TV8’de yayınlanan ‘ Söz Konusu’ programında Ağar’ın karşısında benden başka Tufan Türenç ( Hürriyet ) ve Mehmet Tezkan ( Vatan ) oturuyordu.

(...)

Geçen gün örneğini vermiştim: Kürt isyanlarına karşı en güçlü siyasi irade 1923-1938 yılları arasındaydı. Cumhurbaşkanı Atatürk . Sağ kolu Başbakan İsmet İnönü . Sol kolu Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak .

Yani o zamanlar “ eşkıya “ denilen isyancıların karşısında dönemin en sağlam siyasi iradesi, yek vücut halindeydi. Ama yine de 15 yıl içinde irili ufaklı 16 isyan meydana gelmişti.

Kıssadan hisse: Siyasi irade, terörle mücadelede ilk sırada yer almaz. Esas olan yöntemin doğru seçilmesidir . Mesela sadece dövecek misin, yoksa sevmeyi de bilecek misin?

Bu tip programların en hoş yanı reklam araları... Siyasi fikirleri taban tabana zıt olan katılımcılar dahi, çaylarını yudumlarken tatlı tatlı sohbet ediyor.

Fırsat bu fırsat ben de yukarıda özetlediğim konuyu Ağar’a aktardım. Sadece “ Dövelim “ diyenlere karşı, 1936’da ‘ Şark Raporu’nu hazırlayarak, “ Sevmemiz de gerek “ diyen Celal Bayar’ı andık.

“Demokrat Parti döneminde ( 1950-1960 ) hiçbir ciddi kalkışma olmamıştı “ diyen Ağar da asıl meselenin farkındaydı.

Sanırım benim için de en iyisi sormak değil anlatmak .

Sabah, 27 Haziran 2007

Emre AKÖZ

28.06.2007


 

Türkiye dostu Sarko!

Ya Sarkozy salak olmalı ya da içimizde birileri.

Düşünün, Avrupa solu, Yeşiller’i filan Türkiye’nin AB üyesi olabileceğini söyleyip bizi kandırmak, bir güzel sömürmek, bölmek, parçalamak istiyordu. Di mi?

Ama Fransız sağının en şoven, en milliyetçi, ulusalcı, duruma göre faşo, yer yer ırkçı, elhak yabancı düşmanı kesimlerinin de oyunu alarak devletin başına geçen Sarkozy ise Türkiye’yi istemiyor.

İçimizden birilerinin mantığına göre, bunu “Sarko Türkiye’yi sömürmek, bölmek, parçalamak istemiyor; tam bir Türkiye dostu” diye anlayabiliriz.

Böyle bir vicdandır yani Sarko’ nunki.

Burada da aslında terste gibi görünen çok sayıda müttefiki olan;

“Sarkozik” Avrupalının seni toptan “öteki, farklı, yabancı, Şarklı, Ortadoğulu, yoksul, cahil, Müslüman, ter kokulu” bulması gibi, burada da kendi insanının bir, hatta önemli bölümünü “öteki, yabancı, garip, iğrenç” bulanlarla buluşan bir zihniyet.

Ve buluşma noktası şudur:

Senden toptan nefret eden Batılı ile senin içinde bir ötekinden nefret edenlerin sevda tepesi.

“Fransız yeni faşizminin artık eskimiş lideri” Le Pen, boşuna burada en çok Erbakan’ ı sevmezdi.

Çünkü, bir ötekinin kökenine, kimliğine milliyetçi, dinci, fanatik nefret ile çıktıkları iki ayrı yol sonunda, aynı durakta buluşurlardı.

Ötekinin reddi.

Ötekini içine almama, düşman belleme, tehlikeli görme. Aynı şey şimdi Sarkık Sarko ile buradaki Salako’ lar arasında da geçerli.

Biri toptan Türkiye’den, diğerleri toptan AB’den, demokrasiden, insan haklarından, farklı olandan filan nefret ederek aynı kapıya çıkıyorlar. O yüzden de müttefik sayılmalılar; birbirlerine bayılmalılar.

Ne diyeyim.

Bir de şunu:

Bu Sarkozy’ nin Avrupa dışındaki en önemli müttefikleri, geleneksel Fransız merkez sağ ve sol politikalarına, De Gaulle’ cüler ile sosyalistlerden çok farklı biçimde açıkça yanaştığı iki kritik devlet hangileri, biliyor musunuz?

Sözde Türkiye’nin AB üyesi demokratik bir ülke olmasını destekler gibi yaparken, aslında terörü de maşalaştırıp Ortadoğu batağına saplamak, Iraklaştırmak, öbür gün Şii İran’a karşı Sünni ittifakın parçası kılıp durmadan savaştırmak, ruhunu bölmek, paramparça etmek isteyen iki “neomuhafazakâr” zihniyet:

ABD’li kimi Cumhuriyetçiler ile İsrail yönetimi, Likudçular ve bilumum teorisyenleri, Hudson mudson Washington maşington enstitüleri, AEİ’leri, Perle, Rubin gibi burada, kimi kurumlar nezdinde pek itibarlı olan yırtıcı şahinleri.

Al Sarko’yu vur Darko’ya.

Sonuç aynıdır: Karanlık, hep karanlık!

Sabah, 27 Haziran 2007

Umur TALU

28.06.2007


 

Mağdur rolü

Başbakan meydanlarda cumhurbaşkanı seçiminin mağduru rolünü oynuyor.

Ama zaman zaman da Kasımpaşalılığın verdiği efelikle halkı krizle tehdit edip, 370 milletvekili istiyor.

Bize cumhurbaşkanı seçtirmediler” diye muhalefeti halka şikáyet ediyor.

Ama 353 milletvekiline sahip bir parti lideri olarak cumhurbaşkanı seçememenin beceriksizliğini ağzına almıyor.

Yardımcısı Abdullah Gül ise cumhurbaşkanlığının kıyısından dönmenin verdiği öfkeyle mikrofondan ağzına geleni söylüyor.

Meclis’e girmeyen muhalefeti kendisine oy vermedikleri için erkek olmamakla suçluyor.

Kadın dernekleri bunu kınayınca bu kez kadınlardan özür dilemek zorunda kalıyor.

Şurası bir gerçek ki hem Tayyip Bey, hem Arınç, hem de Gül cumhurbaşkanlığı seçimini yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. (...)

Gerçek bu, gerisi boş laf.

* * *

Mehmet Ağar diyor ki: “O kadar çirkin politika yapıyorlar ki, halka bizi ’Müslüman cumhurbaşkanı seçtirmediler’ diye şikáyet ediyorlar. Politika bu kadar kalleşçe yapılmamalı.”

Oysa Erdoğan ve Gül sık sık dini politikaya alet etmediklerini söylüyorlar ama tam tersini yaptıklarına tanık oluyoruz.

Mehmet Ağar, “Bu iftiranın yanıtını mutlaka alacaklar” diyor.

Hürriyet, 27 Haziran 2007

Tufan TÜRENÇ

28.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004