Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Halk mı, askerî bürokrasi mi ?

Anayasa ne diyor?

Cumhurbaşkanını Meclis seçer diyor.

Seçebildi mi?

Hayır. Neden? Çünkü silah gösterdiler.

Bu ne zaman oldu? 27 Nisan gecesi. Meclis’in cumhurbaşkanlığı seçim turlarına başladığı ilk günün akşamı.

Çok büyük çoğunluk, askeri muhtıranın sadece Meclis’e değil...

Daha ziyade Anayasa Mahkemesi’ne verildiğine inanmakta.

Daha sonra ne oldu?

Muhtıra galip geldi.

***

Şimdi Anayasa mahkemesi farklı bir karar almış...

Üstelik, süresi çoktan dolduğu halde Çankaya’da oturan cumhurbaşkanı ve CHP’nin tüm başvurularına her zaman tam bir uyum gösterirken, bu kez göstermemiş.

‘Cumhurbaşkanını halk seçsin’ demiş.

Demiş de...

Hangi şartlarda, nasıl, ne zaman seçeceği okkalı bir Pazar bulmacası gibi.

Tartışma yaratmayacak kadar sarih olsa ne olur ki?

Doğrusu ben fazla...

Ne fazlası...

Hiç heyecanlanmıyorum.

Çünkü cumhurbaşkanlığı seçimine inanılmaz bir zorlamayla 367 şartını getiren de aynı adres değil mi?

***

Ayrıca...

Anayasa suçu işleyen...

27 Nisan muhtırasıyla hesaplaşıldı mı?

Silah tehdidi ortadan kalktı mı?

‘Cumhurbaşkanını askeri bürokrasi seçer’ dayatması yok oldu mu?

Dün anayasanın amir hükmüne rağmen halk iradesini çalıştırmayanlar, bir anda demokrasi gücü haline mi geldi şimdi?

***

Dün, anayasaya aldırmayanlar...

Yarın, hukukçuların slalom yapmayı meziyet saydığı bu coğrafyada Anayasa Mahkemesi’nin son kararına mı aldıracak?

Hukuk istikrar demektir.

Abdullah Gül’ün adaylığı açıklandığında tereddüdü olan var mıydı?

Ama ne oldu?

Önü zorla kesildi.

Bizde hukukun olmadığının en somut ve hazin son örneği değil mi bu?

E, şimdi ne değişti de hukuk varmış gibi yapacağız?

***

Gerçek bir demokrasi olacaksa...

Hukuksal ilke olacak.

O ilkeden taviz verilmeyecek.

Geceyarısı muhtırası anayasal suç muamelesi görecek.

Bir gün öyle...

Bir gün böyle olmayan...

Muhtıradan önce, muhtıradan sonra diye bölünmeyen...

Zamana ve zemine göre kaymayan bir hukuk algısı yerleşecek.

Anayasayı lağveden darbecileri tebrik için sıraya giren Anayasa Mahkemesi üyeleri...

Post modern darbecilerin brifingine katılan yargı üyeleri hukukun utanç sayfalarına yazılacak.

***

Burası Şark...

Demokrasi kesinkes hakim olmadan...

Günü birlik kararlara mürekkep akıtmak...

Hele 27 Nisan orada dururken...

Ne kadar anlamlı?

Demokrasilerde cumhurbaşkanını ya doğrudan ya da Meclis eliyle halk seçer.

Ama demokrasilerde olur bu.

Türkiye ne kadar demokrasi?

***

Türkiye, halk iradesine saygılı, demokratik bir ülke kararlılığını...

Azmini göstermeden...

Bunun savaşını vermeden...

Türkiye’de ‘cumhurbaşkanını halk mı seçer, askeri bürokrasi mi,’ sorusu aşılamaz.

Hukukun olmadığı diyarda neyin nasıl olacağı belli mi olur?

Olsa 27 Nisan mı olurdu?

***

Arada bir hukuka uygun kararlar çıkabilir...

Önemli olan bütün sistemin hukuka uygun olması.

Star, 7.7.2007

Mehmet ALTAN

08.07.2007


 

Vatansever kuvvetler

Ankara Başsavcılığı’nın Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi hakkındaki soruşturması, ortada bayağı dal budak salmış ilişkiler ağı olduğunu gösteriyor.

Bir hukukçu olduğum için, haberlerde adı geçen kişiler ve eylemler hakkında şimdiden kesin bir şey söyleyemem. Hırant Dink ve Danıştay cinayetleriyle irtibatları konusunda adalet karar verecektir.

Ama şu belli ki ülkemizde bilinen terör örgütlerinden başka, bir de “vatanseverlik” adına hareket eden çeşitli ‘illegal’ oluşumlar var. Daha önemlisi, yaygın bir ‘illegalite’ kültürü var!

Atatürk’ün Milli Mücadele’de, ‘komiteci’ gibi, arkadaşlarına silah üzerine yemin ettirdiği şeklinde bir efsane uydurup bugün bayrak, Kuran ve silah üzerine yemin etme özentilerinden tutun da, ta cinayetlere kadar uzanan geniş, yaygın bir illegalite kültürü!

İçlerinde emekli subayların da bulunması meseleyi daha vahim hale getiriyor.

Vatanseverlik adına şehit ailesini dolandırmışlar! Şaşırmadım! Çünkü bir defa “meşruluk” kültürü yok olursa, yapılmayacak kötülük kalmaz!

Balkan çeteciliği

Bu illet bize Balkan komiteciliğinden bulaştı. Mülazım (Teğmen) Atıf Bey, 7 Temmuz 1908’de Manastır’da Mareşal Şemsi Paşa’yı Balkan usulü bir suikastla öldürdüğünde, cinayetler zinciri başladı. İttihat ve Terakki, başka yönleri kadar suikastlarıyla, silahşörleriyle de ünlendi.

Şair Eşref’in “İttihatçı dedikçe aklıma katil geliyor!” mısraı bir devrin fotoğrafıdır.

Üstelik bunlar devleti ele alınca yazdıkları tarih kitaplarında kendilerini “kahraman-ı hürriyet” diye alkışladılar. İllegaliteyi, hukuksuzluğu yücelten bir kültür yarattılar! (...)

Kara leke

Bizde illegalite kültürünü besleyen diğer bir kaynak, ‘devrim’ algılamasıdır. 27 Mayıs’ın açtığı kapıdan sökün eden cunta çeteleri ile ‘silahlı devrim’ örgütleri bu algılamadan beslendiler!

Türkiye 1960’lar ve 70’lerde, sağıyla soluyla, bu illegalite kültürünün ceremesini az mı çekti?

Terör de aynı illegalite kültürünün ürünüdür!

Gaspların, kanlı iç çatışmaların, fraksiyon ve intikam cinayetlerinin, “infaz”ların en çok gizli örgütlerde, çetelerde görülmesinin sebebi, bu yapılanmaların “meşruluk” kültürüne değil, illegalite kültürüne dayanmalarıdır.

İster vatan uğruna, ister din uğruna, ister devrim uğruna, hukuksuzluğu, illegaliteyi “mubah” sayan bir zihniyetin, işlemeyeceği cinayet, yapmayacağı haydutluk yoktur!

Kutsadığı kavramlara bu eylemleriyle kara leke çalarak!

Bu illetin tarihi devamlılığı ve bugün görmekte olduğumuz yaygınlığı gösteriyor ki sorun çok ciddidir. Devlet sonuna kadar üzerine gitmelidir.

Bizler de kültürümüzün hukuksuzluğu utanç sayan yönünü güçlendirmeliyiz.

Milliyet, 7.7.2007

Taha AKYOL

08.07.2007


 

Bu bir komedi filmidir

Önce hemen belirtelim: Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanını halk seçsin demedi.

Halkın seçmesi ya da seçmemesi hakkında halkın karar vermesine izin verdi...

Yani 21 Ekim’de halk “hayır ben istemem” derse gene meclis seçer.

De, ağustos ayında toplanacak yeni meclis bu arada seçiverir mi? Seçiverirse, referandumdan da “halk seçsin” çıkarsa, bir sonraki başkan için geçerli olacak bu. Bu bir sakatlık değil midir? 2007’den 2014’e kadar yedi yıllık bir başkan, ondan sonra 2019’a kadar beş yıllık bir başkan. Bravo, memleket kurtuldu. Çünkü o günlerde Türkiye’nin ne durumda olacağını herkes biliyor maşallah.

Peki ağustos ayında meclis bu adamı kaç oyla seçecek? İlk tur için 184 kişi yeterli olacak, halk peki derse... Ama, daha önce derse... Ekimde derse, ağustosta 367 gene şart... Fakat hem kendisi seçmeye karar verir, hem de 184 sayısını yeterli görürse bu sefer de nisan ayında olup bitenlerin anlamı kalmayacak...

Fakat bu 184 yeterliliğinin ağustosta da geçerli olacağını söyleyen var... Söyleyen de, 367 için kıyameti kopartmış olan birisi... Partisine şimdi ufukta daha fazla oy ve koltuk görününce, 367 için arslanlar gibi direnen adam şimdi birdenbire 184’e eyvallah demeye başlamış...

Öte yandan, yeni mecliste, koltuk dengelerine göre, referandumdan vazgeçilmesi ihtimali bile varmış...

Daha da öte yandan, yeni meclisin 3 Ağustos’ta toplanıp 13 Eylül’de fesholması ihtimali de yok değil!

Siz bizimle dalga mı geçiyorsunuz be? Siyasetçilere söylüyorum, yüce bürokrasiye karşı boynumuz kıldan incedir, ona laf yok.

Bu 367 meselesi için kıyametler koparılmadı mı? Memleket bir darbenin eşiğine bile gelmedi mi?

Allah Allah, “Tülay Hanım gitti de mi böyle oldu” acaba?

İlk duruşmada “367 gereklidir” diyen üyeler şimdi de “halka sorulabilir” diyorlar.

Hangi “bozkır dengesi” değişti iki buçuk ay içinde?

Haaa, demek ki, “cumhurbaşkanını cahil halka seçtirmek son derece yanlıştır” diye öten politikacılar anayasanın dışına düşmüşler, çünkü yüksek mahkeme onları reddediyor...

Fakat referandumun daha önceye çekilmesi ihtimali de varmış. AKP’nin istediği sayıya ulaşamazsa bu cumhurbaşkanı seçimini kilitleyip sonbaharda yeni bir seçime daha gitme ve “halkın önüne iki sandık koyma” ihtimali de varmış.

“Sistemi kilitlediniz” demiştim, sözümü geri alıyorum, elbirliğiyle sistemi “çorbaya çevirdiniz.”

Eee, diyelim referandumda “halk” çıktı, halk da gitti ilk fırsatta “Tayyip’i” seçti, darbe mi olacak yani?

Yoksa bürokrasi bu kez halkı feshedip yeni bir halk mı seçecek kendine?

Cumhurbaşkanının görev süresi dolunca yerine meclis başkanı bakar, Sayın Sezer iki aydır orada oturuyor, yani Bülent Arınç’ı geçici de olsa orada oturtmamak için göz göre göre anayasa çiğneniyor...

Oysa nisan ayının sonlarında “çaktırmadan” çiğnenmişti!

Bu kadar belirsizlik, bu kadar karışıklık, bu kadar sağından solundan çekiştirme, mide bozar arkadaşlar.

Yazının burasında durdum, neler yazmışım diye baktım, kendi yazdığımdan ben de bir şey anlamadım!

Gazetelerin “şimdi ne olacak” gibilerden sayfalarını da hiç okumaya kalkmayın, büsbütün kafanız karışır.

Akşam, 7.7.2007

Engin ARDIÇ

08.07.2007


 

1 Numara

Danıştay saldırısına da adı karışan Vatansever Güç Birliği Hareketi üyelerine yönelik “girdap” operasyonu, Hrant Dink cinayetiyle bağlantılı yeni kuşkuları gündeme getirdi.

Suikastın ardındaki siyasi örgütlenmeyi “arkadaş grubu” düzeyine indirme çabalarına karşın “vatansever” çete mensupları arasında geçen konuşmalar, son dönemde emekli askerlerle ilişkili soru işaretlerine yenilerini ekliyor.

Ali Bayramoğlu dünkü köşesinde çok çarpıcı bir habere yer verdi:

“Girdap operasyonu kapsamında teknik takibe alınan (telefonları dinleniyor) zanlılardan Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği Başkan Yardımcısı ve Konya İl Başkanı Vehbi Ş.’nin Ankara, Mersin ve Konya’daki bazı rütbeli askerlerle sıkı ilişkiler içerisinde olduğu, bu askerlerin örgüte yardım ettiği tespit edildi. Vehbi Ş.’nin Dink cinayetiyle ilgili konuşmasını Konya İl Jandarma Komutanlığı’nda görev yapan Akın adlı rütbeli askerin yanında yaptığı belirlendi. Dink suikastının ardından Vehbi Ş.’nin 20 Ocak 2007 tarihinde saat 22.23 sıralarında Nejat adlı kişiyle yaptığı telefon görüşmesi şöyle:

V : Alo...

N : Ne haber?

V: Çarşıdayım. Akın ile birlikteyiz.

N : Şu zıbartılan adamı duydun mu?

V : Duydum. Bizim çocukların işi.

N: Bulamazlar di mi?

V: Bulamazlar merak etme.

N: Elleri dert görmesin.”

Girdap operasyonu kapsamında tutuklanan “çete” mensupları darbe planlamaktan, tehdit ve yağmaya, zorla bağış toplamaktan provokasyon yapmaya (Ordu fındık mitingi ve Söğüt olayları) 40 ayrı suçtan yargılanacaklar.

Zanlıların telefonları 14 ay süreyle dinlenmiş.

Konuşmalarda “1 Numara” diye adı geçen kişinin ise “emekli bir general” olduğu kuşkusunu dile getirmiş bir emniyet yetkilisi.

Tabii akla hemen, Susurluk’un ünlü ismi “Jitemci” paşa geliyor!

Hrant Dink suikastının kilit isimleri Hayal ve Tuncel’in Trabzon’daki örgütlenmeyi jandarma bölgesinde yaptıkları bilinmesine karşın, soruşturma o yönde ilerlemedi. Susurluk’ta da benzer süreç yaşanmıştı. Askerler TBMM Susurluk Komisyonu’na gitmediler.

Son dönemde emekli askerlerin adlarının karıştıkları pek çok olay var: Atabeyler çetesi, Ümraniye’deki cephanelik ve Danıştay katliamını gerçekleştiren Alparslan Arslan’ın otomobilinde kartvizitleri bulunan Vatansever Kuvvetler Güç Birliği örgütüne yönelik girdap operasyonu.

Danıştay saldırısı, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Hrant Dink suikastı arasında bağlantı var mı?

Kim bu 1 Numara?

Milliyet, 7.7.2007

Derya SAZAK

08.07.2007


 

Ağar, başörtüsünü çözer mi?

Ağar, “Benim iktidarımda asker böyle konuşamaz.” demişti. Sonraları, “Askerin konuşmasına gerek kalmayacak.” şeklinde bir izah getirdiyse de, siyasi kökeni ve devlet içinde verdiği hizmetler ile dayandığı toplumsal kesimler onu şanslı kılıyordu. DP kökeninden gelen Mehmet Ağar, “Ben Türkiye’nin şu sorunlarını çözeceğim” diyebilirdi:

1) Güneydoğu: Kimin ne derdi varsa meşru/kanuni yolları kullanarak siyaset yapabilir, gelsin derdini anlatsın, dağa çıkmasın. Bölgenin pozitif ayrımcılığa ihtiyacı vardır, IMF’yi ya ikna ederim veya kendime göre bir program yapar oraya devlet olarak yatırım yaparım; diğer düzenlemeler arkasından gelecektir, “Yozgat ve Denizli’yi Musul’a ilişkilendirmesi” çok şıktı.

2) Bu ülkede milyonlarca insanın içini acıtan başörtüsü tam bir istismar ve sömürü aracına dönüşmüş bulunuyor. Bu konuyu siyasetin dışına çıkarmak lazım. Taraftar konuyu siyaseten kullanıyorlar. İsteyen başını örter isteyen açar, her genç kızın ve kadının üniversitede okuma ve hizmet alma hakkı vardır, bütün yurttaşlarımız eşit haklara sahiptir.

3) Gelir bölüşümünde inanılmaz bir adaletsizlik var, takip edilen program sadece zenginlere yarıyor, hem sınıflar hem bölgeler arasındaki eşitsizliği asgariye indirmek gerekir; “biri yer biri bakar, kıyamet bundan kopar”. Büyük şehirlerde güvenlik tam bir sorun oldu, asayişi sağlanmalı, emniyet güçleri motive edilmeli ve şehirler güvenli hale getirilmeli.

5) Bütün toplumsal grupların (etnik, mezhebî, dinî, bölgesel veya marjinal mahiyette olsun) temel hak ve özgürlükleri hem korunmalı hem de AB standartlarını aşan boyutlarda düzeltilmeli, AB sürecini sadece belli kesimlerin lehine işleyen bir süreç olmaktan çıkarmalı.

6) ABD ve İsrail’e karşı savaş açmamız gerekmez, ABD bizim müttefikimizdir; ama siyasi haritaları ve siyasi rejimleri değiştirmeyi amaçlamış, bölgede İsrail’den daha etkin ve daha büyük ülke bırakmama temelinde hazırlanmış BOP’a rezervler koymalı, “Türkiye BOP’un eşbaşkanlığını yapıyor” gibi saçmalıklara son vermeli ve Amerika’nın bölgedeki işgallerine son vermesi ve bölgenin değişimini kendi iç dinamikleriyle gerçekleştirmesi için Türkiye’nin bütün imkanları seferber edilmeli.

Bu temel sorunlar bu netlikte bugün hiçbir partinin gündeminde mevcut değil. Ağar, 27 Nisan sürecinde sendeledi, güven krizine yol açtı. Fakat kendine göre geçerli sebepleri olsa bile, şimdi bir miktar toparlanma sürecine girdi. Ağar tek başına, “Başörtüsü sorununu çözeceğim” diyor, bunun “bir namus borcu” olduğunu söylüyor. Seçim kampanyasında bunu yüksek sesle söylemenin açık bir erdem olduğunun altını çiziyorum. Çünkü milyonların canını yakan bu sorunu dile getirmek, neredeyse “terör örgütlerine ve teröristlere arka çıkmak”la aynı şey haline getirildi. Başörtüsü “yeryüzü lanetlileri”nin simgesi oldu. Bu konuyu AK Parti programına bile almadı, bundan önce en yüksek düzeydeki sözcülerinden biri (M. Ali Şahin) bu konuyu sorun görenlerin “yüzde 1,5” olduğunu, dolayısıyla üzerinde durulmaya değer bulmadığını söyledi. AK Parti ve CHP’nin gündeminde böyle bir sorun yok. Kısaca yasağın geçerli teamül halini almasına çalışılıyor, bu en büyük tehlikedir; yani artık hiç kimse bu konuyu programına almayacaktır. Çözüp çözmeyeceği, samimi olup olmadığı hiç önemli değil, Ağar’ın bunu programına almış olması, meydanlarda dile getirmesi önemli bir şeydir. Bu arada sahiden bu sorunun yüzde 1,5’in sorunu olup olmadığını, milyonların da kendilerini bu marjinal çerçevede görüp görmediklerini ileride öğreneceğiz.

Zaman, 7.7.2007

Ali BULAÇ

08.07.2007


 

Tam karmaşa

Anayasa Mahkemesi’nin son anayasa değişiklikleriyle ilgili kararı her şeyi çözmedi. Tam tersine, birçok yeni soru ortaya çıktı.

* Anayasa değişiklikleri halkoyuna gidecek. Yüksek Seçim Kurulu’nun verdiği tarih 21 Ekim.

* Seçim 22 Temmuz’da yapılacak ve Meclis ağustos ayında toplanacak.

Önce Meclis Başkanı’nı seçecek. Bunun ardından cumhurbaşkanı seçimini yapması gerekiyor.

* Anayasa değişiklikleri o sırada geçerli olmayacağına göre seçim eski kurallara göre yapılacak. Eğer Meclis’in ilk iki oturumunda 367 katılım sağlanamazsa Meclis kendisini feshetmiş olacak ve yeniden genel seçime gidilecek.

* Eğer AKP Meclis’te çoğunluğu sağlarsa referandum süresini 40 güne indiren, dolayısıyla eylül ayına alan yasayı geçirecek, ama bu arada cumhurbaşkanı seçimini de yapmak zorunda.

* Eğer cumhurbaşkanı eski kurallara göre seçilirse, anayasa değişiklikleri halktan onay alsa bile 7 yıl sonra geçerli olacak. İlk andan yürürlüğe girecek hüküm ise Meclis’in her oturumunda 184 katılımı yeterli gören maddesi olacak.

***

Şu andaki karmaşayı özetlemek bile zor oluyor. Çünkü her adımda mesele yine mahkemelik olacaktır.

Ayrıca eğer AKP tek başına hükümet olamaz ve AKP’li ya da AKP’siz bir koalisyon ortaya çıkarsa çok daha değişik senaryolar yazmak da mümkündür. (...)

***

Türkiye’de siyasi sistemde önemli değişiklikler yaratacak olan yeni anayasa maddelerinin bu kadar aceleye getirilip, değişik çevrelerden görüşler alınmadan ve genel bir uzlaşma sağlanmadan çıkarılması ya da çıkarılmaya çalışılması gerçek bir siyasi acemiliktir.

Şu andan itibaren Türkiye birkaç seçim daha yaşayabilir, cumhurbaşkanını en az altı ay seçemeyebilir.

Dolayısıyla Ankara yine kendi eliyle “yönetemezlik” durumuna geldi.

Elbette Türkiye gibi bir ülkeyi yönetmek kolay değil ama bu kadar beceriksizlik de hoşgörülebilir bir şey değil, çünkü ucunda daha ciddi siyasi kaoslar görünüyor.

Vatan, 7.7.2007

Okay GÖNENSİN

08.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004