Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Bu hatayı da yapın

Sıcaklar iyice bastırıp beyinler haşlama olunca, emekli memurluktan politikacılığa geçiş yapmaya çalışan birtakım milletvekili adayları “Atatürk aslında İmam Maturidi’nin yolunda yürüyordu” diyecek kadar zırvalamaya başladılar ya...

Biz de Sayın Nusret Demiral’ı hatırladık.

Kendisi emekli başsavcı.

Hani şu “Uğur Mumcu’nun katili ortaya çıkarılınca onu bırakıp haberi yapan gazetecileri gözaltına alan adam” canım...

Ezanın Türkçe okunmasını istemiş, bu yüzden ayağının tozuyla girdiği politika dünyasından bir anda çıkıvermişti...

Her faşist hareketin içinde bir “radikal kanat” vardır. Bunlar kısa sürede tasfiye edilirler.

Bizde de “şamancılar” vardı bir ara, “bir Arap dini olan İslam’ı bırakalım, Orta Asya’da atalarımızın dini olan şamancılığa dönelim” diyorlardı, kendilerini kapının önünde buldular.

Almanya’da da, “nasyonal sosyalist” hareketin içindeki “sosyalist” kelimesini ciddiye alanlar vardı... Liderleri de, hem emekli yüzbaşı hem de eşcinsel Ernst Röhm... Partinin radikal hizibi... Orada “tasfiye” denilince “partiden kovmak” falan değil düpedüz “gebertmek” anlaşıldığından, 1934 yılında şu ünlü Uzun Bıçaklar Gecesi’nde, koynuna almış olduğu oğlanıyla birlikte takır takır vuruldu.

(Hemi de nasyonal, hemi de sosyalist, size uyar mı İlhan Bey?)

Çok rica ediyorum, eğer bir CHP-MHP koalisyonu kurulursa, ilk iş olarak “ezanın Türkçe okunması” fikrini de yeniden ortaya atınız. Hatta, bunu uygulayınız.

Ki, bir dahaki seçimde barajı bile göremeyesiniz!

Nasyonal sosyalistler, ezanın Türkçe okunmasını ilericilik sanırlar.

Martin Luther’in yaptığına benzer bir “din reformu” arzusundadırlar... (Basında, bazı kadınlar başları açık olduğu halde cuma namazı kılınca bunu “İslam’da da protestanlık hareketi başladı” şeklinde yorumlayıp sevinen şaşkınlar yok muydu? Yaşar Nuri’nin “namazı günde üç vakite indirmek” şeklindeki muhteşem reform tasarısını bu tabloda nereye koyacağız? Acaba o da bir “Türk Calvin’i Yaşar” falan mıdır, fok balığı Yaşar gibi?)

Aslında onları dürtükleyen dürtü, Fransız Devrimi’nde Robespierre ve arkadaşlarının “kilise düşmanlığı” örneğidir.

Ezan Türkçe okunmalıdır, çünkü bu ülkede müezzin “Allahüekber” deyince hiçkimse anlamamakta, “bu adam niçin minareye çıkmış bağırıyor, bizi bir yere mi çağırıyor” diye herkes birbirine sormaktadır!...

Cahil halka “Tanrı uludur” denilecektir ki anlasın! Sonra gider oyunu karşıdevrimcilere verir. (...)

Nasyonal sosyalist bir arkadaşım var, kendisi aynı zamanda derin bir devlet görevlisi, çok da sevdiğim bir arkadaştır... Benden on yaş büyük, Milli Şef yetiştirmesi... Hayatında ilk kez Arapça ezan duyduğunda çok şaşırmış, dehşete kapılmış... Durup durup anlatır.

Ben de hayatımda ilk kez Türkçe ezanı, kırkımdan sonra, bir belgesel dizide, şu ünlü “Demirkırat” belgeselinde duymuştum.

Bende bıraktığı izlenim, yalnızca “gülünçlük” oldu.

Sayın müstakbel başbakanımız Deniz Baykal, sayın müstakbel başbakan yardımcımız Devlet Bahçeli, sayın koalisyon mimarı İlhan Selçuk... Kamubuyurum Tüz Bölemi ile Ulusalcı Eylem Bölemi başbuğları, saylavları ve düşünürleri... Çok rica ediyorum, ezanı Türkçe okutunuz.

Ki bir daha “kamutay” yüzü göremeyesiniz... Çünkü 1950 yılında niçin iktidardan gidip elli yedi yıldır bir daha da gelemediğinizi hâlâ anlamış değilsiniz.

Akşam, 12.7.2007

Engin ARDIÇ

13.07.2007


 

AKP’nin yarını, yarının AKP’si

Başbakan Erdoğan’ın son yaptığı cumhurbaşkanlığı açıklamasının politik taktikler dışında da bazı anlamları var. Bu açıklama AKP içinde yeni bir oluşumun habercisidir ve o partinin yakın geleceğini belirleyecek unsurların bir işaretidir. Bu yazıda ele almak istediğim o ‘işaretler’ seçimlerden sonra yaşayacağımız cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde de kendini gösterecektir. Kısaca bakalım...

Eski AKP

1.Türk Sağı ve AKP isimli kitabımda da temel tez olarak AKP’nin henüz partileşmesini tamamlamış bir siyasal örgüt olduğunu öne sürmüştüm. AKP, İslamcı partilerden, örgütlenme ve zihniyetlerden modernleşmeyi dinin önüne geçirmeyi öngörerek ayrılıyordu. Bununla birlikte Türk sağının DP-AP-ANAP’tan oluşan temel çizgisini kabul ediyordu. Belki onlardan daha muhafazakardı ama cumhuriyetin ana tercihlerine de gövdesinden çıktığı partilerden daha yakındı.

2. Bu yakınlığın sosyo-ekonomik bir desteği de vardı. Anadolu’daki muhafazakar sermaye büyük şehirdeki sermayenin yerini almak, devletçi rantlardan yararlanmak istediği için devletle zıtlaşmayan bir parti arayışı içine girmişti. O kesim devletle çatıştığını gördüğü için Milli Görüş çizgisini terk etmişti.

3. Temel kurucu unsurlar bunlar olduğundan, AKP, eski kanatlarını da yanında tutmak için zaman zaman türban, İmam-Hatip liseleri gibi konulara girse de o alanda ciddi hiçbir adım atmayacak, devletle zımni mutabakatını sürdürecekti.

4. Parti bu konuda ayrışmıştı: Erdoğan-Şener çizgisi modernleşmeci kanadı temsil ediyor, Gül ortada kalıyor, Arınç muhafazakarların temsilcisi oluyordu.

Yeni AKP

Bu yapıya sahip AKP’nin, arada bir yarattığı görüntünün yanıltıcı etkisi dışında, devletle ve kurulu düzenle en küçük bir çatışması olmadı. Ne Şemdinli’de devletin üstüne gitti ne de öne sürdüğü konulardan herhangi birisinde tepki alınca diretti. Sorun, bir dönem, beklemediği bir noktada patladı: AB. Tam üyeliğin gerektirdiği bazı adımlar Türkiye’de gerçek bir demokrasiyi oluşturacak, orduyu, MGK’yı, yargıyı, hatta siyaseti ve ekonomiyi egemen ve eski yapının dışına taşıyabilecekti. Muhafazakar kanatlar bu yöndeki girişimleri kendi gelecekleri ve tasavvurları için, modernleşmeci kanatlar, fazla gönüllü olmaksızın, yeni görüntülerini pekiştirmek için destekledi. Fakat gerek kurulu düzenden gerekse giderek yoğunlaşan ulusçuluktan (milliyetçilikten değil) tepki görünce AKP yönetimi hızla geri çekildi.

Tek lider Erdoğan

Nihayet malum 27 Nisan muhtırasından sonra yapılan Dolmabahçe görüşmesinde Erdoğan kurulu düzene büsbütün teslim oldu. Milli Görüş yanlılarını ve Arınç’ı tasfiye etti. Şener kendiliğinden çekildi. Geriye kalan Gül, Erdoğan’ın da kendisinin de beklemediği bir pozisyona kaymıştı. Şimdi, son açıklamayla birlikte o da tasfiye ediliyor. Erdoğan artık tek lider!

Sabah, 12.7.2007

Hasan Bülent KAHRAMAN

13.07.2007


 

Şerif Bey

Türkiye Bilimler Akademisi, TÜBA, Profesör Şerif Mardin’in üyeliğe alınmasını üçüncü kez reddetti. Profesör Mardin’den hiçbir şey eksiltmeyecek bu ret kararı TÜBA açısından en hafifinden bir mahcubiyet kaynağı ama aslında okkalı bir utançtır.

Türkiye üzerine düşünen, Türkiye’nin toplumsal yaşamındaki dönüşümü anlamaya çalışan yerli yabancı hiç kimse bunu Şerif Mardin okumadan gerçekleştiremez. Verdiği cevaplarla mutabık olmasanız bile sorduğu soruları önemsememezlik edemezsiniz.

1957’de Hürriyet Partisi’nden milletvekili adayı da olan Şerif Bey dinin toplumdaki yeri, din ve ideolojinin değişim ve dönüşüm üzerindeki etkisi üzerinde ciddi çalışmalar yaptı. Üstelik bunu çok erken sayılacak bir dönemde yapmaya başlamış, uzun süre Türkiye’de yalnız şövalye olmayı göze almıştı. Ne Kemalistlere, ne 1960lı yılarda düşünce hayatında ağırlığı olan Marksist ekoldekilere yaranabilmişti. Bu her biri dünya sosyoloji literatürüne mal olmuş önemli makaleler yazmasına engel olmadı.

Zihin açıcı bir kitap

Din gibi netameli bir konuyla uğraştığı, üstelik dinin toplumdaki yerine ve temsil ettiği sorunsala klasik Kemalist perspektiften bakmadığı için oldukça şimşek çekti üzerine. Bu bağlamda daha 1960’larda yayınladığı Din ve İdeoloji kitabı hâlâ meseleye nasıl bakılması gerektiği konusunda zihin açıcıdır. O kitapta Marx’ın “din kitlelerin afyonudur” sözünü bağlamı içinde değerlendirip yorumlayarak, kaba ve indirgemeci din analizlerini elinin tersiyle itmişti. Dinin Türk toplumundaki şekillendirici etkisinin topografyasını çıkarmış, dini donmuş ve değişmez bir sistem ve pratik olarak geriliğin yegane ya da başlıca sebebi gibi gören yaklaşımalara karşı çıkmıştı.

Geçen yılın sonunda Syracuse Üniversitesi yayınevi tarafından derlenen makalelerini takdim ederken yazdığı giriş, derdinin ne olduğunu açıklar: “1960’larda bile Türkiye’nin sorunları akademisyen meslektaşlarım tarafından donmuş bir din anlayışının artıkları olarak görülürdü. Bu betimlemeyle birlikte Türk İslam’ının kendisine atfedilen bu şeytani etkiyi nasıl sağladığını araştırma konusunda ciddi bir isteksizlik de oluştu. 1950’lerde, eğer ihanet diye görülmüyorsa kesinlikle kuşku uyandırıcı sayılan bir merak beni bu meseleyi incelemeye itti..”

Allah’tan günahkâr!

Yeni Osmanlı düşüncesinin evrimi üzerine yazdığı doktora tezinde Tanzimat döneminin zihinsel arkeolojisini açığa çıkardı. Jön Türklerin Siyasi Fikirleri kitabında ise hala ülkeyi kasıp kavuran, sert ve kavruk İttihatçı kafa yapısının sığlığını ifşa etti.

Türkiye hakkında 1973’te yayınlanan “Çevre-Merkez ilişkileri Türk siyasetini anlamak için bir anahtar mıdır?” başlıklı makalesine atıfta bulunmadan onyıllardır ciddi makale yazılmadı. Ne Türkiye’de ne dünyada. Dünyanın en saygın üniversitelerinde görev yapmış, enstitü kurmuş, Türkiye’de sosyoloji denince ilk akla gelecek isimlerden 80 yaşındaki bu Şerif Mardin’i TÜBA üyeliğe kabul etmemiştir.

Şerif Bey’in günahı o kuşku uyandıran merakın peşinde koşmasıdır. Nakşibendiliği bir araştırma konusu olarak ele almış, bu tarikatın kapitalist ekonomiyle hangi mekanizmalar aracılığıyla eklemlendiği üzerine kafa yormuştur. Said Nursi’yi konu alan kitabında da İslam ve modernlik ilişkisine yeni bir yaklaşımla bakmıştır. Türkiye’deki muhafazakâr/dindar sermaye sınıfının ortaya çıkışının dinamikleri o çalışmalardadır.

Galiba Şerif Bey’in asıl büyük günahı topluma ve seçkinlerine ayna tutmasıdır. Kendi yalanlarına inanmayı gerçekle yüzleşmeye her zaman yeğleyen bir toplumda bu gerçekten affedilemez bir suçtur. Allah’tan ki Şerif Bey günahkârdır.

Sabah, 12.7.2007

Soli ÖZEL

13.07.2007


 

CHP programına baktınız mı?

Bir dostumun önerisi üzerine dün gece kütüphanemin arka taraflarından bir CHP programı buldum ve geç saatlere kadar da bu kitapçığı okudum.

CHP programı ‘Yeni Hedefler, Yeni Türkiye’ başlıklı, 1994 tarihli ve Genel Başkan Sayın Deniz Baykal imzalı.

Programın çeşitli sahifelerinde yazanları okuduğunuz ve bu resmi program ile CHP’nin, Sayın Baykal, Sayın Öymen’in bugünkü söylemini mukayese ettiğinizde doğrusu şaşırıyorsunuz.

Şaşırmaktan da öte, bu değişimin nedenlerini, itici gücünü anlamakta zorlanıyorsunuz.

Söz konusu parti programı 1994 CHP Kurultay’ında kabul edilmiş bir program ve başka bir Kurultay kararı ile de tadil edilmediği için de bugün hala CHP’nin resmi programı.

Başka bir ifade ile de CHP’yi, söylemini, üyelerinin ve sözcülerinin pozisyonlarını resmen bağlayan bir metin söz konusu olan.

Aşağıda sizlere bu programdan sahife numaraları vererek bazı CHP ve Baykal için bağlayıcı alıntılar aktaracağım.

1- ‘CHP, çağdaş demokrasilerin doğal özellikleri çerçevesinde, Genel Kurmay Başkanlığı’nın (imla hatası bana ait değil) Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmasını öngörmektedir (s.232).

2- ‘CHP, ordumuzun iç güvenlik alanından dış güvenliğe yönlendirilmesini, tüm sınırların güvenliğinin Silahlı Kuvvetlere terk edilmesini öngörmektedir (s.232).

3- ‘Laikliğin uzun vadedeki gereği, inanç dünyasının sivil topluma devredilmesidir (s.32).

4- ‘Anayasada ve yasalarda, çağdaş, çoğulcu demokrasilerin tüm özgürlükleri yer almalıdır. Yasakları tanımlayan anayasa anlayışından, özgürlükleri tanımlayan anlayışa geçilmelidir (s.38).’

5- ‘İnsanların farklılaşma özgürlüğü, alışılmışın dışına çıkmak, genel kabullerden ayrışmak özgürlüğü temel bir haktır. Bu hakkın demokrasi ve saygı kurallarında kullanımı koşuluyla, ayrışma nedeni ne olursa olsun, bu temel özgürlük sakınılmalı ve korunmalıdır (s.39). ‘

6- ‘Parlamenter rejim parlamentonun üstünlüğü ve saygınlığının korunması ile güç kazanır (s.76).’

7- ‘CHP, TBMM’nin etkinliğinin artırılmasını, seçilmişlerin sadece görünürde değil, gerçekte de ülke yönetiminin temel unsuru olmasını hedef almaktadır (s.76).’

8- ‘CHP, bu amaçla köklü bir üniversite reformu yapacak; YÖK sistemini kaldıracak; üniversitelere bilimsel ve yönetsel özerklik tanıyacaktır (s.170).’

Sahifede daha fazla yerim olsa bu ilginç ve virgülüne dokunmadığım alıntı listesini uzatmak mümkün.

Sözün özü

CHP’nin resmi ve bağlayıcı programından bu partinin Genelkurmay Başkanlığı’nı Milli Savunma Bakanlığı’na bağlamak istediğini, TSK’yı iç güvenlik alanından tümü ile çekip sadece sınırlarımızın korunmasında görevli kılmak istediğini görüyoruz. Oysa bugün CHP’nin bırakın Genelkurmay’ın Başbakanlığa değil de MSB’ye bağlanmasını savunmak, mümkün olsa AKP’li olmayan bir Cumhurbaşkanına bağlanmasını tercih edeceğini çok iyi biliyoruz.

Laikliğin sivil topluma bırakılmasını savunmak demek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın genel idare dışına taşınması demek; böyle bir talep de bugünün CHP’si için gerçekten çok ilginç. Aslında Anayasa Mahkemesi’nin geçmiş kararları doğrultusunda siyasal Partiler Kanunu’nun 89. maddesine göre CHP hakkında bu program hükmüne karşı kapatma davası bile açması mümkün. CHP’nin 27 Nisan sürecinde Parlamentonun saygınlığını nasıl koruduğunu da çok yakından izledik. Görüldüğü gibi CHP de 1994’de seçilmiş-atanmış ayırımı yapıyor ve seçilmişlerin mutlak egemenliğini savunuyor.

Ve YÖK’ün kaldırılmasını talep ederken, mevcut sistemin üniversitelerin bilimsel ve yönetsel olarak özerk olmadığını da kabul ediyor. CHP’nin 1994’den günümüze nereden nereye savrulduğu gerçekten çok ilginç.

Star, 12.7.2007

Eser KARAKAŞ

13.07.2007


 

Ağar inançlı ve umutlu

Önceki gece Yeni Asır TV’deki “Gazeteciler” programına katılan DP lideri Mehmet Ağar’ı oldukça moralli ve iddialı buldum. Hele o günkü İzmir gezisi, Ağar’ı havalara uçurmuş belli ki.

Hem program sırasında, hem de program öncesi ve sonrası yaptığımız özel sohbetlerde, “gümbür gümbür geliyoruz, son 10 günde daha da güçleneceğiz” diye konuşurken, gözlerinin içi parlıyordu. Bu sözü sadece teşkilatına moral vermek ya da bize özgüvenini göstermek için söylemediği her halinden anlaşılıyordu.

Ciddiydi, inançlıydı, umutluydu.

Demokrat Parti’nin baraj problemi bulunmadığını, aksine sandıkta müthiş bir patlama yapacaklarını vurguluyordu.

Peki..

Mehmet Ağar’a gecenin ilerleyen saatlerinde, yorgun argınken bile bu duyguları aşılayan, yüreğini hoplatan unsurlar nelerdi?

İki saat boyunca edindiğimiz izlenimlere göre, onların başlıcalarını şu şekilde sıralayabilirim.

1- Milletvekili adaylarını yerel isimlerden seçti. Bunu önemli koz olarak görüyor.

2- Terör, asayiş ve güvenlik konusundaki uzmanlığını, rakiplerine göre ciddi avantaj olarak sayıyor.

3- Diğer liderlerin ip/daltonlar vs. gibi atışmalarına katılmayıp, kendilerinin Türkiye projeleri üzerinde tartışma yapmalarını, “halka ve ülkeye saygı” olarak niteliyor. Halkın bu ayrımı önemsemesini bekliyor.

4- Tüm liderlerin eski ve önceki seçimde de yarışmış olmalarını “eksi puan” diye yorumluyor. Bu seçimdeki tek “yeni”nin kendisi olmasını ise, milletin gözünde umut yaratacağına inanıyor.

5- Türkiye’yi kucaklayacak tek parti kendilerinin olduğu görüşüne de çok güveniyor. AKP ile CHP’nin laiklik-cumhuriyet-din kıskacında kaldıklarını, MHP’nin ise sadece terörden beslendiğini ileri sürüyor ve “Türk Milleti ancak bizimle huzur ve denge ortamı bulur” diyor.

Sandığa az kaldı.

Bakalım, Ağar bu görüşlerinde ne kadar haklı, ne kadar değil, birlikte izleyeceğiz.

Yeni Asır, 11.7.2007

Osman GENÇER

13.07.2007


 

Dolara yılda yüzde 38.8 net getiri verdik

Yurtdışından dolar getirene yılda yüzde 38.8 getiri verdik. İşte bunun için yurtdışından oluk oluk dolar geliyor. İşte bunun için yabancılar AKP iktidarının devamını istiyor.

Dolar getirenlerin cebine bir yılda giren, yüzde 38.8 net getiri bu çarkı döndürenlerin cebinden çıkmadı. Bu getiriyi halk ödedi. Yabancının yüzde 38.8 getirisi, saf ve bakir Türk halkının yüzde 38.8 götürüsü oldu. Oluyor.

Hikâye anlatmıyorum. Gerçeği rakamlarla açıklamaya çalışıyorum. Hem de basit olarak. Lütfen bu yazıyı sonuna kadar okuyunuz.

Hazinemiz, bundan 1 yıl önce, 7 Haziran 2006 tarihinde, 371 gün (1 yıl) vadeli yüzde 18.59 faizli tahvil satışa çıkardı.

1 milyar 449 milyon YTL tutarındaki tahvilin büyük bölümünü yabancılar satın aldı. Yabancılar bu tahvili satın almak için yurtdışından döviz getirdi. Dövizleri YTL’ye çevirdi. O tarihte 1 dolar 1.55 YTL idi.

1.000 getiren 1.388 götürüyor

Tahvil satın almak için yabancıların 1.000 dolar getirdiğini, 7 Haziran’da bunu 1.555 YTL’den bozdurarak ellerine geçen 1.555 YTL ile tahvili aldığını varsayarak hesabı basitleştireyim. 13 Haziran 2007’de tahvilin vadesi doldu. Bir yıl önce 1.555 YTL’lik tahvil satın alanlara, ana para ve faiz olarak 1.845 YTL ödendi. 13 Haziran 2007’de 1 ABD dolarının fiyatı 1.329 YTL idi. Bir yıl önce 1.000 dolarını YTL’ye çeviren ve tahvil satın alan yabancılar, tahvilin vadesi geldiği için Hazine’nin kendilerine ödediği (ana para ve faiz toplamı) 1.845 YTL’yi dolara çevirdiler. Ellerine 1.388 dolar geçti. Bir yıl önce Hazine tahvili satın almak için getirdikleri 1.000 dolar karşılığı, bir yıl sonra 1.388 doları ceplerine koyarak yurtdışına götürdüler. Açık anlatımıyla, Türkiye (daha doğrusu, işçisiyle, çiftçisiyle, emeklisiyle cümle) Türk halkı dolara bir yılda net yüzde 38.8 getiri sağlamış oldu.

Halktan çıkıyor

Sayın okuyucularım, tekrar edeyim. Hikâye anlatmıyorum. Örnek olarak sadece Hazine’nin 7 Haziran 2006 tarihindeki tahvil satışının yabancılara ne ölçüde imkân sağladığını rakama döktüm. Hazine 2006 yılında sadece haziran ayında tahvil satmadı. Yıl boyu (faiz hariç) 112 milyar YTL’lik tahvil ve bono sattı. Bu ölçüde büyük iç borçlanma için dışarıdan gelen dövizlere benzer ölçülerde getiri sağladık.

Bu yazıdaki rakamları Alaattin Aktaş’ın, Dünya gazetesinde yayımlanan “Yabancılar AKP’yi istemesin de kimi istesin!” başlıklı yazısından aktardım.

Faizi Hazine, döviz farkını Merkez Bankası ödüyor ama, dolara verilen yüzde 38.8 net getirinin tamamı şu veya bu şekilde benim cebimden, sizin cebinizden çıkıyor... Sonra da bu olan bitenin farkında olmayanlar, “Ne güzel işte... Yabancı oluk oluk döviz getiriyor... Döviz de ucuz ucuz satılıyor” diyerek bayram ediyor.

Milliyet, 12.7.2007

Güngör URAS

13.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004