Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Malezyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?

Teşbihte hata olmaz da, ya art niyette?

Geçen pazar, Reuters, Malezya Federasyonu başkenti Kuala Lumpur’dan bir haber geçmiş. Şöyle: “...bir İslamcı parti tarafından yönetilen bir Malezya eyaleti, oruç ayı Ramazan’da yeme, içme, tütün yasağına aldırmayan (“ignore”) Müslümanları yakalamak için “meraklı turşucu bir manga” (“a snoop squad”) oluşturdu...

Pazartesi günkü “New Straight Times” gazetesi, muhalefetteki Parti İslam se-Malezya (PAS) tarafından yönetilen Kuzeydoğu Eyaleti Kelantan’da dinî yetkililerin sivil kıyafetli 10 belediye memurunu yiyecek satış noktalarında görevlendirdiklerini yazdı. Eyalet başkenti Kota Baru Belediyesi sözcülerinden Azman Mohamad Daham, “oruç döneminde alenen yemek yiyenlere ilişkin çok sayıda şikâyet aldığımız için, Konsey ilk kez böyle bir karar alıyor” dedi. Gazete, dinî yasaya uymayanlar 20 ringgit (6 ABD Doları) ceza ödemekle karşı karşıya gelirlerken, yemek satıcılarına 500 Malezya Ringgiti’ne (144 ABD Doları) kadar ceza kesilebilecek, diye ekliyor. Parti İslam se-Malezya, çok-dinli Malezya’yı İslam devletine dönüştürmek istiyor. 26 milyon nüfusun %60’ı Müslüman, %20’si Budist, %10’u Hıristiyan, %6’sı Hindu. 1 dolar=3,840 ringgit”

Ne eksik, ne de fazla, haberin hepsi bu. Ama ülkemizin “Büyük Gazetesi”nin şık ofislerinde yarattığı heyecan evlere şenlik! Yazarlar arası paslaşma, seyirlik! Gündem nasıl bulandırılır, ibretlik! Ortada fol yok, yumurta yok, Başyazar bey, “Giderek Malezyalaşıp, Malezyalaşmayacağımız artık günlük tartışmaların bir parçası oldu!” diye hayıflanıyor; ötekisi, “Türkiye Malezya olur mu? Arkadaşlar bunu tartışıyorlar,” diye karalar bağlıyor; Yönetmen bey, pasları alıyor, ve kemali ciddiyetle, “Tartışmamız, hem de çok ciddi biçimde tartışmamız gereken soru şu: Türkiye Malezya olur mu?” buyuruyor; kesmiyor, bir de, “bu hareket Gül-Erdoğan ikilisini Kerenski’ye çevirir, sonra da en az yetmiş yıl süründürecek bir dinî-Bolşevizm’ götürür” diye uyarıyor!

‘Gündem nasıl bulandırılır’a örnek

İnsan, koca koca adamların Kota Baru Belediyesi zabıtasından böylesine coşkulu ilham alabileceklerini düşünemediği için olacak, ürküyor doğrusu! Hangi hareket?! Gene ne oluyor?! Meğer, Prof. Şerif Mardin, üstelik Ayşe Arman’a, “Kadınlar geleceklerinden korkmaya devam etmeli” demiş-miş. “Yüksek yargı mensupları” da (artık hangileriyse) “Kadınlar korkmalı” deyince, Yönetmen Bey, “Hangisine güvensin? “Kadınlar korkmasın” diyen “Siyasilere mi, bilim adamlarına mı?” Tabii ki, “tarafsızlığından kimsenin şüphe duymadığı” bilim adamı Şerif Mardin’e! Kaldı ki, “Şerif Mardin gibi” kendisi de Erdoğan-Gül ikilisini “bile aşabilecek bir ‘mahalle iklimi’nden” korkmaktadır. Yine kaldı ki, işin, “Şerif Mardin gibi ben de türbanın üniversitelerden kalkmasından yanaydım” iken “22 Temmuz seçiminden sonra gözlediğim ‘Bolşevik görgüsüzlüğü’ kafamda şüphelerin doğmasına yol açıyor” gibi bir tarafı da var.

“Bolşevik görgüsüzlüğü” sergilemekle suçladığı Gül-Erdoğan ikilisini, %23,5 oyla kaybettikleri 1917 seçimlerini silâh zoruyla iptal ederek, %41’le kazanan Sosyalist Devrimci Parti’yi alaşağı eden Bolşevik liderlere benzetme çabası, Hürriyet okurunun zekâsına hakaret değilse, hedefini (her neyse artık) ıskalayan bir kışkırtma uçuşu! Gül-Erdoğan ikilisini, 1917 sosyalist-liberal geçici koalisyon hükümetinin Adalet Bakanı iken Bolşevik Lenin tarafından tasfiye edilip sürgüne gönderilen Aleksandr Kerensky’nin akıbetini hatırlatarak uyarmaya kalkmak akıllara ziyan bir gayret! Bunu, meselâ Vahabi, mesela 17. yüzyılın ilk yarısındaki Kadızadeliler hareketi dururken, “dinî-Bolşevizm” gibi Hıristiyan Reformasyonunun dogmatizmini vurgulamak için kullanılan, esoterik bir terimle yapmaya kalkmak, entelektüel gösteri değilse, bir şeylerin üstünü örtme gayreti! Her halûkârda ibretlik!

Gelelim, güzide yazarlarımızın nedeni kendilerinden menkul üstencilik, horgörü, hatta nezaketsizlikle yaklaştıkları Malezya Federasyonu’na:

Her ne kadar diğer dinlere de “barış ve ahenk içinde” riayet edilebilirlerse de, 1957 tarihli Malezya Federasyonu Anayasası’na göre “Federasyonun dini İslam’dır.” (bkz. Madde 3/1) Federasyonu oluşturan devletciklerin hükümdarları bölgelerindeki “İslam dininin başları” olarak, Seri Paduka Baginda Yang di-Pertuan Agong dedikleri “Hükümdarların Hükümdarı” Malezya Kralına biat ederler (Madde 3/2) ve “Parlamento, /gerek/ İslam dinine ilişkin işleri düzenlemek /gerekse/ Yang di-Pertuan Agong’a İslam dinine ilişkin işlere dair tavsiyelerde bulunması amacıyla bir Konsey kurmak üzere yasalar çıkarabilir.” (Madde 3/3)

Malezya Federasyonu’nun resmi dini İslâm’a nüfusunun %60,4’ünün riayet ettiği hesaplanırken, diğer dinler, Budizm, Hinduizm, Hıristiyanlık, Taoizm, Sikhizm ve Şamanizm’dir.

Malezya Federasyonu’nda İslami liderlerin büyük çoğunluğu halen Yemen kökenli Araplardır. 4. yüzyıldan itibaren bölgeye ticaret amacıyla gelen Araplar, zaman içinde İslamiyet’in bayraktarlığını üstlenmişler, 13. yüzyıl itibariyle Malezya ve Endonezya’nın büyük çoğunluğu Müslüman olmuş, Arap-Maley karışımı nesiller üremiştir.

Federasyonun en eski şehirlerinden olan Melaka (Malakka) 1400 civarında kurulmuş, birkaç yıl içinde İslamiyet’i resmen kabul etmiş, Maleylere “altın çağlarını yaşatmış,” 1511’de Portekiz, ardından Hollanda, ardından, İngiliz sömürgecilerin istilâsına, 1795, uğramış, sömürgeciler-arası şiddetli savaşlardan ağır yaralar almış, 1824’te İngiliz-Hollanda Antlaşması üzerine, ülkenin İngiliz Malezyası ve Hollanda Endonezyası olarak ikiye bölünmesini yaşamıştır.

1945 itibariyle dünya kauçuğunun %40’ı, kalayın %60’ını üreten Malezya, petrol, doğalgaz, demir, bakır, boksit zengini olup; kauçuktan başka palmiye yağı üretiminde ön sıralarda yer almaktaydı; halen de öyledir.

1957’deki resmi bağımsızlığına kadar İngiliz sömürgesi olan Malezya, 1942-1945 arası Japonya tarafından işgal edilmiş, bunu izleyen ulusalcı akımlar Müslüman Maleylere karşı Çinli nüfusun rağbet ettiği Malezyalı Komünist Partisi’nin (1930) militan kanadı, Maley Halk Kurtuluş Ordusu’nu doğurmuştur. Japonlarla savaştıkları sürece İngilizler tarafından eğitilen ve fonlanan Kurtuluş Ordusu, 1945’ten sonra bağımsızlık mücadelesini İngiliz kuvvetlerine yönlendirmiş olup, İngilizlerin ilan ettikleri Sıkı Yönetim on iki yıl (1948-1960) sürmüştür. Buna karşın, Malezya Komünist Partisi, silâhlarını 1989’a kadar bırakmamıştır.

İngilizler, günümüzde “Batı Malezya” diye bilinen bölgenin bağımsızlığını 1957’de tanımış, Tunku Abdul Rahman ülkenin ilk Seri Paduka Baginda Yang di-Pertuan Agong’u ilan edilmiştir.

1963’te Batı ve Doğu Malezya ile birlikte federasyonu oluşturan Singapur, 1965’te ayrılmış ve bağımsız bir şehir-devlet oluşturmuştur.

Günümüzde federe bir meşrutiyet olan Malezya’nın Anayasası, “Reid Komisyonu” olarak bilinen ve beş sömürge yetkilisinden (Lord William Reid, İngiliz; Sir Ivor Jennings, İngiliz; Sir William McKell, Avustralya; Hakim B.Malik, Hindistan; Hakim Abdul Hamid, Pakistan) oluşan bir grup tarafından hazırlanmış olup, 2005 yılı itibariyle 650 değişikliğe uğramıştır.

Gel de ders çıkarma buradan...

Malezya’nın son Yang di-Pertuan Agong’u, Terengganu ya da Darul İman eyaleti/devletciği Sultanı Mizan Zeynel Abidin olup, kendileri 13 Aralık 2006 tarihinde dokuz üyeli (Durbar olarak da bilinen) Raca-Raca Meclisi tarafından beş yıllık bir dönem için seçilmişlerdir. Raca-Raca Meclisi, ülkenin dokuz eyaletinin (ülke toplamı 13 eyalet ve iki federal bölge) hükümdarlarından oluşur (Madde 38) ve yetkileri itibariyle Parlamentodan üstündür.

Malezya Federasyonu parlamentosu, (“Meclis”) “Divan Negara” olarak bilinen senato, “Divan Rakyat” denilen temsilciler meclisi olmak üzere iki kamaradan oluşmakla birlikte; senatonun 69 üyesinden tümü Seri Paduka Baginda Yang di-Pertuan Agong’un bizzat kendileri tarafından atanır. İlâveten, Parlamentoyu toplama, dağıtma, iptal ve başkanlık etme yetkileri Hükümdarlar Hükümdarında toplanmıştır. (Madde 55)

% 80’i yağmur ormanlarıyla kaplı, yaklaşık 330 bin kilometrekarelik tropik bir alana (Türkiye 780 bin km kare) yerleşik Malezya Federasyonu’nun 26,6 milyon nüfusunun (2006 itibariyle) %50,4’ü Bumiputra (Maley) %23,7’si Çinli, %11’i Malayo-Polonezya yerlileri, %7,1’i Hintliler ve %7,8’i Araplar ve Avrupalıların da dahil olduğu diğer etnik gruplardan oluşur.

Malezya Federasyonu’nun resmi dili Bahasa Melayu olmakla birlikte, ülkede Çince’nin Kantonîz, Mandarin, Hokkiyen, Hakka, Haynan ve Fûçov diyalekleri ile Tamili ve İngilizce dahil olmak üzere bir düzineden fazla dil konuşulur.

Malezya, onyedi yıllık “ulusalcı” Başbakanları Mahathir Muhammed’in (“Malezyalılar, IMF’den yardım almaktansa yoksul yaşamayı yeğlerler”) liderliğinde, dünya ekonomi tarihine IMF yardım ve müdahalesini reddeden (1997-98 krizi) buna karşın, yabancı sermayeye açılmak suretiyle küresel ekonomiye eklemlenen, ekonomisini kalay, kauçuk vs. gibi hammadde ihraç eden yapılanmadan kurtarıp, yarı-kondüktörler, cep telefonları, elektronik aletler gibi, katma değeri yüksek ürünlerin imalatına yöneltmeyi başaran tek ülke olarak geçmiştir.

2006 itibariyle Malezya Federasyonu’nun Gayri Safi Milli Hasılası, 308,8 milyar ABD Doları’yla, dünyada 34. sıradadır. Ekonomisinin yıllık büyüme hızı %5,9; fert başına düşen GSMH 12.700 dolar olup, yıllık enflasyon %3,8 civarında seyreder. Güneydoğu Asya’nın dört kaplanından birisi (diğerleri İndonezya, Singapur, Güney Kore) olarak tanınan Malezya’nın GSMH’sının %8,3’ünü tarım, %48,1’ini sanayi, %43,6’sını hizmet sektörü üretir.

Ne diyelim, keşke Malezyalaşabilsek!

Zaman, 22.9.2007

Alev ALATLI

23.09.2007


 

Darbenin günlüğü

Nokta dergisinin eski genel yayın müdürü Alper Görmüş, 2003’te Deniz Kuvvetleri Komutanlığı görevinde bulunan, adı Sarıkız ve Ayışığı gibi darbe planlarına karışan ora. Özden Örnek’e hakaretten yargılanıyor.

Örnek’in hatıra defterlerinde, diğer komutanlarla (Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman ) ile yapılan toplantılar ve Kıbrıs’ta Annan Planı oylaması öncesine sıkıştırılmak istenen Sarıkız kod adlı darbe planından söz ediliyordu. Örnek, Jandarma Genel Komutanı org. Şener Eruygur ile Hava Kuvvetleri Komutanı org. İbrahim Fırtına’nın “Gecikmeden darbe yapılsın” diye bastırdıklarını ve bu durumun, Kara Kuvvetleri Komutanı org. Aytaç Yalman’ın canını sıktığını da not etmişti.

Böyle bir belge var mı yok mu? Eğer Başbakanlık vermezse Alper Görmüş, çok emin bir yerde muhafaza ettiği vesikaları yargıya intikal ettireceğini söylüyor. Aslında, Örnek Paşa, Star gazetesinde Şamil Tayyar’a verdiği demeçte, günlüğün mevcudiyetini kabul ederek şöyle konuşmuştu: “Canımın yanacağını bildiğim için, görevden ayrılmadan önce, bunları sildim. Öyle delete tuşuna basarak değil; bulunmasın, okunmasın diye üzerini yazdırarak sildim” Ama sonra inkar yoluna saptı.

Bu meselenin aydınlanması, yeni hazırlanan anayasa kadar önemli. Başarıyla sonuçlanırsa, Türk demokrasisi, tıpkı Yunanistan gibi darbe söylem ve eyleminden kurtulmuş olacaktır.

Sabah, 22.9.2007

Nazlı ILICAK

23.09.2007


 

“Bıktım özgürlükten!”

Milliyet yazarı Ece Temelkuran, 19 Eylül tarihli yazısının bir yerinde şöyle demiş: “Hiçbir dine inanmamama rağmen, itiraf edeyim ki, bu ikiyüzlü erkek dünyası içinde bazen ben bile kapanmak istiyorum. Türban takmak, çarşafa girmek değil, üstüme büyük bir nevresim çarşafı örtüp çıkmak istiyorum sokağa.”

Temelkuran’ın bu isyan hali, bana, ‘Hindu asıllı bir ateist’ iken 1999’da Müslüman olan dünyaca ünlü Hint şairi ve yazarı Kamala Das’ın The Times of India gazetesine verdiği bir beyanatı hatırlattı (Not defterime geçirirken yayın tarihini belirtmeyi unutmuşum. 2000 yılındaydı galiba).

Aslında şöyle: Beni derinden etkileyen ve yıllardır aklımdan çıkmayan bu beyanatı köşeme taşımak için uzun zamandır fırsat kolluyor, vesile arıyordum. Aradığım vesileyi Temelkuran’ın yukarıda mezkûr cümlelerinde buldum.

Yanlış anlamaların önüne geçmek için hemen belirteyim ki, Temelkuran’la Das’ı birbirine benzetiyor filan değilim. İkisi de kadın, ikisi de yazar, ikisi de kadının üstündeki kem gözlerden şikâyetçi; ama bunlar bir yana, birbiriyle uzaktan-yakından alakası olamayan iki ayrı dünyadan söz ediyoruz.

Uzatmayayım…

Şöyle diyordu Kamala Das:

“İslam’ı seçmemde tesettürün büyük rolü var. Tesettürü seviyorum. Müslüman kadının Ortodoks hayat tarzını seviyorum. Erkekler mesture bir hanıma dönüp bakmazlar. Tesettür emniyettir. (…) Batı kültürünün kadına tanıdığı özgürlük beni cezbetmiyor. Bilhassa, erkeklerin arzularını kabartan özgürlüğü kastediyorum. Delhi’deki kitap fuarında yayıncılar müşteri çekmek için yarı çıplak mankenler kullandılar. Utanç verici bir şey. Kadın vücudu Hindistan’da bile ticari meta haline geldi.”

“Ben özgürlük istemiyorum. Bıktım özgürlükten. Bütün samimiyetimle söylüyorum, özgürlük benim için bir yük haline geldi. Hayatımı düzenleyecek kurallar olsun istiyorum. Özgür olmayı değil, korunmayı arzu ediyorum ben.”

“24 yıl boyunca tesettürü tekrar tekrar denedim. Müslüman olmadığım halde Müslüman kadınlar gibi giyinip marketlere, konserlere, sinemalara gittim, seyahatlere çıktım. Gördüm ki mesture bir hanım her yerde saygı görüyor. Kimse dokunmuyor sana; laf atmaya bile cür’et edemiyor. Tesettür içinde tamamen emniyettesin.”

“İslam’ın ilkeleri kadına kafi derecede özgürlük alanı bırakıyor. Kadının kocasına veya daha yüksek bir otoriteye boyun eğmesini özgürlüğe aykırı bulmuyorum. Bunları dışlayan özgürlüğü fazlasıyla yaşadım, artık istemiyorum.”

Arada böyle ‘aykırı’ sesler de çıkmasa bu modern dünya hiç çekilmez.

Her zaman ve her yerde hep aynı hikâyeler… Belki makul, mantıklı ve rasyonel, ama illa ki soğuk, ruhsuz ve şiirsiz hikâyeler… “Özgürlük benim için bir yük haline geldi” diyerek modern dünyanın ezberini bozan şair Kamala Das’a selâm, selâm, selâm olsun!

Yeni Şafak, 22.9.2007

Hakan ALBAYRAK

23.09.2007


 

Anayasayla olmaz

Üniversitelerde kılık kıyafetin serbest olması için anayasaya bir fıkra eklenmesi fikri bana doğru bir seçim olarak görünmüyor. Çünkü -”başörtüsü yasağı”nın kalkması için yıllardır gayret sarf edenlerden birisi olarak- söz konusu yasağın “hukuksal” değil tamamen “ideolojik” bir zeminde yürütüldüğünü biliyorum. Anayasa’yı bu işe alet etmenin hiç mi hiç gereği yok. Yasal olarak yeni bir düzenlemeye de gerek yok. (“Üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir” diyen) “Ek 17. Madde” olduğu yerde durmuyor mu? Demek ki bütün mesele, yeni anayasanın YÖK’e ve “Türk Rektörler Komitesi”ne ilişkin getireceği yeni düzenlemeler çerçevesinde yasal dayanağı olmayan bu yasağı anayasayı araya sokmadan yasal zeminde çözebilmektir.

Yeni Şafak, 22.9.2007

Kürşat BUMİN

23.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri