Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Yüzelsel, gülünç ve de hazin!

Rahmetli meslek büyüğüm Metin Toker’den yıllar önce dinlemiştim. İsmet İnönü bir keresinde demiş ki:

“Daha Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte düşünmeye başladık bu Kürtler ile ne yapacağız diye...”

MİT’ten emekli üst düzeyde bir istihbaratçıyla bu yakınlarda sohbet ederken şöyle dedi:

“Teşkilatta tam 41 yıl görev yaptım. Kafamızdan Kürt sorunu hiç eksik olmadı. Ve bugün Türkiye yine aynı sorun nedeniyle tarihinin en karmaşık dönemlerinden birini yaşıyor.”

Seksen küsur yıl...

Kırk küsur yıl...

Cumhuriyet’i kuranların, Cumhuriyet Devleti’nin güvenliğinden sorumlu olanların kafasından hiç eksik olmayan Kürt sorunu konusunda, demek ki, bunca yıldır daha hâlâ doğru yol bulunabilmiş değil.

Neden?

Niye hâlâ yangın yaşıyoruz?

Bunun en başında bu sorunun seksen küsur yıldır kapalı kapılar arkasına kapatılmış olması yatıyor. Bu sorunun sadece devletin iç çekirdeğinin, özellikle ‘asker’in tekeline bırakılmış olması yatıyor.

Önce “Kürt yok, Türk var!” politikası... Sonra “Kürt var, Kürt sorunu yok!” politikası... Kürt kimliğine dönük inkarcılık... Kürt isyanları... Ve en nihayet PKK...

Bir başka deyişle:

Devekuşu gibi başını kuma gömmekle, sorunu kendi vatandaşından saklamakla, her türlü serbest tartışmayı yasaklamakla, insanını cahil tutmakla Türkiye’nin Kürt sorunundan kurtulacağı sanılmış...

Devletin bu yanlış anlayışıdır geri tepen.

Yangın bir kez daha parladı.

Şaşkınlık var kamuoyunda.

Televizyonlarda sık sık soruluyor:

“Türkiye bu işin içinden nasıl çıkacak?..”

Bilgisayarla ilk tanıştığımız zamanlarda çok rağbet edilen bir fıkraydı. Amerika’da bilgisayarın karşısına bir Türk geçmiş ve kendisine ne istersen sor demişler. O da, “Ne var ne yok?” diye yazınca, bilgisayar şallak mallak olup dökülüvermiş...

“Türkiye bu işin içinden nasıl çıkacak?” sorusu biraz bu fıkraya benziyor. Karanlıkta tutulduğumuz seksen küsur yılın bir ürünü sayılabilir bu soru.

Hem yüzeysel...

Hem gülünç...

Hem hazin...

Hepsinin içiçe olması şaşırtıcı değil. Çünkü bunca yıl geçmiş olmasına karşın o kadar az biliyoruz ki, hâlâ o kadar karanlıktayız ki.

Türkiye Kürtleri... Türkiye’nin Kürt sorunu... PKK ve şiddet... Irak, İran, Suriye Kürtleri... Kürt diasporası... Irak Kürtlerinin devletleşme süreci... Kürtlerin saflarından hiç eksik olmayan yabancı parmağı vesaire...

Bilmiyoruz bu konuları.

Bilmesi gerekenler de doğru dürüst bilmiyor.

Seksen küsur yıldır resmi yalanlardan, klişe ve sloganlardan kurtulup meseleyi sahici boyutlarıyla ele almak cesaretini doğru dürüst gösterebilmiş değiliz.

Bu kadar cahil olunca da, kamuoyunda savaş tamtamları çalıp yedi düvele meydan okumak, savaş kışkırtıcılığı yapmak, ülke sathında militarist-milliyetçi dalgalar kabartmak, bilerek bilmeyerek Türk-Kürt düşmanlığı yaratmak, etnik çatışmalara kapı aralamak, yani ateşle oynamak ahmaklığı kolayımıza geliyor.

Ne yazık!

Milliyet, 26 Ekim 2007

Hasan CEMAL

27.10.2007


 

Kışkırtıcılar yine sahnede

Şu anda Türkiye’nin yaşadığı gibi, uluslararası bir gerginlik olduğunda; her devlet, her hükümet, halkı arkasında görmek ister.

Çünkü böyle bir destek olmadan kararlı adımlar atamazlar. Ayrıca kendi pozisyonlarını savunurken, halkın taleplerini karşı tarafa (düşmana, müttefike, vb.) kah bir “mecburiyet”, kâh bir “mazeret” olarak sunarlar: Mesela “Halkı tutamıyorum” derler.

Bu gerçeği akılda tutarak Milli Güvenlik Kurulunun açıklamasına baktığımızda şu bölüm önem kazanıyor:

“Birlik ve beraberliğimizi zedelemeyi amaçlayan terör saldırılarına karşı, halkımızın her zaman olduğu gibi, sağduyusunu koruyacağına ve kardeşlik duygularına zarar verecek davranışlardan kaçınarak, teröre gereken yanıtı vereceğine olan inanç bir defa daha vurgulanmıştır.”

***

Bu nokta gerçekten önemli: Hem şehitler, hem de savaş hali toplumu germiş durumda. Herkes acil eylem bekliyor.

Ancak toplumdaki bu ruh halini, kendi politikaları çerçevesinde kullanmak, yönlendirmek isteyenler var.

Peki, kim bunlar?

Hatırlarsanız seçimlerden önce Güneydoğu’dan gelen şehit cenazeleri gündemdeki ilk sıraya oturmuştu.

Camilerde “Katil hükümet” sloganları işitiliyor, bu sesler ve görüntüler medya aracılığıyla tüm Türkiye’ye yayılıyordu.

Daha önce halkta böyle bir tepki yoktu halbuki... Gözyaşları arasında terör lanetleniyor, sorunun çözülmesi isteniyor ama “Katil hükümet” diye bağıran olmuyordu.

Bunun üzerine gösteriler incelendi ve acılı kitleyi yönlendiren kışkırtıcılar olduğu saptandı.

Bunlara karşı ne yapılabilirdi?

Emniyet, cenazeleri kameraya çekmeye başladı. Böylece provokasyonu yapanlar saptanabilecekti.

Tedbir işe yaradı: Kameraları gören kışkırtıcılar bir anda ortadan kayboldu. Böylece hükümet karşıtı sloganlar son buldu.

***

Şimdi aynı kışkırtıcılar yine sahnede. Bir kez daha halkın hassasiyetini kaşıyorlar.

Mesela “ Meclis’i basarız, 23 kişiyi asarız” yazan bir pankart gördük. Kim bunlar?

“Siyasetin” yerine, “linç etmeyi “ koymaya çalışan; halkın oylarıyla oluşmuş, demokrasinin en temel kurumu olan Meclis’i hedef alanlar kim?

İlkokul öğrencilerini meydanlara sürenler kim? Kaynağı belirsiz bildirilerle, yaydıkları söylentilerle kitleleri aşırı heyecanlara yönlendirenler kim?

Tek tek isim sayamam tabii ama neler yapmaya çalıştıklarını apaçık görüyoruz:

- ABD’den İngiltere’ye, Irak’tan İsrail’e yürütülen diplomatik çabaları, “vakit geçirme” olarak sunuyorlar.(...)

- Toplumu; demokrasinin bir işe yaramadığına, sorunların “siyasetle” değil, “şiddet” kullanarak halledileceğine inandırmak istiyorlar.

- Türk vatandaşları, Kürt vatandaşlarına karşı kışkırtarak, “kavgayı” ve “yağmayı” teşvik ediyorlar. Böylece, “Bu toplum yönetilemiyor, bize otoriter bir rejim gerekli” fikrini oluşturmayı amaçlıyorlar.

- (...) “Biz siyaset yapmıyoruz, Türkiye’yi düşünüyoruz” iddiasındalar ama bal gibi “şehit kanı üzerinden” siyaset, hem de iğrenç bir siyaset yapıyorlar.

Sabah, 26 Ekim 2007

Emre AKÖZ

27.10.2007


 

Devlet politikası

Şimdi bıçak kemiğe dayandı diye ekonomik ambargodan bahsediliyor. Türk şirketleri—ki aralarında OYAK da vardı—Kuzey Irak’a iş yapmaya giderlerken acaba devlet kurumları bunu genel bir devlet politikasının içine konumlandırmışlar mıydı? Şimdi bahsedilen ekonomik ambargo acaba Kuzey Irak’tan çok Türkiye’ye mi zarar verecektir?

Türkiye’nin uzun vadeli, tutarlı, hedefleri net, tüm yönleriyle iyi düşünülmüş ayrıntılı planlanmış devlet politikaları oluşturmakta zaafları olduğunu düşünüyoruz. Çok uzun zamandır sorunlar ancak kapıya dayanınca tepki vermemizden, durumun böyle olduğu görünüyordu. Ancak son günlerde yaşanan bazı olaylarla, ihmalin ve yetersizliğin hayli vahim düzeyde olduğu ortaya çıktı.

Nedir aksar gibi gözüken gelişmeler onlara kısaca bakalım ilk önce.

1- Dün her gazetede Talabani’nin sözünden dönmesi üzerine haberler vardı, bu konuda en nazik başlık ‘Talabani bilmecesi’ diye atılmıştı. Talabani’nin hemen hiçbir sözüne tam güvenilemeyeceğini Türkiye yeni anlıyorsa işimiz zor demektir. Halbuki Talabani ve Barzani’yi devlet uzun zamandır besledi ve korumaya aldı. İkisine Türk pasaportu bile verildi ve sıkça Ankara’da ağırlandılar. Bunlar normal çünkü devletler uzun dönemli çıkarlarına uyduğu sürece bu tür şeyler yaparlar. Ancak bizim durumumuzda uzun dönemli çıkarımızın ne olduğu pek belli değildir. Çünkü ikisi de yıllardır koruması altında oldukları Türkiye’ye pek dostça davranmıyorlar son zamanlarda. Acaba yıllardır bunlara kendilerinden beklenilen tam mı anlatılamadı yoksa bizim kafamız mı net değildi bu konuda.

2- Şimdi bıçak kemiğe dayandı diye ekonomik ambargodan bahsediliyor. Türk şirketleri—ki aralarında Oyak da vardı—Kuzey Irak’a iş yapmaya giderlerken acaba devlet kurumları bunu genel bir devlet politikasının içine konumlandırmışlar mıydı? Şimdi bahsedilen ekonomik ambargo acaba Kuzey Irak’tan çok Türkiye’ye mi zarar verecektir? Acaba Türkiye’nin yaratacağı boşluğu başka ülkeler mi dolduracaktır?

3- Jetlerimiz içimizi rahatlatıyor, köşe yazılarıyla da beslenen intikam duyguları tatmin ediliyor da acaba bu tür mücadeleleri havadan bombalama yöntemiyle kazanmak mümkün müdür? ‘İnlerinde vuruyoruz’ diyor gazeteler. Güzel, onlara ‘hayvan’ dedik üstelik vuruluyorlar da tatmin olabiliriz öyleyse. Acaba o bölgelerde sınırları net olarak çizilebilen PKK bölgesi diye bir bölge var mıdır ki biz gidip bombalıyoruz oraları? Bölgedeki durumu iyi bilen kaynaklar Kandil Dağı’nın bile PKK’nın eğitim alanı olduğunu, teröristlerin orada değil çevre köylerde yaşadıklarını söylüyorlar. Çevredeki köylerin gündelik yaşamına karışmış olarak yaşıyor terörist ve sadece eğitim amaçlı dağa çıkıyor. Köyler de bombalanırsa bunun Türkiye aleyhine durum yaratacağı belli değil mi?

4- PKK’ya karşı psikolojik harp ön plana çıkarılacakmış. Ben gazeteciliğe ilk başladığım yıllardan bu yana bu lafı duyup dururum. Neden hâlâ daha aynı karar çıkarılıyor anlamak mümkün değil ve tekrar karar alınıyorsa aynı konuda biraz geç kalınmadı mı?

5- Bir ara askeri başarı kazanıldı, dağlar teslim alındı diye söylemler vardı, gerçekten de korucusuyla terör timleriyle dağlarda hakimiyet kazanıldı havası veriliyordu. Sonra ne oldu, arada geçen zamanda neler yaşandı? Bu konuda devletin özellikle siyasi kanadı gerekli özeleştiriyi yapıyor mu? Bu ortamda Başbakan’ın ‘uzman terör timlerine ihtiyaç var’ türünde bir açıklama yapmasının manası nedir?

Soruları daha çok artırabiliriz. Ama açık olan şudur ki bizde bir uzun dönemli plan yapma konusunda zaafiyet olduğu kesin gözüküyor. Uzun dönemli plan olsa, hedefler konulsa kısa vadede sorunlar da fazla yaşanmaz gibi geliyor bize. En azından başka devletlerin tecrübesi bunu gösteriyor. Türkiye’de de bunu yapacak beyin gücü ve güç var; sadece iradenin ortaya konması gerekiyor.

Akşam, 26 Ekim 2007

Serdar TURGUT

27.10.2007


 

Medya yangına körükle gitme!

Bu ülkede 70 milyon insan yaşıyor. Tam sağlıklı bir istatistik yok, ama, üzerinde birleşilen rakam, 10 milyon.. On milyonumuz Kürt asıllı.. Yani içimizdeki her yedi kişiden biri Kürt asıllı.. Kürtlerin en kalabalık olduğu ülke Türkiye.. En kalabalık olduğu kent de, İstanbul..

Ve biz, Kurtuluş Savaşını omuz omuza yapan Türkler ve Kürtler ve de diğer tüm azınlıklar yüzlerce yıldır bir arada yaşıyoruz.. Kız alıp vermelerle öyle kaynaşmışız ki adli tıp zor ayırır.

Bu PKK dediğimiz terörist gurup ise, sağdan say, soldan diz, 3 bini geçmez.. Askeri, sivil tüm istihbaratın ortaya koyduğu rakam bu..

Şimdi bu 3 bin, 70 milyonu allak bullak edebilir mi?. 70 milyonun yaşamını tepe taklak çevirebilir mi?. 70 milyona her şeyi ve herkesi unutturup sadece kendisini konuşturabilir mi?.

En kötüsü de, bu 3 bin kişi, 60 milyonun gözünde kendisini, içinden çıktığı 10 milyonla özdeşleştirip, Türkiye’de kardeşi kardeşe düşürebilir, Türk-Kürt kavgası, nefreti, düşmanlığı yaratıp, asıl hedefi olan ülke bölünmesinin tohumlarını atabilir mi?.. Bunu yapabilir mi?.

Yapar.. (...)

Bugün ülkenin içinde bulunduğu asıl tehlike budur. Ateş olsa cürmü kadar yer yakacak, PKK değil.. (...)

Ben Türkiye’nin 6-7 Eylül günlerine nasıl geldiğini iyi bilirim.. Bu yüzden içim titriyor. PKK’nın en büyük hedefi bu.. Bir Kürt 6-7 Eylül’ü yaratmak.. Bunu başarırlarsa, sayıları 3 binden milyonlara çıkacak. Bunu başarırlarsa tüm dünyayı arkalarına alacaklar..

Bu tuzağa düşmememiz lâzım. Kim uyaracak?..

Medya!..

Yangına körükle giderek mi başaracağız bunu..

Sabah, 26 Ekim 2007

Hıncal ULUÇ

27.10.2007


 

Öfkeyle değil, akılla hareket etmek gerek

Milli Güvenlik Kurulunun, PKK’nın sınır ötesindeki hareketlerini engelleyecek önlemler arasında Kuzey Irak’a ekonomik ambargo uygulanmasını da değerlendirmesini iyi düşünmek gerekiyor.

Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetiminin, Türkiye’nin dostluğunu kaybetmenin nelere mal olabileceğini görmesinin elbette sayılamayacak kadar çok faydası var.

Barzani ve Talabani bilmeli ki, Türkiye’ye düşmanca tavırlarla yaklaştıkları sürece bu bölgede rahat ve huzur içinde yaşayamayacaklar, sahip oldukları ekonomik zenginlikleri kullanamayacaklar.

Ancak her ekonomik yaptırım gibi bunun da iki tarafı keskin bir bıçak olduğu gerçeğini de düşünmek gerekiyor.

Güneydoğu illerimizin ticaret ve sanayi odalarının başkanlarının demeçlerini dikkatle okuyunca bu endişe daha iyi anlaşılıyor.

Olası bir ambargonun, bölgenin zaten çok gelişmemiş ekonomisinde yaratabileceği tahribatı ihmal etmemek gerek.

Ve şunu da unutmamalıyız: PKK’nın terör için uygun bir zemin bulmasının ve insan kaynağı konusunda çok da fazla sıkıntı çekmemesinin bir nedeni de bölgenin ekonomik geriliği değil miydi?

Terör sorununun kesin çözümünün, bölgenin ekonomik gelişmesinin hızlanması ve işsizliğin azaltılmasında yattığı söylenmiyor muydu?

Ambargo konusunda soruna öfkeyle değil, akılla yaklaşmamız gerekiyor.

Hürriyet, 26 Ekim 2007

Mehmet Y. YILMAZ

27.10.2007


 

’Sansür’ olayının yazılmayan tarafı

Kaçırılan 8 Türk askerinin görüntülerinin, PKK tarafından ortaya çıkarılacağının anlaşıldığı gündü...

O gün, olayı önceden haber alan askeri yetkililer, hükümetin üst düzey yetkililerini aradılar...

Talep şuydu:

“RTÜK Yasası’nda Başbakan’a veya onun görevlendireceği bir bakana tanınan bir yetki var... Milli güvenlik konularında televizyonlara yayın yasağı konulabiliyor... Hükümetten kaçırılan askerlerin görüntüleri konusunda yayın yasağı getirmesini istiyoruz.”

Askerin bu talebi, Başbakan Erdoğan o gün yurtdışında olduğundan, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’e iletildi.

Çiçek de talebe olumlu karşılık vererek yasak kararını aldı...

Ancak...

Çiçek yasak kararının metnini yazarken iki mühim hata yaptı:

BİR: “Yayın yasağı”nın çerçevesini çok geniş tuttu...

İKİ: Yasak kararına soyut ifadeler koyarak “Nereye çeksen gider” bir hava oluşturdu.

Haksızlık yapmayalım...

Çiçek’in bir mazereti vardı!

Çünkü...

Böyle bir yasak kararı, “Kaçırılan askerlerin görüntülerinin yayınlanmasını istemiyoruz” ifadesine dayandırılamazdı.

* * *

Aslında hem askerlerin, hem de hükümetin medyanın yayınlarını kontrol altına alma arzusunun nedenleri şu birkaç noktada toplanıyor:

BİR: Son saldırıyla ilgili “ihmal var” şeklindeki yorumların, güvenlik kuvvetlerini zaafa uğratacağı düşüncesi...

İKİ: Toplumda oluşan kontrolsüz öfke patlamasının önü alınamaz sıkıntılara yol açabileceği ihtimali...

ÜÇ: Operasyonla ilgili beklentilerin en üst noktalara taşınmasının stratejik sorunlara neden olabileceği kuşkusu...

DÖRT: Her türlü görüntü ve bilginin serbestçe yayınlanabilmesinin, PKK’nın propaganda çabalarına uygun bir iklim sunabileceği endişesi...

İşte bu dört nedenle...

Çerçevesi geniş tutulsa da, soyut ifadelere yer verse de...

Yayın durdurma yasağına hem hükümetin, hem askerin desteği vardı...

* * *

Ancak...

Son Danıştay kararıyla birlikte yasak kararı ortadan kalktı.

Şimdi benim yayın yasağı nedeniyle ortalığı “Sansür geldi” diye inleten kahraman arkadaşlarımızdan bir beklentim var...

Madem sansür kalktı...

O halde oluşan bu özgürlük havasından yararlanarak...

Hükümeti sorguladıkları kadar...

Ülkemizin diğer iktidar odağını da bir nebzecik sorgulayabilirler mi acaba?

Bu konuda kendilerine herhangi bir otosansür uygulamamaları söz konusu olabilir mi?

Merakla bekliyorum...

Hürriyet, 26 Ekim 2007

Ahmet HAKAN

27.10.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri