Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Hamaset mi, strateji mi?

Elbette yerine göre ve ölçüyü kaçırmamak şartıyla hamaset gereklidir. Lakin her şeyi hamasetle halledebileceğinizi düşünürseniz; çeyrek asır sonra, yarım asır sonra, bir asır sonra hep aynı konularla uğraşıp durursunuz... Büyük ve güçlü devlet olmanın gereklerinden birisi de, ileriye dönük uzun soluklu plan ve programlar yapmak, stratejiler geliştirmektir. 84.’üncü kuruluş yıldönümünü iki gün önce kutlayan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin böyle hazırlıklarının olup olmadığını burada sormayacağız!.. Yalnızca Cumhuriyetin siyasi tarihi boyunca, gerek sınırları içinde ve gerekse sınırlarının hemen yanı başında meydana gelen bazı olayları satır başları ile hatırlatmakla yetineceğiz.

T.C.’nin kuruluşundan yalnızca iki yıl sonra, 1925’te; Türkiye’nin Musul ve Kerkük konusunda etkili politikalar izlemesini önlemek için; içeride Kürt vatandaşları kışkırtarak isyan çıkartan İngiltere, 1926’da aslan payı kendisinde olmak üzere, Kerkük petrol kaynaklarını, Amerikan ve Fransız şirketleri ile birlikte paylaşmadı mı?

1925’te Şeyh Sait ile görüşmeye gelen Molla Mustafa Barzani; 1930 yılında İngiliz hükümetine isyan etti ve daha sonra Türkiye’ye sığındı. 1930 -32 yıllarında Eskişehir’de sürgün hayatı yaşadı. İkinci dünya savaşı sırasında; İran, Almanya ile yakınlaşınca, 1943’te onu cezalandırmak için İngilizler Güney’den, Ruslar da Kuzey’den ülkeyi işgal etti. 1946’da burada Mahabat Kürt Cumhuriyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti ismiyle iki devletçik kuruldu. Barzani Kürt Cumhuriyeti’nin Savunma Bakanı idi... Ancak bu sözde cumhuriyet yalnız altı ay yaşayabildi. Baba Barzani, soluğu Komünist Rusya’da aldı. 1947 -1958 yıllarında Moskova’da korundu. 1958’de Irak’ta askeri darbe yapılıp af çıkarılınca, Barzani ülkesine döndü ve akabinde de Türkiye sınırı boyunca hemen silahlı faaliyetlerde bulundu. Aynı yıllarda Türkiye’de de bazı kıpırdamalar oldu. 1963’te Silopi’de illegal olarak, Barzani’nin KDP’sinin uzantısı olan bir siyasi parti kuruldu!..

1925’ten elli yıl sonra 1975’ten bir kesit sunalım: 5 Nisan 1975 tarihli Cumhuriyet gazetesinin haberi şöyle. “Newsweek Dergisi’ne göre, İsrail beş yıldan beri Kürtlere silah ve askeri malzeme yardımı yapmakta, bir yandan da askeri uzmanlar göndermekteydi.” Bu tarihten altı yıl önce, 1969’da; İsrail eski Savunma bakanlarından Gen. Rafeal Eitan, Barzani’nin talebi üzerine Irak’a gidip, Kürt ayaklanmasının daha yaygın şekilde yürütülmesi konusunu görüşecek ve Kürtlere yapılacak silah yardımı konusunda, rapor da hazırlayacaktır... Zaten bundan bir yıl önce yani 1968 yılında da, Barzani İsrail’i ziyaret etmiştir. 1973’te ikinci kere İsrail’e gitmiştir. Bu ziyaretler meyvesini hemen verdi. Aynı yıllarda dönemin Mossad Başkanı Meir Amit, Kuzey Irak dağlarındaki Barzani yandaşlarının kamplarına kadar gidip, silah ve eğitim desteği vaadinde bulundu. Bu vaat da yerine getirildi.

Aslında Mossad’ın Kürtlere yardımı, 1958’de başladı. Dikkat ediniz 1958’de, İsrail daha on yıllık bir devlettir!..

1975’deki Newsweek Dergisi haberinden yaklaşık otuz sene sonra, Haziran 2004 tarihinde; daha önce Vietnam’da My Lai katliamını ve Irak’taki Ebu Gureyb Hapishanesindeki işkence rezaletini ortaya çıkaran, Amerikalı Gazeteci Seymour Hersh, Newyorker dergisine yazdığı makalede; İsrail’in Mistaravim isimli özel harpçilerinin Kuzey Irak’ta, çeşitli gruplara askeri eğitim verdiğini ifşa ettiğinde; Türkiye’de bugün strateji uzmanı kesilen pek çok kalemin ne kadar afalladığını hatırlıyorsunuzdur herhalde. Hersh, bugünlerde yine konuştu ve Amerika ile İsrail’in İran’ı istikrarsızlaştırmak için PKK ve PJAK örgütlerine uzun yıllar destek verdiğini söyledi. Amerikalı gazetecinin bu yeni ifşaatı da medyada geniş yankı buldu.

Staretji mi dediniz?.. Alın size strateji: Dünya Siyonist Örgütü’nün yayın organı Kvunim (Yönelimler) Dergisinin Şubat 1982’deki 14. sayısında; “1980’lerde İsrail İçin Strateji” başlıklı makalede: Irak’ın Basra çevresinde Güneyde bir Şii Bölgesi, Kuzey’de Musul çevresinde bir Kürt bölgesi ve ortada Bağdat çevresinde bir Sünni bölgesi olarak üçe bölünmesi hedefleniyor... Aynı makalede Lübnan’ın ve Suriye’nin ve dahi Mısır’ın parça devletçiklere bölünmesi ince ince işleniyor! Siyonist derginin 1980’lerde geliştirdiği bu stratejiyi, 1990’lardan itibaren ABD; “Büyük Orta Doğu Projesi” adıyla resmi tez haline getirip, 2001 Eylül’ünden sonra da uygulamaya koydu iyi mi? İşte böyle... Bazıları strateji geliştirir. Bazıları da hamasi nutuklar çeker! Şimdi bir daha soralım: Büyük devlet olmanın gereği nedir?!

Türkiye, 31.10.2007

İsmail KAPAN

01.11.2007


 

Sabotaj gibi

İki muhalefet partisinin en fazla kullandığı temalar, Türkiye’nin terörle mücadelesine sabotaj niteliğindedir.

Temalardan biri Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’taki Kürtleri de hedef alması yönünde.

Bu zaten Türkiye’nin operasyonuna karşı çıkan dünya güçlerinin itiraz noktalarından biri.

Kuzey Irak’ta Türk Silahlı Kuvvetleri ile Barzani-Talabani’nin peşmerge güçleri arasında çıkacak çatışmalar ister istemez Amerikan askerlerini de işin içine sokacak ve kıvılcım yangına dönüşecektir.

MHP ve aynı çizgideki CHP sürekli olarak bunu tekrarlayarak Türkiye’nin terörle mücadele çerçevesindeki girişimlerine zarar veriyor.

Bu korkunun kaçınılmaz devamı da çatışmaların Kuzey Irak’tan taşması ve bir Türk-Kürt savaşına dönüşmesidir.

Yine aynı parti ve çevreler, terörü lanetleme gösterilerini bu çatışmayı bir an önce başlatmak amacıyla kullanma hevesinde olmuşlardır. Nitekim MHP Genel Başkanı, parti örgütünü bu konuda uyarmak gereği duymuştur.

Kuzey Irak topraklarında başlamış ve Türk topraklarına şöyle ya da böyle sıçramış bir Türk-Kürt savaşını en çok isteyen herhalde PKK’dır. Böyle bir durumda PKK kendi varlık nedenini bütün dünyaya karşı haklı göstermenin gerekçelerini elde etmiş olacaktır.

***

CHP Genel Başkanı’nın ağzından tekrarlanan bir başka tema da Türkiye’nin güney sınırının bugünkü yapısının ülke güvenliğini sağlama açısından büyük sorun yarattığı ve “fiili sınırın” buna göre yeniden düzenlenmesi meselesidir.

Bu görüş tekrarlandıkça yine Türkiye’nin sınır ötesi operasyon ile bir taşla üç kuş vurma niyetinde olduğu kuşkuları yayılıyor.

Kuzey Irak’a girmişken Türkiye’nin güney sınırını fiilen değiştirme girişimi ile Kuzey Irak’ta bir bağımsız Kürt devleti oluşması sürecini askeri yöntemlerle baltalamaya dönük hevesler bugün Türkiye’yi uluslararası alanda en fazla zora sokan konulardır.

***

Türkiye terör sorununu ilk kez bu kadar güçlü bir şekilde dünyaya anlatabilmiştir. Ama MHP ve CHP gibi radikal sağ siyaset izleyen partilerin popülizm adına savaşçı pozisyon almaları şu anda Türkiye’nin haklı davasına sabotaj niteliğindedir.

Türkiye savaş istemiyor, savaşı durdurmak istiyor. Bu temel unsurun dışına çıkan her kışkırtma sabotajdır.

Vatan, 31.10.2007

Okay GÖNENSİN

01.11.2007


 

Dağlıca olayı: Bu pilav daha çok su kaldırır

Saldırıya uğrayan Dağlıca Taburu’nun yarbay rütbesindeki komutanı hakkında idari soruşturma açıldı. Hürriyet’in görevden alındığı haberi yalan. Terörist saldırı sırasında istihbarat zaafı yaşandığı ve köstebek kuşkusunun bulunduğu neredeyse kesinleşti. Köstebek oldukları kuşkusuyla 6 korucu tutuklandı. Ayrıca, 8 askerin kaçırılmadığı iddiasını Tuncay Özkan’ın Ankara Temsilcisi Hulki Cevizoğlu da yazmaya başladı. Ne bileyim, bana inanmayanlar bu arkadaşlara inanır belki.

Buradaki kritik gelişme, Dağlıca Tabur Komutanı hakkında idari soruşturma açılmasıdır. Saldırıyla ilgili bazı iddiaları incelemeye alan Genelkurmay’ın ulaştığı çok önemli bilgiler var. ‘Devlet sırrı’ olduğu için elbette açıklanması beklenemez. Ama sorgulama mekanizmasının iyi işlediğini belirtmeliyim.

Genelkurmay, komutan hakkında idari soruşturma açarken hangi saiklerle hareket etmiştir bilmiyorum ama bölgeden gelen önemli bir şahsın aktardığı çok önemli bilgiler var. Bu bilgiler, üçüncü şahıslardan aktarılmamış bizatihi tarafından toplanmış.

Hadise şu: Teröristler, Dağlıca saldırısını iki aşamada gerçekleştiriyor. İlk aşamada 4 terörist, sınırımıza 6-10 kilometre mesafedeki Zap Vadisi’ndeki kamplardan 2 Doçka uçaksavarı yükledikleri katırlarla saldırıdan bir gün önce sınırımıza gelerek konuşlanıyorlar. 200 kişilik terörist grup (Bir iddiaya göre 60) saldırı günü sınırımızdan geçiyor.

Dağlıca taburu, yamaçta. İki hakim tepede taburu koruyan daha çok nişancı olarak adlandırılan öncü birlikler mevzilenmiş. Bu mevzilerde genellikle 30-40 arasında askerimiz bulunuyor.

Saldırı, iki noktadan gelen ‘Savunmasızdır’ mesajından sonra başlıyor. Bunlar asker veya korucu olabilir. Ancak bana bilgiyi aktaran şahıs, köstebeklerden birinin, gece görüş dürbününü kullanan bir er olduğunu söylüyor.

Bu arada 6 korucunun köstebek olduğu kuşkusuyla göz altına alındığı ve Roj TV’ye konuşan bazı askerlerimizin militan edasıyla yaptığı açıklamaları hatırlatmalıyım. Kimse kusura bakmasın, can korkusuyla konuştuklarını düşünmesinler. İranlılara esir düşen İngilizler bile böyle davranmadı.

İçinizden tanıyan birileri varsa, yıllar önce PKK’nın elinden bazı askerleri teslim almaya giden Fethullah Erbaş’a sorsun. Askerin biri gelmek istememiş.

Amaç öldürmek değil teslim almak

İçeriden gelen istihbaratla saldırı planını yürürlüğe sokan PKK’lılar, önce Dağlıca köprüsünü uçuruyorlar. Öncü birliklerin etrafını sardıklarında ‘Teslim olun’ çağrısında bulunuyorlar. Bu eylem tarzı, askeri çevrelerde, PKK’nın burada öldürmekten çok rehin aldıkları askerler yoluyla Türkiye’nin itibarını zedelemek ve dünya kamuoyuna propaganda yapmak şeklinde yorumlanıyor. Başka bir ifadeyle, PKK, Dağlıca’ya asker kaçırmaya gelmiş.

İstihbarat raporuna yansıyan bilgilere göre, 8 askerimiz teslim oluyor. Çatışma teslim olmayanlar arasında başlıyor. Üzülerek belirtmeliyim, askerlerimizin bir kısmı saldırıya uykuda eşofmanlarıyla yakalanıyor.

Doçkalarla taburu koruyan birliğin direnci kırılırken, sabaha doğru cobra helikopterler geliyor ancak müdahale edemiyor. Bu kez Diyarbakır’dan iki jet havalanıyor, fakat mühimmatsız. Kısa süreli keşiften sonra mühimmatla birlikte operasyona katılıyor. Çatışma saatlerce devam ediyor.

Öncü birliği kuşatan teröristler, jetler gelmeden önce teslim olan askerlerle birlikte sınırdan ayrılırken doçkalarla sınırda konuşlanan 4 kişilik terörist grup çatışmayı sürdürüyor. Doçkalar jetlerle etkisiz hale getirilirken bu 4 terörist öldürülüyor.

Başka ayrıntılar da var. Burada kesmek istiyorum. Çünkü; bölgede can siperhane görev yapan askerlerimizde moral bozukluğuna yol açmak istemem.

Şu kadarını bilin; Bu pilav daha çok su kaldırır.

Star, 31.10.2007

Şamil TAYYAR

01.11.2007


 

İlerlememe raporu!

Bir süredir AB’yi unuttuk adeta... Son haftalarda ulusça PKK terörüne ve Kuzey Irak’a olası müdahale hazırlıklarına o kadar odaklandık ki, öteki konular ya geri plana itildi, ya da tamamen gündemden düştü...

Aslında bu arada AB ile ilişkilerde önemli bir gelişme de olmadı. Zaman zaman bazı AB yetkililerinden tek tük demeçler duyuldu. Türkiye’de hükümet veya Meclis cephesinde ise -gerek birbirini izleyen seçimler, gerekse terörist saldırılar nedeniyle- AB ile ilişkileri ilgilendiren reformlar gibi konularda bir hareket görülmedi.

Bu durgunluk döneminin ardından herhalde önümüzdeki aydan itibaren AB ile ilişkilerde bir canlanma görebileceğiz. Bunun ilk adımını resmen 6 Kasım’da yayımlanması beklenen İlerleme Raporu oluşturacak. Daha sonra da, AB’nin Konsey oturumları ve zirvesi toplantısı gelecek...

Brüksel muhabirimiz Güven Özalp’in ele geçirdiği İlerleme Raporu bize AB’nin yürütme organı olan Komisyon’un Türkiye’deki gelişmeleri nasıl değerlendirdiğini şimdiden öğrenmek olanağını veriyor. Bu raporun önemi, bir yandan Komisyon’un tavrını ortaya koyan, öte yandan da üye ülkelerin bakanlarına ve liderlerine aralık ayında alacakları kararlara yön veren bir yol haritası niteliğini taşımasıdır.

Sürpriz yok

Hemen belirtelim ki, bu yılki raporda bir sürpriz yok. Hükümetin ve Meclis’in başka öncelikleri, tereddütleri ve hareketsizliği nedeniyle, somut bir ilerleme de yok. Bir bakıma bu, bir İlerlememe Raporu sayılabilir!

Genelde bu rapor, öncekilere oranla, daha dikkatli ve ılımlı bir üslupla yazılmış. Belli ki Komisyon yetkilileri, Türkiye’deki duyarlılıkları ve sıkıntıları dikkate almak -ve özellikle kırıcı ifadeler kullanmamak- gereğini duymuş. Komisyon bu şekilde, Fransa başta olmak üzere, Türkiye’ye soğuk bakan AB üyelerine de, engel çıkarmak için kullanabilecekleri malzeme vermemeye de özen göstermiş.

Bu tür raporlar, çoğu zaman basına da yansıyan olaylara ve bilgilere dayanır, resmi kuruluşların açıklamaları veya beyanları da kaynak olarak gösterilir. Bu bağlamda raporda hangi konulara (daha doğrusu hangi yersizliklere veya olumsuzluklara) vurgu yapıldığı önemlidir.

Yeni raporda TSK’nın açıklamaları kaynak gösterilerek anayasal kriz süresinde “siyasete müdahaleler” vurgu yapılıyor. Ancak bu gelişmelerin sonunda, demokrasinin iyi bir sınav verdiği de belirtiliyor.

Bu raporda da (TCK’nın 301. maddesinden Heybeliada Ruhban Okulu’na, dokunulmazlıktan yolsuzluklara kadar) artık “yıllanmış” olan bazı sorunlar üzerinde duruluyor ve bu alanda pratikte bir ilerleme olmadığı belirtiliyor...

Nasıl olacak?

Komisyon’un üyelik yolundaki ülkeler hakkında yayımladığı raporlar (sadece Türkiye için değil) hep tartışma konusu oluyor. Geçmiş yıllarda yayımlanan bazı İlerleme Raporları Türkiye’de sert tepkilere yol açmıştı.

Bu seferki raporda da itiraz edilecek veya tartışılacak konular bulunabilir. Bu, farklı görüşlü çevrelerin bakış açısına da bağlı.

Ama genel olarak, bu rapor TÜSİAD’ın Brüksel temsilcisi Bahadır Kaleağası’nın deyişiyle yapıcı bir üslup taşıdığı gibi, daha önceki yıllara göre Türkiye’nin epey mesafe kat ettiğini de gösteriyor. “Bugün varılan noktada artık eski duvarlar yok ve bugünkü duvarlar da daha kolay aşılabilir”...

Bunun için daha fazla ilgi ve çaba gerek. Ama bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu hassas durum buna ne kadar müsait, bilemiyoruz...

Milliyet, 31.10.2007

Sami KOHEN

01.11.2007


 

Medyanın büyük sınavı...

Herkesi eleştiriyoruz, gerektiğinde suçluyoruz...

Herkese akıl veriyoruz...

Peki, bizim her yanımız doğru mu?

Eleştirilecek, hatta suçlanacak bir yanımız yok mu?

Gazete sayfalarının, TV ekranlarının arkasına saklanıp, ağzımıza geleni söylüyoruz. Birileri karşı çıktı mı, hemen basın özgürlüğü ve demokrasi zırhının arkasına saklanıyoruz.

Bu iş bu kadar kolay olmamalı.

Nitekim de değil.

Acaba, nasıl önemli bir sınavdan geçtiğimizin farkında mıyız?

Benim kaygılarım var.

PKK’nın oyununa düşüyormuşuz gibi bir izlenime sahibim.

PKK bu ülkeyi bölmeye çalışıyor.

Türk ile Kürdün çatışmasını, bir iç savaş çıkmasını arzuluyor. Öylesine girişimler yapıyor, öylesine nasırımıza basıyor, heyecanları öylesine körüklüyor ki, her an bir şeyler olabilir.

Ne yazık ki, medyamızın önemli bir bölümü de bu tuzağa düşüyor.

Öyle yorumlar dinliyor, öyle tartışmalara şahit oluyor, öyle manşetlerle karşı karşıya kalıyoruz ki, insanın içinden eline baltayı alıp sokağa fırlamak geliyor.

Vatanseverlik adına, Cumhuriyeti korumak adına yapılan yayınları dinledikçe toplum kabarıyor.

Sağdan soldan gelen haberler korku veriyor.

Komutanlar olsun, iktidar veya RTÜK Başkanı Zahit Akman olsun boş yere “aman yapmayın, aman soğukkanlı olun “ demiyorlar.

Bu ülke fokur fokur kaynıyor.

Bir Türk-Kürt sürtüşmesi hepimizin sonu olur. Bugüne kadar başardıklarımız bir avazda sıfırlanır.

Bu ülkeyi gerçekten bölmek, gerçekten zarar vermek istiyorsak, böyle devam edelim.

İşte medyanın sınavı burada.

Haber verme aşkı veya vatanseverlik uğruna toplumu kışkırtan yayınlar yaparsak, sadece kendi bindiğimiz dalı keseriz.

İşte gerçek sınav karşımızda...

Milliyet, 31.10.2007

Mehmet Ali BİRAND

01.11.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri