Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

‘Hukuk mukuk dinlemeyen’ hakimler

TESEV’in ‘ Demokratikleşme Programı’ çerçevesinde Prof. Dr. Mithat Sancar’ın gerçekleştirdiği yargıyla ilgili araştırmanın herkesi, ama özellikle de yöneticilerimizi alarma geçirmesi gerekiyor. Bu araştırmanın bulgularına dayanan ‘ Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları’ başlıklı değerlendirme raporunda hakim ve savcılarımız hakkında hepimizi kara kara düşündürecek bilgiler var.

Bu araştırmanın ortaya çıkardığı en temel ve vahim gerçek, hakim ve savcılarımızın çoğunun ‘adalet dağıtma’yı kendi asli işlevleri olarak görmedikleridir. Çünkü bu ‘devletçi hukukçular’ kendilerini ‘devletin çıkarları’nın bekçisi olarak görüyorlar. O kadar ki, bunlar arasında, gerektiğinde ‘hukuk mukuk dinlemem’ diyebilenler gibi, insan haklarını ‘devlet güvenliği’ne feda etmeye hazır olanlar da var.

Yine bulgular gösteriyor ki, bizim hakim ve savcılarımız, ‘devletin güvenliği’ uğruna sadece adaleti değil demokrasiyi de harcamaya istekliler. Bunlardan bir tanesi ‘ben devletçi hukukçuyum’ diyormuş. Evet, ‘devletçi hukukçu’ların demokrasi diye bir kaygıları olmaması anlaşılır bir şey, ama hiç değilse adalet için böyle olmaması gerekmez mi?

Belki garip gelebilir, ama sahiden de ‘devletçi hukukçu’ olur. Hukukta devletçilik dendiğinde başlıca iki şey akla gelir. Birincisi, hukuku münhasıran devletin vaz ettiği normlardan ibaret gören ‘hukukî pozitivizm’dir. Bu doktrin hem pozitif hukukta ifadesini bulmuş olmayan ‘ilkeler’i, hem de resmen vaz edilmiş olmayan kuralları gözardı eder.

Ama bu anlamda devletçilik, hiç değilse ‘yasallık’la ve yasaların belirlediği çerçeve içindeki ‘adalet’le bağdaşır. Demek istediğim, bizim hakim ve savcılarımızın devletçi hukukçuluğu bu anlayışın da gerisindedir. Çünkü, bunlar ‘devletin çıkarları’ veya ‘devletin güvenliği’ derken, yasalar sistemimize zaten nüfuz etmiş olan devletciliğin de ötesindeki bir şeyleri koruma kaygısıyla hareket ediyorlar. Pozitif yasaları kendi iç mantıkları açısından değil de ‘devletin çıkarları’ gibi harici unsurların ışığında okuyorlar.

Hukukta devletçiliğin ikinci anlamı, hukuk devletinin en büyük düşmanı olan ‘hikmet-i hükümet’in hukuku ikinci plana itmesidir. Bu felsefe, hem hukuku—ki onu da bir ‘yasalar sistemi’inden ibaret görür—devletçi kaygılara bağımlı hale getirir, hem de adaleti başlı başına bir değer olarak görmez. İşte bizimkiler ‘ben devletçi hukukçuyum’ derken asıl bunu kastediyorlar. Görülüyor ki, öteden beri benim de ısrarla yazıp söylediğim gibi, Türkiye’de adaletle ilgili asıl sorun, yargının—değişen ‘siyasi iktidar’lardan önce—devletten bağımsızlığının ve sahici tarafsızlığının sağlanmasıdır.

Bu araştırmanın tek sevindirici tarafı, hakim ve savcılarımız arasında, adaleti, hukuk devletini ve insan haklarını ciddiye alanların da olduğunu göstermesidir. Şükür ki, ‘benim tek önceliğim adalettir, ben adaletin hakimiyim’ diyen, dahası hakimle ‘hukuk teknisyeni’ arasındakı ayrımın bilincinde olan hakimlerimiz de var. Mesele, bu zihniyetin bir azınlık tutumu olmaktan çıkıp genelleşmesini sağlamaktır.

Star, 13 Aralık 2007

Mustafa Erdoğan

14.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Acaba diyebilecekler mi?

  Yeni YÖK Başkanı’nın işi çok zor

  ‘Hukuk mukuk dinlemeyen’ hakimler

  Merkez sağın asıl damarı

  Devlet politikası olmalı

  Yalanı bırakın, hep tutucuyduk!


 Son Dakika Haberleri