Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Silkinip kendine gelebilecek mi AKP?

Geçen yıla Çankaya savaşları damgasını vurdu denebilir. AKP'nin Çankaya'ya çıkışını ve tek başına hükümet olmasını önlemek için asker-sivil muhalefet odakları 2007 yılı boyunca büyük bir siyasal mücadele verdiler.

Belden aşağı vuruldu.

Kurallar zorlandı.

Bazen kurallar bile bile çiğnendi. Asker muhtıra verdi, 367 gibi büyük bir hukuk skandalı yaşandı.

Daha kötüsü, toplum ve siyaset çok uzun yıllardır görülmemiş biçimde kutuplaştı. Son kale ve gizli gündem söylem ve edebiyatıyla siyaset meydanını cephelere bölmek için bazı odaklar ellerinden geleni yaptılar.

Peki, sonuç ne oldu?

AKP yine tek başına kazandı.

Her iki oydan birini aldı.

"Hiç olmazsa koalisyon!" isteyenler hayal kırıklığına uğradılar. Sonunda Çankaya'ya eşi türbanlı Abdullah Gül çıktı.

Dünyanın sonu mu geldi?

Laiklik sona mı eriyordu?

Hayır.

Sancılı da olsa, demokratik bir süreç işliyordu. Ya da demokrasinin olgunlaşma süreci idi yaşananlar. Biraz daha sabır ve kararlılık gösterilirse, biraz daha özenle davranılırsa, Türkiye'de de demokrasinin taşları er geç yerli yerine oturacaktı.

Demokrasi son tahlilde seçim sandığında halkın oylarıyla gerçekleşir. "Ben sandıktan çıkanı kabullenmiyorum" dediğin anda perde iner, oyun paydos olur.

Demokrasi, namlunun ucunda oynanan bir oyun değildir. Yakın tarihimizdeki darbe ve muhtıralar, demokrasiyi geciktirmiş, rejimi rayından saptırmıştır.

Bir başka deyişle:

Kökleri çok eskilere, hatta Osmanlı dönemine giden asker-sivil bürokratik vesayet anlayışı, rejimle ilgili olarak vazgeçilmek istenmeyen bazı ayrıcalık ve iktidar tekelleri, siyasette taşların yerli yerine oturmasını geciktirmiş, demokrasinin olgunlaşmasını önlemiştir.

Bu yüzden, geçen yılın Çankaya savaşları bir yerde demokrasi mücadelesi diye nitelenebilir.

Peki ya laiklik...

Kaygı ve tedirginlikler tümüyle yersiz mi? Hayır değil. Türkiye'nin giderek İran'laşması ya da Malezya'laşması, zamanla laikliğe veda etmesi ihtimalini ciddi ciddi düşünenler var ülkemizde.

Bu rahatsızlık görmezlikten gelinemez.

Gelinmemeli de...

Bu konuda AKP hükümetinin yapması gerekenler elbette var. Bazı açılardan duyarlı olmaları gerekiyor.

AKP'li bazı çevrelerde uç veren iktidar şımarıklığı eğer yaygınlaşmaya yüz tutarsa, bizden-onlardan zihniyeti ve ayrımı uygulamada daha çok su yüzüne vurursa, bu ülkede siyasetin normalleşmesiyle demokrasinin olgunlaşması yine bir başka bahara kalabilir.

Bazı odaklar bunu bekliyor.

Demokrasiyi ve hukuk devletini günahları kadar sevmeyen bu odaklar,(içinde askeri de var, sivili de) siyaseti kutuplaştırıcı, toplumu cephelere bölücü her türlü fırsattan yararlanmak isteyeceklerdir.

Uzlaşma, toplumsal mutabakat gibi kavramlar bu odakları korkutur. Herşeyi siyah-beyaz görmek ve düşman kamplara ayırmaktır onların bütün sevdası...

Yine bu odakların Türkiye'de en son duymak istedikleri sözcükler 'reform'dur, 'değişim'dir. Reform ve değişimden yoksun bir Türkiye'nin demokrasiden uzaklaşacağını, içine kapanacağını bilirler çünkü...

AKP hükümeti 2007'de 'reform ve değişim bayrağı'nı yükseltmedi. Bu bakımdan geçen yılın AKP karnesinde ciddi kırıklar var.

Avrupa Birliği konusunda işin sihri kaçtı, heyecanı kalmadı. Hükümet, 2006'da olduğu gibi 2007'de de AB reformları alanında ipe un serdi. Gerekli birçok adımı atmadı.

301 bunlardan biri...

Geçen yıl bıçak sırtı durumunun belirginleştiği ekonomide de birçok önemli hedef tutmadı. Mali disiplin gevşedi. Bütçe açığı büyüdü. Ekonomik büyüme yavaşladı. Enflasyon yeniden yükseldi. Ekonominin yapısı daha kırılgan hale geldi.

AKP'nin eksileridir bunlar.

Kısacası:

AKP'nin silkinip kendine gelmesi lazım!

Buna ihtiyacı var.

Reform ve değişim bayrağını sallamayan bir AKP'yi zamanla kimse sallamaz.

Demokrasi, hukuk, insan hakları ve ekonomi alanlarında, (yeni anayasa dahil) reform ve değişim yapamayan, 'Kürt sorunu'nda ciddi olarak çözüm aramayan bir iktidar partisi, hem kendisinin hem de Türkiye'nin yolunu tıkar, geleceğini karartır.

Milliyet, 3.1.2008

Hasan CEMAL

04.01.2008


 

Reformlardaki gecikmenin bedeli

Anayasa değişiklik paketinde "ekonomik dönüşümün önünü açacak düzenlemelere" yer verilmezse Türkiye'nin işi zor.

Eğer Anayasa değişikliği, "içinden çıkılması güç siyasi konular" yüzünden düğümlenirse hiç kuşku yok ki bundan ekonomik dengeler de etkilenir.

Ankara'daki havaya bakınca sanki ekonomik konular gündemdeki önceliğini yitirmiş ve reform çalışmaları askıya alınmış durumda.

Adalet ve Kalkınma Partisi, 3 Kasım'da iş başına geldiği döneme göre ekonomik dönüşüm çabasını oldukça yavaşlatmış gibi görünüyor.

Seçimlerin üzerinden 5 ay geçti, 22 Temmuz'da yüzde 46 oy almış ve gücünü tazelemiş bir iktidar partisinin yarattığı coşkulu ve kararlı hava ortadan kalktı. Bu, bir ölçüde Irak'taki gelişmelere odaklanmak ve sınır ötesi operasyonun heyecanına verilebilir ama tüm uzmanların teyit ettiğine göre ekonomide dengeler hayli kırılgan durumda. Yüksek işsizlik oranı, riskli cari işlemler açığı ve yavaşlama işaretleri vermeye başlayan ekonominin çarkları tehlike çanları çalıyor.

(...)

Ekonomide eşgüdüm var mı?

Hazine'den Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek bir süredir "reformların gecikmesinin yaratacağı faturadan" bahsediyordu. Dün, 8 yeni reformla özel sektörün önünün açılacağından söz etmiş. Bizzat sayın Bakan'ın ifade ettiği üzere "Türkiye şu ana kadar hasarsız atlatsa da" global piyasalarda ciddi endişe rüzgarları esiyor. Bu karabulutlar 2008 yılında gelişmekte olan piyasalara ve Türkiye'ye olumsuz yansımalar doğurabilir. Hükümetin ilk dönemindeki başarısının ardında ağırlıklı olarak Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın sıkı maliye politikalarından taviz vermeyen kararlılığı yatıyordu. Eğer kamu maliyesinde biraz bonkör davranılsaydı inanın bugün övündüğümüz o makro ekonomik dengeler çok farklı seyrederdi.

Şimdi, ikinci iktidar döneminde bu politikalar kendi başına yetmeyebilir. Uluslararası konjonktürün değişebileceği ve bundan Türkiye'nin olumsuz etkilenebileceği gerçeğini gözardı edemeyiz.

İşsizliği, bütçe açığını azaltmaya, dış borcun artış eğilimini düşürmeye dönük etkin önlemler alınmaz, özel sektörün gelişmesine uygun teşvik modelleri geliştirilmezse Türkiye ciddi risklerle karşı karşıya kalabilir.

Acaba ekonomiden sorumlu bakanlar arasında ortak bir bakış açısı yakalanmış durumda mı? Özellikle reformlar konusunda bakanlar eşgüdüm halinde çalışabiliyorlar mı? Görebildiğimiz kadarıyla yapısal dönüşüm hamlelerine ekonomiden sorumlu bakanların her biri daha farklı yaklaşıyor ve gerek reformun içeriği, gerekse zamanlaması açısından birbirlerinden ayrılıyorlar.

İktidarın gücü ve yaptırım etkinliği bakımından öteden beri bilinen, Özal'ın sözüyle birlikte siyasi literatüre giren "esaslı icraatlar hükümetlerin ilk yüz günü içinde yapılır" gerçeğini hatırlamak gerekir. Siz, 22 Temmuz'dan bu yana geçen değil 100 günde, ilk 150 günde gerçekleştirilen büyük bir reform hamlesini söyleyebilir misiniz? Dikkatler ekonomiye... Daha fazla zaman harcanmasın...

Akşam, 3.1.2008

İsmail KÜÇÜKKAYA

04.01.2008


 

2008'de büyüme ve demokrasi

2008 senesinde küresel durgunluk baskıları yavaş yavaş Türkiye ekonomisini de etkilemeye başlayacak ve 2006'nın üçüncü çeyreğinden itibaren hissedilen düşük büyüme konjonktürü kendini daha da hissedilir kılacaktır.

Söz konusu küresel durgunluk sürecinde ABD ve Avrupa merkez bankalarının, Çin kökenli ucuz malların mutlaka düzeltici fonksiyonları olacaktır; ama bu faktörlerin nereye kadar başarılı olabileceği kesin değildir, dolayısıyla 2008'in bir durgunluk senesi olmasa bile bir durgunluk baskısının hissedileceği sene olacağı kesin gibidir.

Bu konjonktürde Türkiye'de siyasal iktidarın yapabileceği işleri iki küme altında toplamak mümkün olabilir; birincisi ve en kötüsü, bu tür konjonktürlerde eskiden yapılanı yani 90'larda yapılanı tekrarlamak ve bütçe açıkları ve enflasyonla durgunluğun olumsuz etkilerini bertaraf etmeye çalışmak.

Bu önlem seti düşünülebilecek en olumsuz senaryodur ve 2008 senesinde düşük büyüme konjonktürüne karşı mali disiplini bozmak ve enflasyonla mücadelede taviz vermek geriye dönüşü çok zor zararlara yol açacaktır.

İkinci ve devreye sokulmasını arzu ettiğimiz önlem kümesi ise düşük büyüme konjonktürüyle mücadelede daha fazla hukuk devletini devreye sokmaktır.

2008'de de dünya finans piyasalarında bir trilyon doların çok üzerinde doğrudan yatırım sermayesi yatırım yapacak uygun ülke ve konjonktür peşindedir; bu fonlar küresel belirsizliklerin artma ihtimali yüksek bir senede hukuk devleti prensiplerinin en güvenilir olduğu, ama aynı zamanda fırsatların da çok olduğu ülkeleri tercih edeceklerdir; zira hukuk devleti, bu doğrudan sermaye yatırımları için giriş ve bir gün muhtemel çıkış için koşulların önceden belirlenmiş olmasını isterler ve bu da hukuk devleti demektir.

Türkiye'nin bir fırsatlar ülkesi olduğuna zaten kuşku yok; ama hukuk devleti kavramında hâlâ sorunlar var; küresel sermayenin ortak hafızasında hâlâ 94 senesinde geriye işletilen vergi yasalarının kalıntıları durmaktadır.

2008 senesinde Türkiye, AB sürecinde çok cesur adımlar atar, bir sembol ya da Dışişleri Bakanı'mızın tabiriyle üzerimize 404 gibi yapışan TCK 301'in değiştirilmesiyle işe başlar, devletçi ya da Kemalist ilkelere değil de liberal demokrasi ilkelerine dayalı bir anayasayı hazırlar ve halkoyuna sunarsa, Kürt meselesinde teröre taviz vermeden uluslararası ilişkilere duyarlı bir çözüm üretme yolunu seçerse, Sayıştay Yasası'nı, Vakıflar Yasası'nı evrensel demokrasi ilkelerine uygun bir biçimde değiştirirse tüm bu gelişmeler ülkemizde hukuk devletinin daha da yerleşmesi, kökleşmesi anlamına gelecektir.

2008 senesinde ülkemizde hukuk devleti kavramının daha da kökleşmesi demek, küresel finans piyasalarından daha fazla, en azından yirmi milyar doların epey üzerinde doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekebileceğimiz anlamına gelebilir.

2008'de daha fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımı demek küresel durgunluğun daha az hissedilmesi, daha yüksek, mesela en azından yüzde altı dolayında bir büyüme demek olacaktır.

(...)

Daha az demokrasi ve hukuk devleti 2008'de daha az doğrudan yabancı sermaye, daha az yabancı yatırım da daha az büyüme, daha çok işsizlik demek olacaktır.

Türkiye'de anti-demokrasi ve anti-hukuk devleti güçlerinin 22 Temmuz'da tarih sahnesinden silindiğini zannetmek çocukluk olur; bu güçler yeniden sahneye çıkmak için uygun ortam beklemektedirler ve onlar için en uygun ortam da bir iktisadi durgunluk ortamıdır.

2008'de ekonomik programın birinci maddesi daha fazla hukuk devleti olmalıdır.

Zaman, 3.1.2008

Eser KARAKAŞ

04.01.2008


 

Hükümetin demokrasi sınavı

2008 yılında Ak Parti hükümeti ekonomide ciddi bir sınavla karşı karşıya; hem dünya şartları hem de iç zorunluluklar bu alanda bir 'ince ayar' gerektiriyor. Dün bu konuya ayrıntılı bir biçimde değindim. Ancak hükümetin karşılaşacağı tek sınav ekonomi değil; en az ekonomi kadar zorlu ve üstesinden gelinemezse olayların gidişini -dolayısıyla siyasî istikrarı- olumsuz etkileyecek başka satır başları da var hükümetin önünde.

Lâiklik sözgelimi. Türkiye son seçimle 'irtica' paranoyasının etki alanından kısmen de olsa çıkmışa benziyor; ancak yine de 'lâiklik' konusu hâlâ bir saatli bomba gibi. Özellikle hükümetin güçlü isimlerinden birinin Çankaya Köşkü'ne çıkmasıyla, Ak Parti, -bazılarına göre- frensiz kaldı. Buradan çıkan sonuç şu: Parlamentoda güçlü bir çoğunluğa hükmeden hükümet, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de yardımıyla, ülkeyi farklı bir zemine doğru yönlendirebilir.

Gelişmeler bu beklenti istikametinde olursa bir türlü, Ak Parti ve hükümet hiçbir fren kalmadığı halde anayasal düzene saygıda kusur etmez iseler bir başka türlü. İktidar partisi ve hükümet bu çetin sınavı 2008'de başarıyla geçmek zorunda...

Benzer bir dikenli konu 'anayasa' elbette. Hükümet bir ilk olarak 'sivil anayasa' hazırlığını ciddi biçimde sürdürüyor. Halkın beğenisine sunulacak anayasa nasıl bir metin olacak? 1982 Anayasası'nın maddeleri teker teker ele alınıp alternatif bir metin mi yazılacak, yoksa 'sıfırdan' bir anayasa mı hazırlanacak? Ele geçen fırsatın konjonktürel gerginliklerden etkilenerek heba edilmesi de mümkün, başka ülkelere de örnek veya esin kaynağı olabilecek bir evrenselliği gözeten bir anayasa metnine kavuşmak da... Bir yabancı gazetenin dün yazdığı gibi, Ak Parti'nin bu alandaki tercihi Türkiye için de bir sınav teşkil edecek. Ya 'çeteler' ne olacak?

Türk kökenli bir rahibe suikast tuzağı kurmaya çalışan kişinin yılın son haftası yakalanması, 2007 yılını, ister istemez 'çeteler yılı' haline getirdi. 19 Ocak'ta Hrant Dink'in katliyle başlayan süreç yüzünden... Kendilerine göre 'tehlikeli' gördükleri kişilerin vücudunu ortadan kaldırmayı ve bu yolla ülkeyi istikrarsızlığa sürüklemeyi düşünebilecek kadar gözü dönmüş insanlardan oluşan bir çeteler gerçeği var Türkiye'nin. Geçmişin 'gölge devlet' izlerini taşıyan bu oluşumlarla mücadele göze alınabilecek mi? Dosyaların üstü örtülmeye çalışılırken, hükümet, eski dosyaları açıp bir karşı-atağa geçebilecek mi?

22 Temmuz seçimlerinin ve ardından yapılan referandumun sonuçları bir yönüyle çetelere de tepki sayılamaz mı? Sayılabilir. Seçimin yapılabilmesini de, ardından gelen bütün siyasî gelişmeleri de çetelere tavır konulmasına borçluyuz.

Refahı daha geniş kitlelere yaymayı ön planda tutan yeni bir ekonomik yaklaşımı... Lâiklik ekseninde 'gizli gündem' olmadığı mesajının güçlü bir biçimde dosta-düşmana verilmesi... Başka ülkelere de esin kaynağı olabilecek çağdaş bir demokratik anayasa... Kesin bir tasfiyeyi sağlayacak kapsamda çetelerle mücadele... Ak Parti ve Tayyip Erdoğan hükümeti ülke içerisinde bu sınavlardan yüz akıyla çıkma mücadelesi verecek 2008 yılında. Umarım başarılı olur ve sınavı geçerler.

Yeni Şafak, 3.1.2008

Fehmi KORU

04.01.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri