Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Ocak 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Sincan-EMASYA hattı!

28 Şubat sürecinde Egemen Medya'yı yönetenlerle Genelkurmay'ın rolleri birbirine karışmıştı.

Tankların yerini öğrendiği an "Zırhlı Birlikler Komutanı"na dönüşen Org. Zafer Mutlu, hükümeti devirmek için "Saldırın!" emri veriyor; Çevik Bir ve Erol Özkasnak gibi "darbeci generaller" ise Sabah, Hürriyet ve Milliyet'e manşet yazdırıyordu!

Üst düzey komutanlar, bir yandan bu gazetelere röportaj verip hükümete tank gösteriyorlar; diğer yandan da gazete yöneticilerine telefon edip nasıl manşet atmaları gerektiğine varıncaya kadar yayınlara müdahale ediyorlardı.

Mesela, Çankaya'daki Susurluk Zirvesi'nden sonra Hürriyet -dönemin başbakanı Erbakan'ın Köşk'te sarf ettiği "Susurluk'ta askerler de vardı" cümlesini manşet yapmıştı.

Komutanların bu yayından rahatsızlık duyduklarını söylemeye gerek var mı?

Beş üst düzey komutan, Hürriyet'in "28 Şubat fanatiği" yayın yönetmeni E.Ö.'yü ayrı ayrı telefonla arayarak ertesi gün tam tersi bir manşet atmasını sağlamışlardı!

Kuşkusuz 28 Şubat'taki Medya Cinayetleri'nde Sabah'tan çok daha hızlı silah çeken "esas kovboy" Hürriyet'ti.

Hürriyet, "Devlet Gazetesi" sıfatıyla "Gizli İktidar"ın en kıymetli tetikçisiydi.

Son iki yıldır "Gizli İktidar/Statüko" artık egemenliğini yitirmiş durumda: Ama elbette Hürriyet (Doğan Gurubu) aynı fonksiyonunu santimetre karesine kadar icra ediyor.

Bundan neredeyse tam bir yıl önce -17 Ocak 2007'de- Hürriyet'in manşetinden yaptığı tuhaf bir "28 Şubat Numarası"na tanık olmuştuk.

Sözünü ettiğim yayın Hürriyet'in -artık tamamen kaybetmiş bulunan- 28 Şubat'çı çizgiye ne kadar bağlı olduğunu da çok iyi örnekliyordu.

17 Ocak'ta Hürriyet'in taşra baskısının manşeti "Aman Sincan Sanmayın" şeklindeydi!

Manşetin duyurduğu haber şöyleydi: "Toplumsal bir hareket halinde kendiliğinden devreye giren askeri birlik olarak 1997'de kurulan EMASYA (Emniyet Asayiş Yardımlaşma) birimi meydana çıkmaya hazırlanıyor.

İstanbul'da Birinci Ordu Komutanlığı'nın emrinde bulunan 52'ci tümen bünyesindeki EMASYA birliği tatbikat hazırlıklarına başladı.

Tatbikatı, gösteri ve mitinglerin en önemli adresi olan Çağlayan Meydanı'nda yapmayı planlayan komuta kademesi, tanklı toplu birliklerin medyaya yansımasından ve görüntülerin yanlış anlaşılmasından endişe ettiği için hukukçulardan görüş alıyor."

Hürriyet bu "kumpas haber"in manşetini (fazla açık verdiklerini düşündüklerinden olsa gerek) şehir baskılarında "Askerin Hassasiyeti" diye değiştirmişti!

Gazete "Aman Sincan sanmayın" derken aslında kasten "Sincan'daki tankları" hatırlatıyordu!

Birinci Ordu Komutanı, Hürriyet'i anında yalanlamış ancak gazete bu yalanlamaya kulak dahi asmamıştı: Hürriyet'in bu bilgileri "başka bir askeri kaynak"tan aldığı belliydi.

Haberde adı geçen EMASYA yapılanması 28 Şubat şartlarında oluşturulmuş; malum süreçteki operasyonların omurgası olmuş bir mekanizmaydı.

Hürriyet'in haberinde "Çağlayan Meydanı'ndan tanklar geçerse sakın ha yanlış anlamayın" deniyordu: Oysa, böyle bir durumda tankların oradan geçmesinin tek bir anlamı olur,-o da darbedir!

"28 Şubat'ın kaybedenlerine dahil" bazıları yeni bir Sincan düşlüyorlardı; Hürriyet de Çağlayan'da tankların yürüme ihtimalini seviyordu! O manşetle -kamuoyuna "tanklar yürürse kötü bir niyet yoktur" anlamına gelen bir yanılsama yaptırtmak istediler; "yürümesi muhtemel tankları" sempatik göstermeye çalıştılar!

Sonuçta elbette EMASYA'nın Sincan'vari tankları yürümedi: Çünkü artık devir değişmiş, darbeler dönemi kapanmıştı.

Yeni Şafak, 14.1.2008

Tamer Korkmaz

15.01.2008


 

Cemevi, ibadet evi, evlerimiz

Cem Vakfı Başkanı İzzettin Doğan'ı da en az Başbakan Erdoğan kadar yakından takip etmeye çalışıyorum son zamanlarda.

Mesela Erdoğan'daki hırsı tebrik ediyorum gerçekten, ama doğru buluyor muyum, o başka. Bir yanına dönüp, adamlarına 'Diyarbakır'ı istiyorum!' diyor, öbür yanına dönüp Çamuroğlu'na 'Alevileri istiyorum' diyor, (artık kaç yanı var bu parti liderlerinin bilmiyorum ama) bir diğer yanına dönüp birkaç eski solcudan da aynı şeyleri istiyor.

Bu bana sanki, Erdoğan'ın AKP'den başka parti, AKP fikriyatından öte farklı görüş kalmasın düşüncesiyle hareket ettiğini düşündürüyor ki, hiç de ülkenin yararına olacak bir tarz olduğunu sanmıyorum.

Tıpkı, bütün küçük işletmeleri yok edip dünyayı büyük şirketlerin kontrolüne almaya çalışan, insanları aynı düşünce ve davranış kalıpları içine sokmaya çalışan, küreselleşme rüzgârı gibi. Başbakan da buna kapılmış gibi görünüyor.

Her vesile, bir siyasi gösteriye/gösterişe dönüştürülüyor.

Bir de, karşı tarafa gerçekten iyi niyetli olunduğunu gösteren uzun vadeli, sabırlı bir planla değil de, çabucak geri dönüşümü beklenen basit gösterilerle hareket edilmesi, akla hemen seçim yatırımını getiriyor.

Umarım benimkisi sadece bir vehimdir.

İzzettin Doğan'ı da, bazı gayretlerine bakarak Başbakan'la benzeştiriyorum.

Doğan'ın liderliğini (aynı zamanda 'Dede'liğini) yaptığı Cem Vakfı, 2005'te, Başbakanlık'a "Cemevlerine ibadethane statüsü verilmesi", "ibadet için bütçeden pay ayrılması" ve "Diyanet İşleri'nde Alevi inanç önderlerine kadro tahsis edilmesi" taleplerinde bulunmuştu.

Malumunuzdur, Başbakanlık bunu reddetti ve Cem Vakfı tekrar Başbakanlık kararının iptali istemiyle dava açtı. Geçen cuma günü de Ankara 6. İdare Mahkemesi, Cem Vakfı'nın talebini reddeden kararını açıkladı.

Şimdi...

Cemevlerinin de ibadethane olduğunu söyleyip buraya kadro ve bütçeden pay istemek neyin nesidir?

Alevilik bir başka din mi?

Yoksa İslam içinde bir tarikat ya da mezhep mi?

Aleviliğin üç türlü ifadesi olabilir. Ama çıkıp öyle bir şeyler söylüyor ki Doğan (ve bazı Alevi önderleri), çık çıkabilirsen işin içinden. Bazen başka bir din, bazen kendi halinde bir tarikat, bazen de bir siyasi mezhep olduğunu düşündürüyor. Bunların hepsi ya da bunlardan hiçbiri.

Ben samimiyetle Aleviliğin bir tarikat olduğunu düşünüyorum. Ve her tarikatın da, cemaatle kılınan namaz için toplandıkları cami dışında, bir araya gelip kendilerine özgü ritüellerle coşkun duygular yaşadıkları mekanları vardır. Bunlar da tekke ve dergâhlardır.

Tekke ve dergâhlar, dinin genel anlayışı içinde kendilerine birtakım özel ibadetler edinen kimselerin özel mekanlarıdır. Kendi özel mekanlarının ihtiyaçlarını da (zaten büyük bir iştiyakla) kendileri karşılarlar.

Bunların hiçbiri de tarih boyunca, 'bizim de camiden ayrı bir ibadet yerimiz var, buraya kadro atanması ve bütçeden pay verilmesini istiyoruz' dememişlerdir.

Yoksa önüne gelen bir mekan tutup ibadethane diye buraya kadro ve bütçeden pay isterse ne olur devletin hali!..

Hatta Müslümanların evlerinin hepsi bir ibadethanedir. Camiye sadece cemaatle namaz kılmak için gidilir. Çoğu kimse her vakitte gidemez zaten. Genellikle bütün ibadetler evde (ve hatta işyerinde) yapılır.

Özel zikirler için tercihi olanlar varsa, haftada birkaç saat de tekkeye, dergâha gidilir.

Zaten tekke ve dergâhlar kanunen yasaktır da, Alevi dergâhları nasıl bu kadar kanun mücadelesine girişmişlerdir, ona şaşıyorum. Çünkü diğer tarikatların tekke ve dergâhları gizlilik içindedir ve zaten birçoğu da kapanmıştır. Kamuoyu önüne çıkmaya da çekinirler.

Yanlış anlaşılmasın, yasaklama zaten yanlış bir davranıştır. Tabii ki serbest olmalı.

Bütün bunlardan başka Aleviler 'Yok kardeşim, bizim dinimiz ayrı' diyorlarsa, bu kendi bilecekleri iş...

Doğan'ın her şeyden önce 'cemevi nedir'in cevabını bütün Türkiye'nin anlayabileceği şekilde anlatması daha doğru olur.

Akşam, 14.1.2008

Elif Çakır

15.01.2008


 

Soylu siyaset

Süleyman Soylu böyle bir maceradan sonra DP genel başkanlığına seçildi. Zor işe talip oldu.

DP için çok doğru bir tercihtir. DP çizgisini siyasette pişmiş, çalışkan, sevilen ve sabırlı bir insan devam ettirebilirdi. Süleyman Soylu böyle bir isimdir. Genç, çalışkan, bu milletin mayasından ve saygılıdır. Uzun seneler DYP İstanbul il başkanlığı yaptı. Mantık, muhakeme ve hitabeti yerindedir. İlginçtir biz simasını merhum Menderes'e benzetmekteyiz.

Kırgın, küskün, köşesine çekilmiş partililerini toparlayarak yeni bir kan tazelemesine gideceği bellidir. Bugün Türkiye'de güçlü bir iktidar var. Fakat güçlü bir muhalefet yok. Muhalefet cephesinde boşluk yaşanıyor. Muhalefet partileri bir şeyin farkında değiller. Artık nesiller, zamanlar değişti. Bağırarak çağırarak muhalefet yapma devri değil. O günler çok arkalarda kaldı.

Nasıl muhalefet yapılacağını tebrik için konuştuğumuzda Süleyman Soylu'ya söyledik:

-Tenkid etme, teklif yap...

Artık muhalefetten beklenen budur. "Kötü" demek çok bir şey ifade etmiyor. İyi nasıl elde edilir, iyiye nasıl varılır? Bunun gösterilmesi lazım. Bundan böyle muhalefet partileri de iktidar partileri de külliyen red üslubunu terk etmeliler. Muhalefet "iktidarın şu projesini destekliyoruz veya şu kadarını destekliyoruz" diyebilmeli. İktidar da "muhalefetin şu teklifini aynen benimsiyoruz, teşekkür ederiz, olduğu gibi hayata geçireceğiz" demeli.

Bunu yapabilen muhalefet sevilir ve büyür.

Bu üslubu seçen iktidar uzun ömürlü olur.

Bugün ortada modern zamanlar seçmeni var. Onlar, dünyayı takip etmekteler. Biz sayın Süleyman Soylu'ya yine aynı tavsiyede bulunuyoruz. "Tenkid etme teklif yap." Tabiî ki eleştirisiz muhalefet olmaz, işin tabiatına yakırıdır, fakat ağırlık, fikir, teklif ve proje üretmek olmalı. Ve bir de ekibini, kurmaylarını iyi seçmeli. Mecliste şahsiyetli, haysiyetli, dengeli isimlere ihtiyaç var.

Hayırda, hizmette, fazilette, iyilikte yarış bekliyoruz. Bu prensiplerdeki bir DP güdeceği soylu ve sorumlu siyasetle iktidarı gölge gibi takip etmeli, hata ve yanlışlara fırsat vermemelidir.

Allah utandırmasın.

Kazanan Türkiye olsun.

Türkiye, 14.1.2008

Rahim Er

15.01.2008


 

Gerçek Eylem Planı yapılsın

Ak Parti (AKP) iktidarının üçüncü Eylem Planı'nı Başbakan açıkladı. AKP'nin ilk hükümetinin 'Eylem Planı' 16 Kasım 2002'de, daha hükümet kurulmadan, partinin milletvekili olmayan genel başkanı Erdoğan tarafından ilan edilmişti.

Planların ikincisi, 22 Temmuz sonrasında kurulan 60'ıncı hükümetin üç aylık Eylem Planı'ydı. 8 Ekim tarihini taşıyan bu planı başbakan yardımcısı Nazım Ekren açıklamıştı.

İkisinin süresi bitmiş ve biri de yeni başlamış bu üç 'Eylem planı' AKP'nin değerlendirilmesinde nesnel bir malzeme değerindedir.

2002 seçiminden sonraki ilk Eylem Planı'nda, 100 iş sayabildim. Bunların

11'i başarılamamış, bazıları tam olmasa da 89'u gerçekleşmiştir. AKP'nin ilk plandaki başarısı açıktır.

8 Ekim'deki üç aylık planda, beş grupta 73 faaliyet yazılıydı. Bu 73 işten, 22'si kanun çıkarmaktı. Bu 22 kanundan ancak dördü çıkarılabilmiştir. Seçimlerden geçen hafta sonuna kadar geçen sürede uluslararası anlaşmaların onayı dışında 19 kanun çıkarılmıştır. Bunların dördü üç aylık planda yazılı kanundur. Eylem Planı'nda yazılı diğer işlerde de hükümetin başarısı, kanun çıkarmaktaki başarısından daha yüksek değildir.

Üç ay önce yayımlanan plana uymakta hükümeti başarılı bulmak zordur. Mamafih, bu sonuç plan yayımlandığı gün de belliydi, açıklanmasının ertesinde, özellikle kanunların çıkarılmasındaki güçlüklere değinmiş ve 'planı uygulamakta hükümetin zorluklarla karşılaşacağını' yazmıştım. (Radikal, 11 Ekim)

Başbakan son açıklamasında, üç aylık plandaki başarısızlığı görmezden gelerek, "Biz hükümet olarak, bugüne kadar ulaşamayacağımız hiçbir hedef koymadık" diyebildi. Neyse, bundan öncekiler geride kaldı, şimdi ileriye '60'ıncı Hükümet Programı Eylem Planı'na bakalım.

2002 Acil ve 2007 Üç Aylık Eylem planlarında 'projeler' sıralanmıştı; arada bir de projelerde uygulanacak politikalar yazılıyordu. Yeni Eylem Planı'nda ise projeden çok hükümet programında da yazılı olan politikalar ve politika benzeri hedeflere yer verilmiştir. Oysa eylem planlarında, politikalar sıralanmaz, projelerin içeriği özetlenir ve takvime bağlanır.

Planda öngörülen 145 'faaliyet'in 18'i yapısal yönetimin dönüşümüyle, bunların da 12'si tarımla ilgilidir. Bu bölümde 'kuraklık' anılmamaktadır.

AKP hükümetlerinin 'ihmal' haline dönüşen hatası, kuraklığı görmezden gelmesidir. Daha iki hafta önce Çevre Bakanı Eroğlu, 'yağışların ardından barajlardaki su sıkıntısının da büyük ölçüde bittiğini' söylemiştir; bu söze sevinmeye hazırım ama aksine inanıyorum.

Bölgelerarası su taşıma konusunda karar süreci, taşınan suyun değerinden yararlanma, suyun alındığı bölge doğasının korunması ve diğer konular bu planda yer almalıydı.

Bu planda bulunması gereken ancak göremediğim konular kuraklıkla sınırlı değildir: Hakkı (Devrim) bey, Başbakan'ın konuşmasını dinlerken kendi kendine "Bugün Başbakan'ın yerinde sen olsan nasıl bir konuşma yapardın acaba?" diye sormuş ve cevaplamış: "Haydi artık Cumhuriyet'in temelindeki bu meselelerimizi, apaçık konuşmaya başlayalım derdim" (Radikal, 12 Ocak).

Zikretmeye değmez bir-ikisi dışında, Hakkı beyin deyimiyle 'temel meselelerin' hiçbiri yok bu planda!

Muhalefetin söylemesi gerekeni biz yazalım: Hükümet gerçek bir 'eylem planı' yapıp ilan etsin!

Radikal, 14.1.2008

Tarhan Erdem

15.01.2008


 

Çocuklara din eğitimi

Ben dini özel yaşamların bir parçası olarak gören, toplum yaşamımda seküler görüşlü ve dini kurallarla yaşamamakta olan bir insanım. Mutlaka başkalarının da bu konuda değişik görüşleri olacaktır

Birkaç hafta önce oğlum geldi yanıma ve bana a