Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Gönüllü iktidar paylaşımı

Türban, başörtüsü vesaire, kılık kıyafetle ilgili bütün düzenlemeler nihayetinde özgürlüklerle ilgili bir konu. Bu tartışmalarda bir kere peşinen bunu kabul etmek gerekiyor.

Arkasından gelen sorulardan bazıları şunlar:

“Peki diğer yasaklar dururken türbana özgürlük demenin bir alemi var mı?” “Özgürlükler düşmanı bir parti olan MHP’nin bu özgürlük operasyonunda ne işi var?”

“Silahlı kuvvetler niçin bu operasyona zimmi de olsa yeşil ışık yaktı?”

“Yoksa bu bir özgürlük operasyonu değil de başka bir şey mi?”

Türkiye’de görüldüğü gibi bir mesele çözülüyor zannedilirken birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor.

Amaç bir yasağın kaldırılması ama, iş bu yasağı kaldırmaya gelince ortaya çıkan ilişkilere, işin yapılış şekline ve yarattığı tartışmalara baktığımızda kafaların iyice karıştığını görüyoruz.

Bu arada ezberler de bozuluyor. Sahte ittifaklar dağılıyor. Şu ulusalcıların, acınası haline bakın. MHP AKP ile ittifak yaptı diye nasıl dertleniyorlar.

Türkiye yeni bir çalkantı ve dalgalanma içinde. Bazı dengeler bozulurken bazı başka dengeler ortaya çıkıyor. Bu gidişle daha da çıkması hiçbirimizi şaşırtmamalı.

Mesela bazı şeyler beni şaşırtmıyor.

AKP türban operasyonunu silahlı kuvvetleri bir biçimde ikna etmeden, onların bir biçimde rızasını almadan yapabilir miydi?

Çözümün tanımına, çözüme konulan isme baktığınızda bunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz.

Çözümün adı, ‘GATA Düğümü’, tanımı da malum. Türban ya da başörtüsü askerlerin kabul edebileceği şekilde bağlanacak, çene altı düğümü şeklinde.

Yani kadınların Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne girişlerine hangi şartlarla izin veriliyorsa üniversiteliler için öngörülen türban ya da başörtüsü bağlama şekli de bu olacak.

Bir üniversiteli için ne kadar alçaltıcı bir durum.

Aslında bu insanlık dışı şartı hangi gerekçeyle olursa olsun kabul etmemek, üniversiteyi kışla, türbanlı bir genç kızı da asker gibi gören zihniyete savaş açmak lazım.

Bir özgürleştirme, yasak kaldırma operasyonuna konulan isim ve getirilen tanım bile bu operasyonun aslında gerçek bir özgürleştirme operasyonu olmadığını gösteriyor.

Gösteriyor ama, hadi biz yine de böyle kabul edelim.

Çünkü ben burada aslında bu operasyonun zımmi bir icazete bağlı yapıldığını söylemek istiyorum.

Bu icazet gönüllü mü yapıldı, yoksa seçmenin yüzde 85’inin desteğine dayanılarak mı gerçekleştirildi, orası belli değil. Benim açımdan çok da önemli değil.

İkna etmek ya da iknaya zorlamak durumu değiştirmiyor. Hatta bunun adına mutabakat da diyebilirsiniz.

Ardından da, “Bu durumda ortaya şöyle bir fotoğraf mı çıkıyor?” diye durup düşünebilirsiniz.

Silahlı kuvvetler ne karşılığında adı ‘GATA Düğümü’ de olsa türbana-başörtüsüne üniversitelerde yeşil ışık yakmış olabilir?

Burada tabii hemen akla Kürt meselesi geliyor.

Kürt meselesinin hem Türkiye’de hem de sınırların ötesinde silahlı kuvvetler için birinci öncelik olduğu gerçeği bu vesileyle bir kere daha teyit edilmiş oluyor. Sınır içinde ve sınırötesinde hiç durmadan devam eden operasyonların ilkbaharda büyük bir kara harekatı ile Kuzey Irak’a doğru devam edeceği söyleniyor.

AKP’nin Kürt meselesini, operasyonlarla PKK’nin askeri, yerel seçimlerle de siyasi etkinliğini kırarak çözmeye yönelik planı ise, hükümetin askerlerle bir işbölümü yapmasını gerektiriyor.

Böylece askeri operasyonlar silahlı kuvvetler, siyasi operasyonlar ise AKP tarafından gerçekleştiriliyor.

2009 ilkbaharında yapılacak yerel seçimler için bölgede şimdiden AKP hesabına çalışmaya başlayan tarikat bağlantılı yardım kuruluşlarının da yine silahlı kuvvetlerin zımmi himayesi sayesinde faaliyet gösterebildiği bilinen bir gerçek.

Neticede bölgenin DTP’den temizlenmesi bir devlet politikası olarak ortaya çıkıyor.

AKP ise, askerlerin ülke yönetimine ilişkin yetkileri ve ayrıcalıklarının kısıtlanması gibi bir düşünce içinde olmadığını her vesileyle belirterek gönüllü bir iktidar paylaşımını tercih etmiş görünüyor.

Artık her hareketi ile devlet partisi olduğunu gösteriyor.

Üstelik bir de çeteler meselesi var. Çeteler konusunda Genelkurmay Başkanı bilindiği gibi sınırı çizdi. “Yakaladıklarınızı istediğiniz gibi yargılayıp cezalandırabilirsiniz. Daha fazlasına izin yok” satırarası mesajı aynı zamanda bu işbirliğinin ipuçlarından biri olmalı.

(Ergenekon meselesinde büyük beklentiler içinde olan iyi niyetli arkadaşlara duyurulur)

Dediğim gibi bu yasak ‘GATA Düğümü’ ne dayalı bir mutabakat ile çözülmek isteniyor.

Böyle bir anlayış bu meseleyi çözmeye yetmez.

Kürt meselesini de çözemez. Hiçbir meselenin çözümüne yardım etmez.

Ama, yine de yasakların kalkmasından yanayım.

Yalnız, benim gibi her durumda yasakların kalkmasından yana tavır koyanların bu devlet mutabakatını nereye kadar kaldırabileceğini de bilmiyorum.

Yeni Şafak, 8 Şubat 2008

Koray Düzgören

09.02.2008


 

CHP milletle kavgalı

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki başörtüsü görüşmelerini takip ederken (ve bu süreç başladığından beri) CHP’nin tavrını ilgiyle takip ediyorum.

Bu topraklarda siyaset yapan, ülke yönetimine talip olan bir parti, içinde bulunduğu ülkenin halkı ile bu kadar mı cedelleşir? Varlığını bu şekilde sürdürmeye yeminli midir? Merak ediyorum ve şaşırıyorum.

“Biz de başörtülü kızlarımızın eğitim hakkından mahrum bırakılmasını istemiyoruz” diyorlar bir de, arada sırada.

Hangi tavrı samimi anlayamıyorum.

İktidara gelemiyorlar ki tek başına, ne yapacaklarını görelim.

CHP’nin sıkıntısı sanırım Türkçe ezan meselesinden bu yana devam ediyor.

Ezanın orijinal halinde okunulması için Demokrat Parti’nin yaptığı ataktan sonra CHP bir türlü toparlanamadı.

Bir de halkla ilişkiler sorunu var CHP’nin.

Mesela ben, Talat Asal’ın “Güneş Batmadı” kitabında okuyuncaya kadar, CHP’nin ezanın Arapça şekliyle yeniden okunmasına yönelik Meclis oylamasında olumlu oy verdiğini bilmiyordum.

Meclis zabıtlarında yer alan kayıtta, CHP adına söz alan Cemal Reşit Eyüpoğlu şöyle diyor: “...ezana taallük eden ceza hükmünün kaldırılması maksadiyle Hükümetin bugün huzurunuza getirdiği kanun tasarısı hakkındaki CHP Meclis Grubunun görüşünü arzediyorum: Türkçe ezan, Arapça ezan mevzuu üzerinde bir politika münakaşası açmaya taraftar değiliz. Milli şuurun bu konuyu kendiliğinden halledeceğine güvenerek, Ezan meselesinin ceza konusu olmaktan çıkarılmasına aleyhtar olmayacağız.”

Ne kadar da güzel bir açıklama değil mi?

Ancak, CHP ne yapıyorsa yapıyor, halkın meselelerine kerhen bir katkı yapsa da arada kaynayıveriyor.

Herhalde bu “kerhen” tavrından kaynaklanıyor CHP’nin.

Başörtüsü konusunda da böyle.

Aslında onlar da bu yasağı istemiyorlarmış da, bunun baskın bir şekilde yapılmasından rahatsızlarmış.

Haftalar önce niye “laiklik elden gidiyor”dan bahsi açıp tehditler savururken şimdi bu söyleme geldiler, anlayabilmiş değilim.

“Baskın” ne demek bir defa.

Bu iş çözülecekse, çözülür.

Bir meseleyi seneler boyu uzatıp kangren haline getirmek midir CHP politikası?

Ülkeyi yönetenlerin görevi, önüne gelen her meseleyi ivedilikle çözüme bağlayıp ülkenin geleceğini düşünmek değil midir?

Herkes net olarak konuşsa, hiç tartışma olmayacak herhalde.

“Şu şu meselenin çözümünü kısa vadede mümkün değil. Olgunlaşmaya bırakıp iki yıl sonra ele alacağız” dese biri, herkes bunu anlayışla karşılayabilir.

Ama tamamen belirsizlik içinde kitleleri ızdırap içinde bırakmak bir yönetim tarzı olabilir mi? (...)

Akşam, 8 Şubat 2008

Elif Çakır

09.02.2008


 

Malatya Almanya’da mı?

Kaç gündür... Almanya’daki korkunç faciayı yaşıyoruz. Ludwigshafen kentinde 9 Türk’ün öldüğü yangın neyin nesidir?

Saldırı mı? Kundaklama mı? Sabotaj mı? Ya da bir aldırmazlığın sonucu meydana gelen bir kazanın hazin faturası mı?

Türkiye’de ‘neo-nazi’ ihtimaline ağır vurgu yapılırken...

Almanya buna pek ihtimal vermez gibi gözükmekte.

Resmi bir ziyaret için dün Almanya’ya giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da meydana gelen yangın faciasının derin bir üzüntü yarattığını belirterek, ‘Frankfurt’ta yangın bölgesine gitmek suretiyle buradaki incelemelerin neticesini ilgililerden alacağız’ dedi.

Bilindiği üzere...

Devlet Bakanı Mustafa Said Yazıcıoğlu olayın hemen ertesinde...

Dört kişilik uzman polis ekibi de, olay sırasında Türkiye’yi ziyaret eden Alman İçişleri Bakanı Wolfang Schauble ile varılan mutabakat ertesinde Ludwigshafen’e gitti.

Ancak farklı iddia ve yaklaşımlar bir güvensizlik ortamını kışkırtıyor gibi.

Bu ise hem basına, hem de resmi demeçlere yansımakta.

Alman İçişleri Bakanı Wolfgang Schauble, Ankara’dayken ‘Bir sabotaj işareti yok’ demişti.

Türkiye’nin Almanya’daki Büyükelçisi İrtemçelik de, ‘bazı Alman politikacıların yangın sebebi henüz kesinleşmeden olayın yabancı düşmanı bir saldırı olmadığı yönünde açıklama yapmalarını garip karşıladığını’ söylemişti...

Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesi, İrtemçelik’in sözlerine içerlediği anlaşılan Almanya İçişleri Bakanı Wolfgang Schauble’nin ‘Bazen büyükelçilere de görgü öğretmek lazım’ dediğini yazdı.

Almanya’nın etkili bir başka gazetesi olan Die Welt de ‘Türk Güvensizliği’ başlığıyla yayımladığı bir yorumda, yangının sebebinin henüz kesinlik kazanmadan Türkiye’nin kendi uzmanlarını olay yerine göndermek istemesinin, Alman makamlarına duyulan güvensizlikten ya da bazı olayların gizleneceği endişesinden kaynaklandığı görüşünü dillendirdi.

Aynı yorumda, yangın sebebinin yabancı düşmanlığından kaynaklanması durumunda da Almanya’nın bir hukuk devleti olarak olayı çözeceği kaydedildi.

***

Dokuz insanımızın öldüğü yangın, bir taraftan Almanya’nın Solingen şehrinde 29 Mayıs 1993’te, Türk vatandaşlarının ırkçı saldırı sonucunda yakılarak katledilmesini...

Diğer yandan da Türkiye’de Malatya’yı akla getiriyor.

Hatırlayacağınız üzere...

Malatya’da Zirve Yayınevi’nde çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske (46) ile Necati Aydın (35) ve Uğur Yüksel 18 Nisan 2007 tarihinde boğazları kesilerek öldürülmüş, polis, zanlılardan S.G. (20), C.Ö. (20), H.Ş. (19) ve A.Y’yi (19) olay yerinde yakalamıştı.

Malatya’daki kanlı vahşetle ilgili skandallar ise ayyuka çıkmıştı...

Sanıkların kanlı baskından önceki 6 aylık dönemde...

İstanbul’dan bir savcıyla...

Adresleri 2’nci Ordu Komutanlığı ve Özel Harekát Daire Başkanlığı olan bazı kişileri aradıkları ortaya çıktı.

Sanıkların 106 farklı cep telefonu kullandığı da belirlendi.

***

Ancak...

Malatya Başsavcılığı’nın sadece suçüstü yakalanan sanıkların üzerlerinden çıkan telefonların dökümlerini araştırdığı...

Ama üzerinden telefon çıkmayan sanıklardan Özdemir ve Demir’in telefon trafiğini araştırmadığı anlaşılmıştı.

Yine savcılığın diğer sanıkların telefon trafiğine yönelik araştırmayı da üzerlerinden çıkan telefon numaralarıyla sınırlı tuttuğu öğrenilmişti.

Dava dosyasında, sanıkların olay günü yaptıkları telefon konuşmalarının dökümünün bulunmaması da dikkat çekmişti.

Oysaki olay gününden önceki 6 aylık süreye ilişkin araştırma, ilginç telefon görüşmeleri yapıldığını ortaya koymaktaydı.

***

Gene...

Cinayetin hemen ardından yakalananların kanlı elbiselerinin ‘aynı poşete’ konduğu ve elbiseler üzerindeki kanların birbirine bulaştığı ortaya çıkmıştı... Böylece elbiselerdeki kandan kimin cinayete karıştığı, kimin kimi öldürdüğünü anlamak imkánsız hale geliyordu... Bu düpedüz bir ‘delil karatmaydı’...

Davanın başından beri ortaya çıkan gelişmelere bakılınca, bu cinayetin ardında güçlü bir karanlığın olduğu görülmekteydi.

***

Ama Alman yetkililer bütün bu olup bitene rağmen Türkiye’ye güvendi...

Suçlayıcı demeç vermeye...

Özel ekip göndermeye kalkmadılar...

Vatandaşlarını ‘şehit’ ilan etmediler...

Yargı sürecine kendilerini emanet ettiler...

***

Türkiye’de yabancı katliamına da, henüz aydınlığa kavuşmamış Almanya’daki bir drama verdiğimiz tepki kadar güçlü tepki versek...

Yabancının başına gelince sessiz, umursamaz ve aldırmaz... Bizlerin başına gelince feryat figan olmasak...

Saydam, tutarlı ve ilkeli olsak...

Toplumları güçlü ve saygın kılan evrensel hukukta ifadesini bulan anlayışı benimsesek...

Malatya’da başka, Ludwingsafen’de başka olamayız...

***

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dün hareketinden önce ‘yabancı düşmanlığı insanlık suçudur’ dedi...

Çok haklı.

Bu düşünce Türkiye’de yerleşik hale gelince, Almanya’da daha fazla dokunulmaz olacağız.

Çifte standart ulusları güçsüzleştiriyor çünkü...

Star, 8 Şubat 2008

Mehmet Altan

09.02.2008


 

AKP, MHP’nin tuzağına mı düştü?

(...) Aslında çok değil bir ay önce Türkiye çok farklı şeyleri konuşuyordu; 301’de, Alevi ve Kürt meselelerinde somut çabalar vardı.

Peki ne oldu da Türkiye’nin gündemi sadece türbana kilitlendi?

Neden sadece türbanı konuşur, türbana öncelik verir olduk?

Bunun nedeni, olası ekonomik krizi örtbas etme çabası mı yoksa önümüzdeki yerel seçimlere hazırlanan AK Parti’nin “çekirdek” kadrosuna mesaj vermek istemesi mi? Ya da olay gerçekten sadece özgürlükle mi ilgili?

Doğrusu bu son olasılık bugüne kadar AK Parti’ye destek veren demokrat ve liberal aydınlara bile inandırıcı gelmiyor.

AK Parti’nin ısrarcı türban önceliği ve dolayısıyla 301 ve Kürt meselesini geri plana düşürmesi bilinçli bir tercih olarak yorumlanıyor.

Peki, merkez sağda olduğunu söyleyen AK Parti’nin bu konumunu, klasik merkez siyasetin önde gelen isimleri nasıl değerlendiriyor?

Acaba bu çıkışlar AK Parti’nin hâlâ “merkeze oturma” konusunda sıkıntıları olduğunu mu gösteriyor?

Bu konuyu merkez siyasetin önde gelen isimlerinden Nesrin Nas ile konuştuk. Nas, sorulara cevap vermeden önce ilginç bir iddia ortaya atıyor:

“Bence AKP, MHP’nin tuzağına düştü.”

Nas, bu tespitini bir adım daha ileri götürüyor ve şöyle diyor:

“AKP, hem MHP hem de kendi ‘Milli Görüş’çü tabanı tarafından köşeye sıkıştırıldı.”

Süreci düşününce gerçekten ortada Başbakan Erdoğan’ın İspanya’da dile getirdiği, “Türban siyasi simge bile olsa...” sözünden başka bir şey yok. Elbette bu tartışılabilirdi ama MHP bu tartışmayı somut öneriye dönüştürünce işin rengi değişmeye başladı.

Nas bu süreci şöyle anlatıyor:

“AKP tam 301’i Meclis’e getireceği sırada MHP bir karşı atakla, ‘Gel türban konusunu çözelim’ dedi. İşte AKP buna ‘Hayır’ diyemedi. Çünkü hem uzun süredir çözmek istediği bir sorundu hem de yerel seçimler yaklaşıyordu. Bilinen bir şey var, genel seçimleri genel merkez, yerel seçimleri teşkilatlar kazanır.

AK Parti teşkilatları Milli Görüşçü. Milli Görüşçülerin birinci önceliği de türbanın kamu alanına çıkmasıdır. O nedenle AKP’nin çok işine geldi bu.”

“AK Parti’nin eli kolu bağlı”

Türban gibi bir sorunun Meclis’te çözülüyor olması elbette önemli bir adım. Ancak, Nesrin Nas bu sürecin tehlikeli bir dönemi başlatacağını ileri sürüyor ve şöyle diyor:

“Bundan sonra AKP reformcu tarafını çok ortaya çıkaramaz. MHP ile yaptıkları uzlaşma ve Milli Görüş tabanına verdikleri bu rahatlık, maalesef AKP’nin elini kolunu bağlamıştır. Bundan sonra 301’i de, Anayasa’yı da kolay kolay Meclis’e getiremezler.”

Bu kez araya girip “ Türbanı çözen bir AK Parti neden diğerlerini getiremesin?” diye soruyoruz...

Nas, böyle bir ihtimalin tamamen yok olmadığına dikkat çekiyor ve sözü siyasette “algı ve uzlaşma” meselesine getiriyor:

“Toplumda AKP’ye ilişkin algı çok önemli şekilde değişmiş olacak. Siyasette algı gerçeğin ta kendisidir. ‘AKP’nin niyeti budur’ yargısı kesinleşiyor. Merkeze oturmak isteyen bir partinin ana işlevi, orta sınıf kentli kadınları yaşam biçimine ilişkin bir tehdit altında olmadıklarına ikna etmektir. AKP, bunu kaçırmıştır. Bir de AKP ile toplumun bazı kesimleri arasında ekonomideki rahatlama nedeniyle bir uzlaşma yapılmıştı. Bu uzlaşma da bozuldu. Bunun bozulması demek reformların itici gücünün ortadan kalkması demektir. Bundan sonra gelecek her reform gerilime ve tartışmaya sebep olacaktır.”

Sabah, 8 Şubat 2008

Mahmut Övür

09.02.2008


 

Mahcup muhalifler

Herhangi bir özgürlüğe karşı olup da bunu açıkça ortaya koymaktan çekinenlerin çok sık başvurdukları bir gerekçe vardır: “Şimdi sırası mı? Şu şu meseleler dururken siz nelerle uğraşıyorsunuz” Bu itiraza genellikle talep edilen özgürlük doğrudan karşı çıkılamayacak kadar haklı ve güçlü olduğu zaman başvurulur.

İlk bakışta kullanışlı görünen, ama aslında pek naif olan bu argümanın dünkü Meclis konuşmalarında da haddinden fazla kullanıldığına tanık olduk. Kimisi Kürt meselesi dururken türbana el atılmasını eleştirdi. Kimisi 301 dururken bu meselenin gündeme getirilmesini samimiyetsiz bulduğunu söyledi. Ak Parti’nin özgürlükler meselesini bir bütün olarak ele almadığını, bütün özgürlükleri bir arada ele almadığı sürece de “kendine demokrat’ olmaktan kurtulamayacağını ve inandırıcı olmayacağını iddia etti.

Kimisi ise işi “işsizlik yoksulluk dururken nelerle uğraşıyorsunuz” demeye kadar vardırdı (Bu tekerlemenin vazgeçilmez unsuru enflasyon canavarıydı eskiden, neyse ki artık tarih oldu.) Aslında biz bütün bu bahaneleri yıllardır çok yakından tanıyoruz. Zamanında 141-142’nin kaldırılması ne zaman gündeme gelse, aynı yaveleri dinlerdik. Ne zaman ifade özgürlüğünden bahsedecek olsak, birileri çıkar ve “halkımız yiyecek ekmek bulamazken, ifade özgürlüğünün lafı mı olur” diye girerdi lafa.

Ne zaman modern kadının bir sorununu gündeme getirsek, “Anadolu’da töre cinayetine kurban giden kadınlar dururken bu ne fantezi böyle” diye itiraza kalkarlardı. Hatta sadece özgürlükler söz konusu olduğunda da değil; ne zaman yapılmasını istemedikleri bir icraat olsa; yapılması gereken diğer işleri sıralar ve “Bunlar dururken siz nelerle uğraşıyorsunuz” diye başlarlardı.

Bunlardan en meşhuru, “Boğaz’a köprü yapacağınıza Zap Suyu’na köprü yapın” sloganıydı ki, bu engelleme taktiğinin simgesi olarak tarihe geçti. Şimdi de aynı mahcup muhalefetin türban konusunda bol bol kullanıldığına tanık oluyoruz. Evet, çok sıkıcı ama ne yapalım ki, “mahcup muhalifler” bu tür itirazlardan vazgeçmediği sürece, bizim de cevap vermekten sıkılma gibi bir lüksümüz yok.

Öyleyse sıralayalım: Bu tip itirazlar karşısında ilk olarak söylenmesi gereken temel ilke, özgürlükler arasında hiyerarşik bir ilişki; bir öncelik- sonralık sıralaması yapılamayacağıdır. Hele hele temel bir hakkın ihlali söz konusu ise, hiç kimse hiç kimseye “sen şimdi bekle, sıran daha gelmedi” deme hakkına sahip olamaz. Herkes için kendi can acısı en önemlisidir ve diğerlerini beklemek zorunda değildir. Çünkü bu hakları sağlamak lütuf değildir, zaten ondan gasp edilen bir şeyin iadesidir. (...)

Bugün, 8 Şubat 2008

Gülay Göktürk

09.02.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri