Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Darbe hazırlığı ya da Kemalizm'i ‘kapatmak’

Bizim hukukçuların hukukla da, bu ülkenin halkıyla da ilişkilerini kestiklerini artık herkes biliyor.

Yargıtay Başkanı'nın mafyayla ilişkilerini ortaya çıkmasından, Anayasa Mahkemesi'nin 367 kararından, Danıştay Başsavcısı'nın darbeyi öven konuşmalarından, Yargıtay Başsavcısı'nın iddianame diye ortaya koyduğu tuhaflıktan sonra kimsenin "Türkiye'de gerçek bir hukuk sisteminin varlığına" inandığını sanmıyorum.

Ben buna inanana rastlamadım.

Hukukçularımız bunun böyle olmadığını düşünüyorlarsa, kendilerine açık kimlikleriyle Anadolu'da bir tur atmalarını tavsiye ederim.

Bakalım nasıl bir hüsnü kabul görecekler?

Artık biliyoruz ki hukukçularımızın bu yaptıklarının hukukla alakası yok.

Peki, neyle alakası var?

Bütün dünyanın "gülünç" diye nitelediği bu son iddianame hukukla alakalı değilse, neyle alakalı?

Bu başsavcı, ülkeyi altüst eden hukuk dışı bir saçmalığa tek başına mı girişti?

Ben doğrusu tek başına olmadığından kuşkulanıyorum.

Devletin içinden birilerine danışarak bu işe giriştiyse hiç şaşmam.

Ama, bu insanlar tümden kör olamazlar.

AKP'nin kapatılması halinde, yapılacak ilk seçimde bu partinin yerine kurulacak partinin yüzde ellilerin çok üstünde bir oyla iktidara geleceğini onlar da görüyor olmalı.

Herkesin gördüğünü onların görmediğini düşünmek yanlış olur.

Onlar da bu gerçeğin farkındadır.

O zaman, tek amaçları AKP'yi kapatmak olamaz.

AKP kapandıktan sonra en aşağı beş yıllığına seçimleri erteletecek bir başka plan daha olması gerekiyor akıllarında.

Böyle bir planları olmadan AKP'yi kapatmaya kalkmak gibi bir çılgınlığa kalkışmazlardı.

İşte asıl endişe verici soru da bu:

Seçimleri erteletmek için ne yapmayı planlıyorlar?

Ve, bu planın ordu içinde bir uzantısı var mı?

Eğer, böyle bir planları varsa, bunun anlamı açık.

Önümüzdeki bir iki hafta içinde "korkunç" bir olayla karşılaşacağız demektir.

Seçimleri ertelecek kadar "korkunç" bir şey.

Bu, çok tedirgin edici bir ihtimal.

Ama böylesi planın uygulanması için bu da yetmez.

Türkiye, tek başına ayakta durma gücüne sahip değil.

Mutlaka ekonomik ve siyasal bir dış desteğe ihtiyaç duyuyor.

Avrupa ve Amerika çok net bir biçimde böyle bir plana destek vermeyeceklerini açıkladılar.

Bu hazırlıkları yapanlar bunu da daha önceden kestirmiş olmalılar.

O zaman ikinci soruyla karşılaşıyoruz.

Böyle bir girişimi başarıya ulaştırabilmek için kimin kendilerine yandaşlık yapacağını düşünüyorlar?

Bu soru da, bir zamanlar emekli generallerin televizyon televiyon dolaşıp anlattıkları o eski planı ve onların önerdiği yandaşı akla getiriyor.

Rusya....

Asker ve hukuk bürokrasisinin içinde, kendi gizli egemenliklerini sürdürebilmek için Türkiye'nin kampını değiştirmeyi göze alacaklar kadar kendini kaybetmiş birileri var mı?

"Asla yoktur" diyemiyorum doğrusu.

Eğer varsa...

O zaman da önümüzdeki günlerde çok ciddi bir güç çekişmesine şahit olacağız demektir.

Türkiye devletinin kadroları, Batı tarafından desteklenen demokrasi yandaşları ve Rusya'ya göz kırpan darbeciler olarak ikiye ayrıldıysa...

Karşılıklı hamleler yapılacaktır.

Darbeciler, Türkiye'yi yörüngesinden saptıracak kadar "korkunç" bir olay planlarken...

Demokrasi yanlıları da derhal Ergenekon çetesinin dışarıda kalanlarını tutuklayacaktır.

Belki ikisi birden olacak.

Önümüzdeki günlerde bir şeyler yaşayacağız.

Ama ne olursa olsun, Türkiye bir daha geri dönülmez biçimde değişecek.

Başsavcının iddianemesi, Kemalist devletin bitimini ilan ediyor bence.

Bu "darbeci" güçlerin bir türlü "uslu" durmaması, sürekli sorun yaratmaya uğraşması, darbe planları hazırlaması; Türkiye'yi Batı müttefiki olarak tutmak isteyen devlet kadrolarını da, istikrarlı bir Türkiye isteyen gelişmiş dünyayı da bence bu sefer alarma geçirdi.

Devletin içindeki bu darbeci Kemalist güçlerle birlikte yaşanamacağını, buna mutlaka hukuki bir çözüm bulunması gerektiğini sanırım herkes anladı.

O hukuki çözüm de kısa vadede yürürlüğe girecektir.

Darbeciler planlarına uygun olarak "o korkunç şeyi" yapsalar da, onu yapmadan yakalansalar da, Türkiye mutlaka demokrasi hamlelerine hız verip darbeci Kemalizmi devletten kazıyacaktır.

Başsavcı, AKP'yi kapatayım derken Kemalizm'i kapattı bence.

Dünyayı ve Türkiye'yi yok saymanın bedelini devletin içindeki bütün güçlerini kaybederek ödeyecekler.

Bunu göreceksiniz.

Şimdi yapılacak tek şey...

Onların aklındaki "ikinci" adımı atmalarını önlemek için derhal tedbir almak...

Ve, bir dönemin huzur içinde bitmesini sağlamaktır.

Taraf, 16 Mart 2008

Ahmet Altan

17.03.2008


 

Bu halka, yeni bir devlet lâzım

27 Mayıs’ta kapattınız. Ne oldu? 12 Mart’ta kapattınız.

Ne oldu?

12 Eylül’de kapattınız.

Ne oldu?

28 Şubat’ta kapattınız.

Ne oldu?

Askeri rejimler eliyle, Anayasa Mahkemesi eliyle kapattınız da partileri ne oldu?

Kürtçülük dediniz kapattınız.

Komünistlik dediniz kapattınız.

Şeriatçılık dediniz kapattınız.

Bölücülük dediniz kapattınız.

Millet oy verdi!

Devlet kapattı!

Siyasi partiler mezarlığı haline geldi de ne oldu Türkiye?..

Demokrasi mi olduk?

Hayır.

Hukuk devleti mi olduk?

Hayır.

Özgürlükler düzeni mi geldi?

Hayır.

İnsan hakları düzeni mi geldi?

Hayır.

Türkiye kalkındı mı, insanlarımız hayat kalitesi basamaklarında yükseldi mi, daha ileri mi gittik?

Hayır.

Kalkınma yarışına birlikte başladığımız Yunanistan’ı, Portekiz’i, İspanya’yı ya da Güney Kore’yi mi geçtik?

Hayır.

Öyleyse... Şimdi de halktan yüzde 47 oy alarak iktidara gelen bir partiyi, AKP’yi mi kapatacaksınız? Aklınızı ekmek peynirle mi yediniz?..

Soruyorum:

Bu devlet bu halka lâyık mı?

Hayır.

Bu halka yeni bir devlet lâzım, evet aynen öyle. Bu devlete yeni bir halk bulamayacağımıza göre, bu halka yeni bir devlet yapmaktan başka çaremiz yok.

Öyle bir devlet ki, demokratik olsun.

Öyle bir devlet ki, hukuk devleti olsun.

Öyle bir devlet ki, özgürlüklere saygılı olsun.

Öyle bir devlet ki, insan haklarına saygılı olsun.

Ancak böyle bir devlet, halka layık yeni bir yeni devlet olur.

Son söz:

Anayasa Mahkemesi, AKP hakkındaki bu kapatma davasını reddederek, Türkiye’nin siyasi partiler mezarlığı haline gelmesine noktayı koymalı ve siyasal bir kaos ihtimalini önlemelidir.

Yoksa Türkiye’ye yazık olur!

Milliyet, 16 Mart 2008

Hasan Cemal

17.03.2008


 

Yine, yeni, yeniden...

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya o göreve meslektaşlarının oylarıyla seçildi; herhalde kendisini seçenler de, kendisi de aklı başında, sorumluluğunun bilincinde insanlar... Ocak ayında hafif tertip bir ‘kapatma’ uyarısında bulunmuştu Başsavcı Yalçınkaya; demek ki, Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru ‘anlık bir öfke’ sonucu değil... Hepimiz şaşırmış olsak da, Başkan Haşim Kılıç’ın serinkanlı bir üslupla “Konuya pazartesi günü bakacağız” demesi, Anayasa Mahkemesi’nin zihnen hazırlıklı olduğunu gösteriyor yeni gelişmeye...

Hayır, bazılarının sandığı gibi, bir akıl tutulması, bir dümura uğrama söz konusu değil; hesaplı kitaplı, taammüden bir eylem bu.

Türkiye’de siyasi partiler geçmişte de kapatıldı. 27 Mayıs ‘darbesi’, (hani Danıştay Başsavcısı unvanını taşıyan Tansel Çölaşan’ın şu yakınlarda “Darbe değil, devrim” diye övdüğü ve siyasileri asmasını sahiplendiği darbe), Demokrat Parti’yi sıradan bir mahkeme kararıyla kapatmıştı. 12 Eylül darbecileri ise CHP’nin bile gözyaşına bakmadılar, bütün siyasi partileri kapattılar.

Anayasa Mahkemesi marifetiyle 40’tan fazla parti kapatıldı bugüne kadar... Bir bölümü sadece tabela partisi olduğu için kapatıldı bunların, bir bölümü ‘ideolojik’ sebeplerle; ‘odak olma’ gerekçesi yüzünden kapatılan partiler de oldu.

Parti kapatmanın kapatanlar açısından bir ‘çözüm’ olmadığını yaşayarak öğrendi Türkiye. 27 Mayıs’ın kapattığı Demokrat Parti başka isimler altında varlığını bugüne kadar sürdürdü; bugün DYP’den dönme Demokrat Parti adıyla bir partimiz yine var. 12 Eylül’ün kapattığı yeniden açılan CHP Başsavcı Yalçınkaya’nın iktidar partisiyle ilgili kapatma girişimine alkış tutuyor bugün. 28 Şubat’ta kapatılan Refah Partisi, Fazilet Partisi’nin adları tarihe karışmış olsa bile, o partilerde görev yapmış siyasiler günümüzde önemli mevkileri işgal ediyorlar.

Buna rağmen, bütün bu gerçekleri umursamadan, yine, yeni, yeniden kapatma davaları açılıyor ülkemizde...

Siyasiler ne yapsınlar? Dolduruşa gelen birkaç yargıç siyasi sisteme müdahale amaçlı kapatma davası açıp parti kapatmasınlar diye süreci zorlaştırmaktan başka? Şu yakınlarda onu da yaptı siyasiler ve ‘uyarı’ ile başlayan zor bir sürece dönüştürdüler; ‘odak olma’ gerekçesini de hem tarifi müşkül hale getirdiler, hem de 11’de 7 üye çoğunluğunun kararına bağladılar. Eskisi gibi kolayından alınamaz bugün parti kapatma kararı...

Yine de parti kapatılsın diye girişimde bulunulabildi; hem de ülkeyi altı yıldır yöneten, son seçimde her iki kişiden birinin oyunu almayı başarmış, Meclis’te biraz destekle anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip bir iktidara karşı...

Herhangi bir iktidar, halktaki desteği ve Meclis’teki çoğunluğu arkasına alarak ülkeyi ‘yargıçlar devleti’ görüntüsünden kurtaracak bir yeniden yapılanmaya kavuştururdu. Ak Parti bunu bile düşünmeyecek kadar ‘sistemle uyumlu’ çalışmayı benimsemiş bir parti. Yorumcuların gösterdiği tepkiyi, halkın dışa vurduğu infiali Ak Parti liderlerinde göremediysek sebebi budur: Sistemle uyumlu çalışma arzusu...

Sistemle uyumlu çalışmayı ilke olarak benimsemiş bir partiyi bile kapatmaya kalkabildiler... Aklı başında insanlar, anlık bir öfkeyle değil, inceden inceye planlayarak, taammüden ve hazırlıklı olarak yaptılar bunu...

27 Mayıs kendisine hedef seçtiği partiyi kapatmıştı; 12 Eylül bütün partileri... Birer darbe-i hükümetti onlar ve darbeciler iradelerini yargı üzerinde de gösterebilecek durumdaydılar. 28 Şubat da RP ve FP’yi kapattı; orada da yargıçların brifinglere çağrılıp ‘bilgilendirildiklerini’ gözlerimizle gördük, baskı altında olduklarını anladık. Bu defa görünürde öyle bir baskı da yok.

28 Şubat’la rejimin adı değişmişti de biz mi farkında değildik, yoksa bu yeni bir süreç mi?

Yeni Şafak, 16 Mart 2008

Fehmi Koru

17.03.2008


 

Kemalizm’den demokrasiye...

Önceki gün... İttihat ve Terakki’den başlayıp Kemalizm ile iyice kökleşen refleks, AK Parti’ye karşı ani bir hamle yaptı: -Laiklik elden gidiyor... Bir önceki hamle de DTP’ye karşıydı: Bölünüyoruz...

Ak Parti ile DTP’nin birlikte toplam oyları yüzde 56... Yargı, halkın yüzde 56 oyunun şeriat ve bölücülük istikametinde kullanılmış olduğunu söylemeye uğraşıyor.

Kendi halkıyla dövüşen...

Bu dövüşü kazanabilmek için kendi halkını insafsızca suçlamaktan çekinmeyen...

Biz zihniyet bu.

* * *

Sorup sorup durduğum...

Ama cevap alamadığım sorular var:

-Atatürk devrimleri oturdu mu, oturmadı mı?

Oturduysa, kimse bu halka siyasal İslam’ı dayatamaz... Din devletine dönüşmeyiz...

Yok...

Bu devrimler oturmadıysa, halkın laiklikten çıkarı yoksa, o zaman da bunu savcı iddianameleriyle sağlayamayız.

‘Neden oturmadığını’ daha derinlemesine konuşmalıyız.

* * *

Ankara’nın hepimizi yeniden bir büyük karmaşanın eşiğine getirip bırakan köhne reflekslerinden kurtulmanın çaresi ne?

Ne yapmalıyız?

Aslında su soruların cevabı AK Parti iktidarının ilk üç yılındaki icraatında çok belirgin bir biçimde var.

Evrensel demokrasi...

Evrensel hukuk...

Akılcı ekonomik icraat...

Toplamına kısaca ‘dünyalaşma’ da diyebilirsiniz.

İdeolojik bir başkent olan Ankara’daki Kemalist militanlık, ancak dünyalaşmanın hukuksal meşruiyetiyle aşılabilir.

İlk üç yıl içinde olan da oydu.

O nedenle, eski refleks bu kadar rahat hareket edemiyordu.

* * *

Hukuksal olarak cezalandırılamayan 27 Nisan muhtırası ancak genel seçimlerle aşıldı.

Ama genel seçim süreci bizi dünyalaşma enerjisinden de geri bıraktı.

Ankara’nın iç siyaset kavgası öne çıktı.

Daha önce yeryüzünü muhatap alan Ak Parti, CHP ve MHP’ye muhatap olmaya başladı.

Bu, Kemalizm’e karşı ‘evrensel demokrasi’ alternatifini gölgelendirdi...

Eski refleksler bir adım öne çıktı.

* * *

Çıkmasa...

Genel seçim ertesinde...

Üstelik bir yıl bile geçmeden, yüzde 47’lik bir büyük başarıya rağmen...

Bu hukuk skandalıyla karşılaşır mıydık?

Halk iradesinden hoşlanmayan, topluma eski zihniyete göre istikamet vermek isteyen bir arzu şansını bir daha denemeye cüret edebilir miydi?

Dün Köksal Toptan, Ak Parti’nin ‘laiklik karşıtı odak’ olma suçlamasına dolaylı bir cevap verirken...

Kopenhag Kriterleri için nasıl çalıştıklarını, gecelerini gündüzlerine kattıklarını anımsattı.

Doğru...

Gerçekten de öyleydi... Ama biz daha ancak Kopenhag Kriterleri’nin ‘kritik eşiğini’ aşabilmiş durumdayız.

Zaten nerede olduğumuzu yaşadığımız şu utanç verici durum gösteriyor.

* * *

Kızmadan...

Sinirlenmeden...

Bıkmadan...

Usanmadan uğraşarak...

Hep birlikte...

Halk iradesinden hoşlanmayan bu yeteneksiz elite karşı...

Daha güçlü...

Daha etkin...

Ve daha üstün olmak için...

Evrensel dünya ölçüleriyle kol kola girmeliyiz.

Unutulan yeni sivil anayasa...

Ve savsaklanan AB reformları için gaza basmanın tam zamanı.

* * *

Gaza basın ki...

Ortadaki kavganın...

‘Laiklik’ meselesi değil, halk iradesine karşı bir sivil darbe olduğu iyice anlaşılsın.

Star, 16 Mart 2008

Mehmet Altan

17.03.2008


 

Ergenekon’dan çıkış

(...)Ergenekon, emekli askerlerin kurduğu bir çetenin adı değil. Ergenekon, devlet içinde fiilen sahip olunan ve fiilen yürütülen karanlık bir iktidarın alanı. Ergenekon, kendilerini devletin sahipleri ve koruyucuları olarak ilan edenlerin ideolojisi. Sahip oldukları ayrıcalıkları, üstlendikleri sorumlulukla temellendiren bir demirciler ve kurtlar koalisyonu.Bir demirci, kocaman körükleri yerleştirmiş, ateşi yakmış, dağın bir tarafını eritmekle meşgul. Kurtlar pusuda bekliyor. “Devletin sahipleri” kendileri için bir çıkış yolu arıyor. Toplum, geçmişte ağır bedeller ödediği karanlık bir maceraya, Ergenekoncular tarafından sürükleniyor.

Başsavcının iddianamesi, karanlık çağlardan fırlayan bir hayalet gibi önümüzde duruyor.

Birileri Ergenekon’dan çıkmaya çalışıyor. Bize de efsaneleri ciddiye almak düşüyor.

Zaman, 16 Mart 2008

Mümtaz’er Türköne

17.03.2008


 

Kapatma davası AK Parti’ye yarar

AK Parti’ye “kapatma davası” açıldı.

“Hukuki sonucu” ne olacak? Bu konu “hukukçuların işi.” Ama “siyasi sonucu ne olacak” derseniz... İşte bu konuda “birkaç şey” söyleyeceğiz.

1. Bu davadan bir şey çıkmaz.

2. AK Parti’ye yarar.

3. Demokratikleşme sürecinde aksamalar olur.

***

Eğer bir siyasi hareketin mutlaka önü kesilmek isteniyorsa...

- Bu muhalefetin işidir.

- Sivil toplumun işidir.

- Askerin veya Başsavcının değil.

- Müdahale, müdahale edileni güçlendirir... 27 Nisan 2007 muhtırası olmasaydı, AK Parti yine iktidar olurdu ama herhalde yüzde 47 ile değil.

***

Dün bir, bugün iki...

“Kapatma davası” ile birlikte AK Parti hareketleniverdi.

Göreceksiniz: AK Parti’de “saflar sıklaşacak, Tayyip beyin etrafındaki kenetlenme güçlenecek.”

Seçimin üzerinden aylar geçti...

Ekonomik durum tartışılıyor.

Faiz, borsa, altın, piyasa “kıpır kıpır.” Hükümet “üniversiteyle kavgalı... İşçiyle gergin... Muhalefetle sürtüşmeli.”

Ama “kapatma davasının sözü bile” her şeyi unutturdu. Göreceksiniz “süreç” iktidarın lehine işleyecek.

***

Tayyip bey “hapse atıldı” güçlendi.

“Siyaseten yasaklandı” daha güçlendi. Şimdi bu “kapatma meselesi” Tayyip beyin daha da güçlenmesi için mi düşünüldü dersiniz.

Sabah, 16 Mart 2008

Yavuz Donat

17.03.2008


 

Demokrasi kazanacak

İslam Konferansı Örgütünün (İKÖ) 11’inci zirve toplantısını izlemek için Cumhurbaşkanı Gül’le birlikte gittiğimiz Senegal’in başkenti Dakar’dan dün sabaha karşı döndük.

Ama çocukluğumuzda bize öğretilen marşın aksine “Şen gidip yaslı döndük.”

İKÖ’nün 57 üyesi arasında “Demokratik ve laik tek ülke” olmanın onuruyla gittik, demokrasimizin bir kez daha raydan çıkması olasılığının ezikliğiyle döndük.

Yenilenen İKÖ Şartı’na, yani tüzüğüne “Üye ülkeler ulusal ve uluslararası düzeyde demokrasiyi destekleyecek ve teşvik edecektir” maddesini koydurmanın kıvancıyla gittik, bu metne imza koyan İslam ülkelerinin, “Yargı demokrasiye müdahale edebilir mi” sorularının ve “Ele verir talkını” türünden istihzalarının utancıyla döndük.

Sabah, 16 Mart 2008

Erdal Şafak

17.03.2008


 

Derin Ankara

Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere AK Parti kadroları da, unuttukları “gerçek gündem”i yeniden hatırlamalıdır.

“Kopenhag kriterleri olmazsa Ankara Kriterleri olur” diyebilen Erdoğan, sanırız “Ankara Kriterleri” nin nelerden oluştuğunu iyice görmüştür.

Ankara Kriterleri’nde ne devlete ne de millete hizmet, insanlara teşekkür getiriyor. Çünkü “Derin Ankara”, iktidarı kimseyle ve özellikle seçilmişlerle paylaşmaya razı değildir.

Siz iç ve dış sorunları canınızı dişinize takarak çözümlemeye çalışsanız da...

Ülkenin kriz konularını oluşturan problemlerine çözüm için sağlığınızı da tehlikeye atarak gece gündüz koşuşup dursanız da...

İçe dönük durağan Türkiye’yi dünyaya açıp, uluslararası rekabet ortamında yarışabilir hale getirseniz de... Derin Ankara’ya yaranamazsınız.

Sabah, 16 Mart 2008

Mehmet Barlas

17.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri