Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

De ki: Allah'tan başkasına mı ibâdet etmemi istiyorsunuz, ey câhiller!

Zümer Sûresi: 64

21.03.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Ver. Sen cimrilik ederek malı tutma ki, senden de mal esirgenmesin.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 668

21.03.2008


Bugün Nevrûz-u Sultanîdir

Gel, bugün Nevrûz-u Sultanîdir.HAŞİYE Bir tebeddülât olacak, acîb işler çıkacak. Şu baharın şu güzel gününde, şu güzel çiçekli olan şu yeşil sahrâya gidip bir seyran ederiz. İşte bak, ahali de bu tarafa geliyorlar. Bak, bir sihir var; o binalar birden harap oldular. Başka bir şekil aldı. Bak, bir mu’cize var; o harap olan binalar, birden burada yapıldı. Adeta bu hâli bir çöl, bir medenî şehir oldu. Bak, sinema perdeleri gibi her saat başka bir âlem gösterir, başka bir şekil alır. Buna dikkat et ki, o kadar karışık, sür’atli, kesretli, hakikî perdeler içinde ne kadar mükemmel bir intizam vardır ki, herşey yerli yerine konuluyor. Hayalî sinema perdeleri dahi bunun kadar muntazam olamaz. Milyonlar mahir sihirbazlar dahi bu sanatları yapamazlar. Demek, bize görünmeyen o padişahın çok büyük mu’cizeleri vardır.

Ey sersem! Sen diyorsun: “Nasıl bu koca memleket tahrip edilip, başka yere kurulacak?”

İşte görüyorsun ki, her saat, senin aklın kabul etmediği o tebdil-i diyar gibi çok inkılâplar, tebdiller oluyor. Şu toplanmak, dağılmak ve şu hallerden anlaşılıyor ki, bu görünen sür’atli içtimâlar, dağılmalar, teşkiller, tahripler içinde başka bir maksat var. Bir saatlik içtimâ için on sene kadar masraf yapılıyor. Demek bu vaziyetler maksud-u bizzat değiller. Bir temsildir, bir taklittirler. O zat, mu’cize ile yapıyor, tâ sûretleri alınıp terkip edilsin ve neticeleri hıfzedilip yazılsın. Nasıl ki manevra meydan-ı imtihanının herşeyi kaydediliyordu ve yazılıyordu. Demek, bir mecmâ-ı ekberde muâmele, bunlar üzerine devam edip dönecek. Hem bir meşher-i âzamda daimî gösterilecek. Demek şu geçici, kararsız vaziyetler; sabit sûretler, bâkî meyveler veriyorlar.

Demek bu ihtifâlât bir saadet-i uzmâ, bir mahkeme-i kübrâ, bilmediğimiz ulvî gayeler içindir.

HAŞİYE: Bu sûretin remzini Dokuzuncu Hakikatte göreceksin. Meselâ, Nevruz günü, bahar mevsimine işarettir. Çiçekli yeşil sahrâ ise, bahar mevsimindeki rû-yi zemindir. Değişen perdeler, manzaralar ise, fasl-ı baharın iptidâsından yazın intihâsına kadar, Sâni-i Kadîr-i Zülcelâlin, Fâtır-ı Hakîm-i Zülcemâlin kemâl-i intizam ile değiştirdiği ve kemâl-i rahmet ile tazelendirdiği ve birbiri arkasında gönderdiği mevcudât-ı bahariye tabakatına ve masnuât-ı sayfiye taifelerine ve erzâk-ı hayvaniye ve insâniyeye medar olan mat’ûmâta işarettir.

Sözler, 10. Söz, 10. Sûret, s. 58

Lügatçe:

nevrûz: 1-Yeni gün, baharın ilk günü. 2-Celâlî Takvimi’ne göre yılbaşı. 3-Baharın ilk günü sebebiyle yapılan şenlik, bayram.

Nevrûz-u Sultanî: Sultan Celaleddin Melikşah’ın takvimine (Celâlî takvim) göre yılbaşı olan, baharın ilk günü nevruz.

Bediüzzaman Said NURSÎ

21.03.2008


Nuraniyet sırrı

Cenâb-ı Hak insana yüzlerce cihâzât vermiş, isim ve sıfatları tanınsın diye. İnsan bu cihazlar vasıtasıyla Allah’ın isim ve sıfatlarını bir yere kadar idrak eder ve anlamaya çalışır.

Nasıl ki bir evi güç ve kudretiyle yapar, bilir ve idare eder. Benzer tarzda, Cenâb-ı Hakkın da şu muhteşem kâinat sarayındaki tasarruf ve idaresini, irade ve ilmini öylece anlar, Rabbinin Kadir, Mürid ve Alim olduğunu idrak eder. Görmesi ve bilmesi, işitmesi ve söylemesi ve hayatı ile de Yaratıcının Basar, Semi, Alim, Hayy olduğunu bilir.

Bu misâl gibi insan kendisine verilmiş ölçücükler ile Kâinat Yaratıcısını tanımaya çalışır. Ancak bu durum her konuda geçerli bir husus değildir. Bazı meseleler vardır ki, insan anlamakta ve idrak etmekte zorlanır. Öyle çok kolay bir şekilde inkişaf etmez bazı meseleler. Bu tür meselelerden birisi de ‘nurâniyet sırrıdır’.

Bunun sebebi ise, nuraniyet sırrının her insanda tam olarak inkişaf etmemiş olmasıdır. Aslında bu sır, bütün insanlara çekirdek nevinden verilmiş. Tam olarak inkişaf ettirmek, ancak maneviyât büyüklerine nasip olduğundan, herkes görmek ve işitmek ve bilmek derecesinde bu sırrı keşfedememiştir. Nuraniyet sırrının en net göstergesi, aynı an ve mekânda birden fazla iş yapılabilmesidir. Veya aynı anda farklı yerlerde bulunup, farklı fiilleri işleyebilmektir. Şimdi biz dört duvarında dört ayna olan bir odaya girdiğimiz zaman, aynalarda yansımalarımızı görürüz. Orada beş kişi vardır. Dördü aynada yansıyan, birisi de canlı olan kendimiz. Bu beş kişiden ancak birisi hayat sahibidir. Aynalarda yansıyan görüntü ise hayat sahibi olan kişiye aittir. Elimizi kaldırdığımız zaman aynalardaki yansımamız da elini kaldırır. Biz güldüğümüz zaman o da güler, ağlarsak ağlar. Bu durum, bizim nuraniyet sırrına tam olarak sahip olmadığımızın göstergesidir. Aksi söz konusu olsa idi, yani biz gülerken aynadaki yansımamızın birisi ağlasa, birisi yüzünü ekşitse, bir diğeri umursamaz bir tavır alsa, işte o zaman biz nuraniyet sırrına sahip olmuş olurduk. Aynı anda aynalar vasıtasıyla farklı işleri yapar, bir ölçüde zaman ve mekânın kayıtlarından kurtulup ruhun hayat tarzına yaklaşmış olurduk.

İşte bu mühim sır, her insanda aynı ölçüde inkişaf etmediği için Cenâb-ı Hakkın bütün isim ve sıfatlarında bulunan nurâniyet sırrını tam olarak anlamakta zorlanıyoruz. Hatta bir takım sorularla, durum içinden çıkılmaz bir hâl alıyor. İmana ve inanca dair şüpheler meydana geliyor. “Allah bir tek zât iken, yüzlerce, binlerce hadiseyi aynı anda nasıl yapıp, nasıl idare ediyor?” gibi sorularla zihinler karışıyor. Halbuki nuraniyet sırrı tam olarak idrak edilse, Cenâb-ı Hakk’ın bütün isim ve sıfatlarında ‘nurâniyet sırrına’ sahip olduğu bilinse problem kalmayacak.

Evet, Allah bütün isim ve sıfatlarında nurânîdir. İlmi nuranîdir, Kudreti nuranîdir, İradesi nuranîdir, Hikmeti nuranîdir. Bir, bin, milyon ve sayısız işleri bir anda yapar. Hiçbir iş bir diğerine mani olmaz. Bütün mahlukatının keyfiyetlerini İlmiyle bilir, İradesi ile tanzim eder, Kudretiyle inşâ eder. Nuranî olan Kudretinde bölünme yoktur. Bir atomun zerrelerini inşâ ettiği gibi, aynı kudret ile kâinatın zerreleri olan güneşleri, yıldızları ve galaksileri yaratır ve vücut sahasına getirir. Bütün canlılara hayat verir ve sayısız mahlukatının hayatlarını aynı an ve zamanda devam ettirir. Hiçbir iş hiçbir işine mani olmaz.

Nasıl ki nuraniyet sırrına bir miktar sahip olan Güneşimiz, karşısına gelen şeffaf cisimlerin aynasında ısısı ve ışığıyla bir anda gözükür, her birinde parlak yansımasını gösterir, aynen öyle de Cenâb-ı Hak da nurânî olan tüm isim ve sıfatları ile mahlukat aynasında cilvelerini gösterir. Bütün isim ve sıfatları ile bütün kâinata teveccüh ettiği gibi, aynı isim ve sıfatlarla bir kuluna da teveccüh eder. Muhammed Aleyhisselâm gibi bir kulunu kâinat kadar, belki ondan daha sanatlı yaratabilir ve yaratmıştır da. Hatta bu Habibini de (asm) nuraniyet sırrının bir aynası yapar, ümmetinin bütün selâm ve duâlarını aynı anda işittirir, Haşir meydanında bütün ümmeti ile aynı anda görüştürür ve konuşturur. Yine aynı şekilde Cennetine aldığı mü’min kullarını da nuraniyet sırrının tecellisine mazhar eder. Bu ebedî saadet yurduna giren kullarını aynı anda yüzlerce dost ve akrabası ile buluşturup, yüzlerce nimetten aynı anda istifade etmesinin yolunu açar.

İşte bu misâller, nuranîyet sırrının bir nebze olsun açıklamasıdır.

Halil AKGÜNLER

21.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri