Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 17 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Kâfirlere de Kıyâmet Günü şöyle nidâ olunur: "Allah'ın gazabı, bugün birbirinizi suçlayarak kendinize duyduğunuz gazaptan daha büyüktür. Çünkü siz, imâna çağırıldığınız zaman inkâr edip duruyordunuz."

Mü'min Sûresi: 10

17.04.2008


“Dünyanın en güçlü kitabı: Kur’ân”

Hayatımızın tam ortasına oturttuğumuz ve hükümleri doğrultusunda hayatımızı şekillendirdiğimiz Kur’ân-ı Kerîm’in değeri, inananlar için şüphesiz paha biçilmez. Kur’ân-ı Kerîm’i tarif etmek, medh ü senâ etmek için tüm kelimeler yetersiz. Bu yüzden bizâtihî Kur’ân’ın tarifiyle, Âlemlerin Rabbi’nden gelen, insanları hidayete eriştiren ve hakkı batıldan ayıran, sonsuz hikmetler yüklü, sonsuz derecede kerîm bir ezelî kelâmdır Kur’ân.

Bediüzzaman’ın tarifiyle, Kur’ân-ı Azîmüşşan, yüksek belâgatı, harika fesâhatıyla, Mele-i Âlâ’dan yeryüzüne indi. Arapların medâr-ı iftiharları olan ve bilhassa Kâbe duvarında teşhir edilmek üzere altın suyu ile yazılmış muallakat-ı seb’a ünvanıyla anılan, en meşhur ediblerin en beliğ ve en fasih eserlerini iftihar listesinden sildirtti.

Asr-ı Saadet’in en parlak ediblerinden Hassan bin Sabitler, Hansalar, Ka’b bin Malikler, Lebidler ve daha niceleri Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlü ile kalemlerini ebediyyen kırdılar. Kur’ân’a bir nazîre getirmekten âciz kalan bu dev ediblerin aczleri meydana çıktı ve Bediüzzaman’ın nefis tâbiriyle, bunların aczlerinden i’câz-ı Kur’ân’ın güneşi tulû etti.

İnananlar için Kur’ân, Âlemlerin Rabbi nâmına bir İlâhî hitabdır. Yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle, bütün kâinatin sahibi, bütün mahlukatın Halıkı namına bir ezelî konuşmadır. Hakîm, Kerîm ve Rahîm bir Rabbin Kelâm-ı Ezelîsi olarak rahmet yüklüdür. Furkan’dır ve Mu’cizü’l-Beyan’dır. Dolayısıyle sözler ona göre söylenmeli, hayatlar ona göre hayatlandırılmalı, düşünceler onunla güzelleşmelidir. Kalbler ona yönelmeli. Huzur ve refah onda aranmalı.

Bundan bir kaç ay önce, kapak konusu olarak “Dünyanın en güçlü kitabı: Kur’ân” başlığı ile yayınlanan Der Spiegel dergisinde Kur’ân hakkındaki birtakım yazılar ilgimi çekti. Almanya’da geniş bir okuyucu kitlesine sahip olan Spiegel dergisi, bundan aylar önce yine İslâm hakkında yayınlamış olduğu yazıların yanında, bu defa da Kur’ân’ı tema yaptı. Yayınlanan makalelerin tümünü tercüme etmeyip sadece bir kaç önemli noktaya deyinmek istediğimden kısaca bir tercüme yaptım.

Dergideki makalede ifade edildigine göre;

“Dünyada en çok sayılan, korkulan ve aynı zamanda sûistimale uğrayan kitab Kur’ân-ı Kerim’dir. Kur’ân dünyanın en güçlü kitabı olmakla beraber, hâlâ hükümleri binlerce Müslümanın hayatını şekillendirmektedir. Kur’ân İncil’den çok daha kapsamlı ve sıkı. Kur’ân, üstün belagat ve fesahat ile sırlarla dolu bir kitabdır. Kur’ân bazan mânâ yüklü sırlı ifadelere, bazan ise bir mü’minin hayatındaki güncel kurallara yer verir.

“Kur’ân bazan yumuşak, bazan sert hükümleri ile dünyanın en güçlü kitabıdır.

“Senegal’den Sumatra’ya, Somalia’dan Xinjianga’ya kadar binlerce Müslüman, Allah’a itaat ederek, Mekke’ye doğru yönelerek, Kur’ân’ın ilk açılış sûresi olan Fatiha ile namazlarına başlıyorlar: Bismillahirrahmanirrahim. Rahman ve Rahîm olan Allahin ismi ile. Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur…

“2006 yılında Tevrat ve İncil 400 milyon defa bastırıldı. İncil ve Tevrat, dünyada en cok basılan kitap olarak dünya rekoru kırmasına rağmen, Kur’ân bu rakama kolaylıkla ulaşıyor. Suudi Arabistanlı Fahd matbaasının ifadesine göre yalnız bunlar, yılda sekiz milyonun üzerinde Kur’ân bastırıyor ve Mekke’ye gelen her ziyaretçiye ayrıca bir Kur’ân hediye ediyor. Nitekim sırf Arap dünyası değil, dünyanın her bir tarafinda yaşayan birçok Müslüman ve gayr-i müslimler Allah’ın Hz. Muhammed’e neler söylediğini ögrenmek istiyor.

“Çölde doğan İslâm dini bugün batı Avrupa’daki on beş milyon göçmen ve mühtedinin hayatını şekillendirmektedir. Batı Avrupa’da hiçbir dinî topluluk bu kadar hızlı gelişmemektedir.

“Allah’tan korkmanın bir simgesi olarak Kur’ân, Washington’daki kapitolde gördügü saygıyı, Bağdat’ta idam sehpasında da görüyor. 4 Ocak 2007 tarihinde, Amerika’nın ilk Müslüman milletvekili, Afrika kökenli Amerikalı demokrat Keith Ellison’ın memuriyete giriş için, 3. Amerika Başkanı Thomas Jefferson’ın Kur’ân’ın üzerine yemin etmesi gösteriyor ki, ne Amerika İslâmdan korkmalı, ne de Müslümanlar Amerika’dan.

“Aynı mesajı, idam sehpasında ipi boynuna atılan Saddam Hüseyin de verdi. Bir zamanlar çok güçlü ve zengin diktatörün, ölüme giderken elindeki tek varlığı Kur’ân’dı. 30 Aralık 2006 tarihinde, idam edilecegi gün hakime son arzusunu söyledi: ‘Elimdeki Kur’ân’ı, onu saygı ile muhafaza edecek bir dostuma verin.’

“Kur’ân-ı Kerîm, yani saygıdeğer, değerli Kur’ân mânâsında, İslâm âlemi tarafindan kayıtsız şartsız saygı görüyor. Müslümanların Kur’ân’a gösterdikleri bu saygıyı, Avrupalılar görünce şaşkınlık içinde kaldıklarına dair Princeton-profesör Michael Cook, birkaç örnek gösteriyor. 19. yüzyılda Mısır’ı ziyaret eden bir İngiliz oryantalist şöyle diyor: ‘Müslümanların Kur’ânlarını hiçbir zaman bel aşağısında taşıdıklarını görmedim.’ Almanya’da İncil çoğu zaman okunmayıp, raflarda tozlanıyor. Bunun aksine Kur’ân, şarkta hâlâ büyük rağbet görüyor.

“Goethe, Batı Doğu Divanı adlı eseri için Kur’ân’ı incelediginde, itiraf ediyor: ‘..Kur’ân beni cezbediyor, hayretler icinde bırakıyor ve Kur’ân’a saygı gösterilmesi gerekiyor.’”

Cenab-ı Hakk’ın ezelî hitabı olan Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı okumalıyız, anlamalıyız ve yaşamalıyız. İnandığımız kitap doğrultusunda doğru yaşamalıyız ki, yanlışlara yer kalmasın. Zîrâ Kur’ân’ı bizzat hayatında yaşayarak gösteren ve bu yüzden “Onun ahlâkı Kur’ân’dı” diye tarif edilen ümmî nebî (asm), bütün insanlık tarihine manidâr ubudiyet örnekleri sunmuştur. Zira bütün güzelliklerin kaynaği Kur’ân’dır. Cenâb-ı Hakk’ın cümlemizi Kur’ân’ın çizdiği istikametten ayırmaması ümidiyle...

TUĞBA AKTAŞ

17.04.2008


Diyarlar değişse de, hakikatler aynı…

Bir Cuma dersi için daha hazırlanıyoruz... Dersten önce evimizi, gelecek olan dostlarımız için düzenlerken, Tornado’nun (kasırga) işaretleri olan gökgürültüsü, şimşek ve ardından şiddetli bir yağmur başlıyor.

“Bu hafta derse katılım az olacak” diye içimden geçiriyorum.

“Neyse, biz hazırlığımızı yapalım, gelen arkadaşlarla tefekkür dünyamıza bu Celâlî isimlerin aynaları olan olayları da katarız. Hem sohbetimiz tatlanır, hem de aklımız boş bir korku yerine Esmâ-i Hüsnâları tahattur ederek gerçek vazifesini de yapmış olur...”

Bu düşüncelerle evimizi misafirlerimiz için hazır hale getiriyoruz.

Sahip olduğu bütün kuvvetiyle, dünyaya sarılmış bir toplum içerisinde yaşamak, hakikaten insanı nefes alamaz bir hâle sokuyor. İnsan, kaldıramayacağı bir mânevî ağırlığı bu ortamda omuzlarında buluyor. Bu yükü yere koyup üstüne oturma rahatlığı ise, bu koşuşturmaca içerisinde insanın aklından uzaklaşan bir fikir oluyor.

Derslerimizden önceki hasbihâlimiz ve dersten sonraki muhabbetler bunun en güzel göstergeleri oluyor. İlki, dünyanın bütün yükü omuzlarımızdaymış gibi feryatları, dert yanmaları yansıtırken; derslerimizden sonraki kelimelerimizin her birinde kulluk şuuruyla bezenmiş, teslim olma rahatlığını barındıran, ümide bandırılmış baldan tatlı sözcüklere şahit oluyoruz. Tortular zemzemle yıkanıyor, kalbe sinmiş olan zakkum kokuları gül suyuyla yıkanıp arındırılıyor.

Kur’ân hakikatlerine muhatap olduğumuz kıt’alar değişse de, ruhumuzda canlandırdığı yüksek hakikatler aynı oluyor.

Aklî ve ruhu baskı altında bırakan olayların süzgecine takılmayan Risâle cümleleri, Hakikat-i Kur’âniye sıcaklığını, derecesi arttırılmış ‘şefkat dolu bir şiddetle’ hissettiriyor. Kalbe inene kadar, ruha dokunana kadar önüne çıkan tortuları dağıtarak iniyor ve yerine oturuyor.

Gözlerimiz önünde çöken mimsiz bir medeniyetin, ruhlara yaptığı zulme şahit olmak nefsin iknâsını kolaylaştırıyor. Kur’ân’ın asra bakan yüzü, bilinç düzeyi artmış bir şekilde yudumlanabiliyor.

Evet dostlar, bulunduğumuz bölgede geçtiğimiz günlerde Tornado vesilesiyle Kâinatın Sultanı, insanın ne kadar aciz olduğunu haşmetli bir şekilde gören gözlere, basireti açık olanlara bir kez daha gösterdi. Şehrin sirenleri çalarken Onuncu Söz’deki mânâları yudumlamaya gayret ediyorduk.

Risâle-i Nurların Anadolu insanının gönlünde yer tuttuğunun bir göstergesi olarak da, çalan sirenlere, şimsek ve yağmura rağmen gönül dostlarımızla yine beraber olduk. Çaylarımızı yudumladık; artık bir Anadolu klasiği olan ‘kırmızı kitap’lardan okuduk. ‘Cihad-ı ekber’de ihtiyacımız olan mânevî bataryalarımızı güçlendirmenin hazzıyla, sıcak bir kucaklaşmayla vedalaştık. Anadolu’nun sıcaklığını Risâle-i Nurlarla Amerika’ya taşıdık ve hissettik.

Nur’un gönüllere ulaşmasında hizmetkârlık etmiş vefat eden bütün Nur kahramanlarına rahmet diliyor, merhum Zübeyir Ağabeyi de rahmetle anıyoruz.

SAİD HAFIZOĞLU

17.04.2008


“Dinde zorlama yoktur” âyetinin şemsiyesi

ÜÇÜNCÜ VEHİM: Bu cemiyetin, tefrikadan ve başkalarına tevlid-i ye’sden başka ne faydası var?

Elcevap: Bu, tefrik değil, tevhiddir. Ye’s değil, ümit verir. O hakikat-ı uzmâ ki, nısf-ı küre-i arzda meknuz-u uruk-u zeheb gibi bir köşesini keşif ile tecellî etmiş yeni bir şu’ledir. Bahr-i Umman bir testide sığışmadığı gibi, İttihad-ı Muhammedî de Volkan idarehanesinde veya İstanbul’da sıkışıp kalmayacaktır. Belki şimdiki kuvveden fiile çıkmış bir parça İttihad-ı Muhammedî, karu’l-âsâ gibi ikazdan ibarettir. Hem de o derece uzun ve müteselsil ve merâkiz-i İslâmiyeyi birbirine rabteden silsile-i nuraniyi ihtizaza getirmekle, onunla merbut umum mü’minleri, İ’lâ-yı Kelimetullahın bu zamanda en büyük vasıtası olan maddeten ve mânen terakkiyata bir şevk ve âmir-i vicdânî ile sevk etmektir. Zira istibdat ve tahakkümden tahallus, hâhiş ve şevk-i vicdanî ile sevk olur. Halbuki binde bir tane münevverü’l-fikirdir; vicdanen mütehassis oluyor.

Hiss-i dîn ile olsa, ehass-ı havâs ve en âmi, hiss-i din ile mütesâviyen tarik-i terakkîde münevverü’l-fikir gibidirler. Hem de tenvir-i fikre sebep olan mârifet-i âmm veya medeniyet-i tâm bizde olmadığı için, nûru’n-nur olan dîn-i İslâmı menar etmeliyiz. Tâ âheng-i terakkî muhtell olmasın.

Dördüncü vehim: İçimizdeki gayr-i müslimler ürkecekler veya bahane tutacaklar.

Elcevap: Bahane tutmak çocukluktur ve hâinliktir. Ürkmek ise cehalet veya tecâhüldür. Zira gayr-i müslimler kurûn-u vustâda ve vahşi oldukları zamanlarda, ferman-ı “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara Sûresi, 2:256.) ile bu kadar edyan ve akvâm-ı muhtelife medeniyet-i İslâmiyede masun kaldıklarından, İslâmiyetin ulüvv-ü cenabı ve gayr-i müslim tevehhüm ettikleri mahzurun ademi, güneş gibi tezahür ediyor. Hem de gayr-i müslimlerin selâmeti vatanın saâdeti iledir. Ve meşrutiyetin devamı, ruhu, nokta-i istinadı ve mürşidi, şeriat ve milliyetimiz olan İslâmiyet olduğundan gayr-i müslimler bu ittihaddan ürkmek değil, takdis ve ünsiyet etmek lâzımdır.

Beşinci vehim: Ecnebîlerin bundan tevahhuş etmek ihtimali var.

Elcevap: Bu ihtimale ihtimal verenler mütevahhiştir. Zira merkez-i taassuplarında İslâmiyetin ulviyetine dair konferanslarlaHAŞİYE takdis etmeleri bu ihtimali reddeder. Hem de düşmanlarımız onlar değil; asıl bizi bu kadar düşürüp i’lâ-yı kelimetullaha mâni olan ve cehalet neticesi olan muhalefet-i şeriattır. Ve zaruret ve onun semeresi olan su-i ahlâk ve harekettir ve ihtilâf ve onun mahsulü olan ağraz ve nifaktır ki, ittihadımız bu üç insafsız düşmana hücumdur.

Amma ecnebîlerin vahşî oldukları kurun-u vustada, İslâmiyet vahşete karşı husumet ve taassuba mecbur olduğu halde adalet ve itidalini muhafaza etmiş. Hiçbir vakit engizisyon gibi etmemiş. Ve zaman-ı medeniyette ecnebîler medenî ve kuvvetli olduklarından, zararlı olan husumet ve taassup zâil olmuştur. Zira din nokta-i nazarından medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Ve İslâmiyeti, mahbup ve ulvî olduğunu, evâmirine imtisalen ef’al ve ahlâk ile göstermekledir. İcbar ve husumet, vahşîlerin vahşetine karşıdır.

Haşiye: Bismarck ve Mister Carlyle gibilerin malûm beyanatlarına işaret eder.

Hutbe-i Şamiye, s. 100

akvâm-ı muhtelife: Muhtelif milletler.

edyan: Dinler.

karu’l-âsâ: Sopa vurmak.

kurûn-u vustâ: Orta çağ.

masun: Dokunulmaz, korunmuş, emin.

meknuz-u uruk-u zeheb: Altın madeni kaynağı.

menar: 1- Nur yeri. Fener kulesi. 2- Yol işaretleri.

merâkiz-i İslâmiye: İslâmî merkezler.

muhtell: Bozuk, berbâd, karışmış.

mütesâviyen: Aynı derecede, eşit olarak.

nısf-ı küre-i arz: Dünyanın yarısı.

tahallus: Kurtulma.

tecâhül: Bilmezlikten gelme, bilmiyor görünme.

tenvir-i fikr: Fikirlerin aydınlatılması.

tevlid-i ye’s: Ümitsizlik doğurma.

17.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri