Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Dereceleri yükselten ve Arşın sahibi olan Allah, kavuşulacak gün olan kıyâmetten insanları sakındırmaları için, kullarından dilediğine, Kendi emrinden olan vahyi gönderir.

Mü'min Sûresi: 15

23.04.2008


Siyah Nur

Arkadaşlarla beraber elimizden geldiğince yazıyoruz. Arkadaş derken neyi mi kastediyorum? Akıl, kalp, ruh gibi her biri benden bir parça olan ve devamlı yanımda bir dost gibi hayat yolculuğunda bana yoldaş olan arkadaşlarımı kastediyorum.

Beraber olunca çok güzel oluyor bu iş. Tek başımıza kaldığımızda aradığımızı bulamıyoruz. Onun için beraberce yazıyoruz. Yani ‘Ben yazı yazıyorum’ diyemiyoruz.

Bazı zaman bu işin kaygılarını da yaşıyoruz. Hele güzel bir çalışmanın meyvesi olarak aldığımız tebrik ve takdirler karşısında bir hayli heyecanlanıyor ve bir taraftan da endişeleniyoruz. İnsanlar bizi bu işin bizzat kaynağıymış gibi bilip tebriklerini vasatın biraz üstünde yağdırdığında heyecanlanıyor ve nefesimizi kursağımızda zor tutuyoruz. Zira bir güzellik varsa bunun güzeller güzeli olan, Cemâl-i Bâkî’ye ait olduğuna inanıyoruz.

“Ben üzümün kuru çubuğu hükmündeyim” diyen kutlu bir zâtın ihlâs ve hikmet dolu sözünü onlara izah etmeye çalışıyoruz. Zira bu takdirler ve tebriklerin ardında ortaya çıkabilecek şöhretin kaygan bir zemin ve şeytanın mühim bir desisesi olduğunu biliyoruz.

Bizim arkadaşlardan akıl, bu yazı işini bir ‘değirmen’e benzetiyor. “Değirmeni kurmayan ekin aramaz” diyor. Yazı yazmaya olan niyetin de ‘kâinattaki mânâları arayış’ olduğunu vurguluyor. Kalb ise, akıl kardeşin bu yorumuna katılmakla birlikte ona dikkatli olması gerektiğini söylüyor. Niyetin de ‘hâlis’ olması gerektiğini ihtâr ediyor.

İkisi el ele verdiğinde “kâinattaki nakışları ve esmâ hazineleri serpilmiş, bir nebze de gizlenmiş O ebedî san’âtkârın isimlerini okuma arayışı ve okunan isimler karşısında hayretini, acziyetini ifade etmek san'atı” olarak tanımlıyorlar yazmayı, kendilerince. Bu tanımlama, Rabbimizin kâinatı yaratma gayesine de uygun düşüyor.

Kimi zaman yaşadığımızı yazıyoruz. Nefsimizle olan o çetin muhasebede elde kalan kazançlarımızı yazıyoruz. Bazen de oluyor ki, ulaşamadığımız, arayıp da bulamadığımız, olmamız gereken ufuklarımızı, ümitlerimizi yazıyoruz. Bir nev'î duâlarımızı, kâğıdın aynasında resmediyor, böylece duâ ufkumuzu genişletiyor, sizlerin de duâlarımıza âmin demenizi ve bize mânevî bir dost olmanızı istiyoruz.

Meselâ; bir yazımızda “ … seherin aydınlığında Rabbimizin isimlerini, tecellîlerini hissetmek nâmına, seherin limanına yanaşıyor, güneşin burnunu göklere diktiği zamana kadar nefes nefes seheri, Rabbimizin isimlerini, tecellîlerini solukluyoruz” diye yazdığımızda, bir okurumuzdan “Maşallah, seher vaktinde hiç uyumuyorsunuz gâliba?” gibi sözler işittiğimizde, “Hey, biraz yavaş diyoruz. Bizim de gün doğmasına rağmen karanlıkta kaldığımız zamanlar oldu. Sabahın bereketli vaktinde, rızkımız dağıtılırken o kutlu sofraya ulaşamadığımız günler oldu” diyor ve ‘acz’den, ‘fakr’dan yoğrulmuş bir fıtratta olduğumuzu, mükemmel olmadığımızı hatırlatıyoruz.

Her yazıyı bir sözleşme biliyor, aradığımızı yaşamak için bu sözleşmenin sorumluluğuyla bir nebze teşvik olunuyoruz. Bununla beraber geçenlerde okuduğumuz müjdeli bir sözün şevkiyle yazıyoruz. Bakın ne diyor veciz sözlerin nurlu hatibi:

“…böyle zamanda hakâik-i imâniyeye ve esrâr-ı şeriât ve Sünnet-i Seniyyeye hizmet eden mübarek, hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeplerin bir dirhemi, şühedânın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size fayda verebilir. Öyleyse onu kazanmaya çalışınız.” (Lem’alar, s. 171) Bu sözü kudsî bir gayeye giden yolda bir müjde olarak görüyor, ihlâs için de duâ ediyor ve yazıyoruz.

Efendim, sizi fazla usandırmayalım isterseniz. Şu sözlerle size, yazdığımız duâlara âmin demenizi, bize ihlâs için duâ etmenizi istiyor ve Allah için yazanlara selâm ediyoruz!

Yazmak; olmaların, emellerin, ufukların duâsı…

Yazmak, mânâların harmanlandığı değirmen, kâinat kitabındaki bir mânâ arayışı…

Yazmak, bizim arkadaşların hasbihâli, bizim arkadaşların buluşma noktası…

Yazmak, Siyah Nur’un aktığı o derûnî yol ve hâlis olmanın duâsı…

CİHAN CAMBAZ

23.04.2008


Fahr-i Kâinat ne istiyor?

On Üçüncü Reşha: Acaba bütün efâzıl-ı benîâdem’i arkasına alıp, arz üstünde durup, Arş-ı Âzama müteveccihen el kaldırıp duâ eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın Fahr-i Kâinat ne istiyor?

Bak, dinle; saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, Cennet istiyor. Hem, merayâ-i mevcudâtta ahkâmını ve cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor. Hattâ, eğer rahmet, inâyet, hikmet, adâlet gibi, hesapsız o matlûbun esbâb-ı mûcibesi olmasa idi, şu zâtın tek duâsı, baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen şu Cennetin binâsına sebebiyet verecekti.

Evet, nasıl ki onun risâleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi; öyle de, onun ubûdiyeti dahi, öteki dârın açılmasına sebeptir. Acaba ehl-i akıl ve tahkike “İmkân dairesi dahilinde, şu andaki durumdan daha güzel yoktur” (İmam-ı Gazalî) dediren şu meşhud intizam-ı fâik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at ve misilsiz cemâl-i Rubûbiyet, hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki, en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip ifâ etsin, en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa hâşâ; böyle bir cemâl, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz.

Yâhu, ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa yüz sene şu zamanda, şu cezîrede kalsak, yine o zâtın garâib-i icraatını ve acâib-i vezâifini, yüzden birisine, tamamen ihâta edip, temâşâsında doyamayız. Şimdi, gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak, nasıl her asır, o şems-i hidâyetten aldıkları feyiz ile çiçek açmışlar; Ebû Hanife, Şâfiî, Bâyezid-i Bistâmî, Şâh-ı Geylânî, Şâh-ı Nakşibend, İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor. Meşhudâtımızın tafsilâtını başka vakte ta’lik edip, o mu’ciznümâ ve hidâyetedâya bir kısım kati mu’cizâtına işaret eden bir salâvât getirmeliyiz:

“Rahmân-ı Rahîm olan Allah’ın, Furkan-ı Hakîmi Arş-ı Azîmden üzerine indirdiği zât olan Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.) ümmetinin iyilikleri adedince milyon salât ve milyon selâm olsun.

“Risâletini İncil, Tevrat ve Zebûr’un müjdelediği; nübüvvetini doğduğundan hemen önce ve doğumu ânında meydana gelen hârikulâde hallerin, cinnî hâtiflerin, insanlardan evliyâ ve kâhinlerin haber verdiği; işaretiyle ayın ikiye bölündüğü Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.) ümmetinin alıp verdiği nefesler sayısınca milyon salât ve milyon selâm olsun.

“Çağırmasıyla, ağaçların, yanına geldiği, duâsıyla yağmurun sür'atle yağdığı, bulutun sıcaktan korumak için başında gölge yaptığı, bir kilelik yiyeceğinden yüzlerce insanın doyduğu, parmakları arasından suyun üç defa Kevser gibi aktığı; Allah’ın kertenkeleyi, ceylanı, kuru hurma direğini, koyun paçasını, deveyi, dağı, taşı ve çakıl taşlarını onun için konuşturduğu; Mi’racın ve, ‘Göz ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı’ (Necm Sûresi: 17.) âyetinin sahibi Efendimiz ve şefaatçimiz Muhammed’e, (a.s.m.) ilk indiği andan itibâren Kıyâmete kadar Kur’ân’ın, her okuyanın okuduğunda hava dalgalarının aynalarında Allah’ın izni ile temessül eden her kelimesindeki her harfi sayısınca salât ve selâm olsun. Bu salâvâtların her birisi hürmetine bizi bağışla, bize merhamet et, ey İlâhımız! Âmin.”

Sözler, 19. Söz, s. 218 (yeni baskı, s. 379-81)

efâzıl-ı benîâdem: İnsanoğlunun faziletlileri.

Arş-ı Âzam: Allah’ın arşı, en yüce makam.

şeref-i nev-i insan: İnsan nev'inin şerefi.

ferîd-i kevn ü zaman: Bütün zaman ve mekânların benzersiz olanı.

bihakkın: Hakkıyla.

Fahr-i Kâinat: Kâinatın kendisiyle övündüğü zât olan Peygamberimiz (asm).

saadet-i ebediye: Sonsuz saadet.

beka: Sonsuzluk.

lika: Kavuşmak.

merayâ-i mevcudât: Mevcudat aynaları.

ahkâm: Hükümler.

esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın kusursuz, noksansız ve yüce isimleri.

23.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri