Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allah'ı bırakıp da, kıyamete kadar kendilerine cevap veremeyecek olanlara duâ eden kimseden daha sapık kim vardır? Yalvardıkları şeylerin, onların duâsından haberi bile yoktur.

Afkaf Sûresi: 5

25.06.2008


Neş'eli kış dersine fütur gelmesin

Aziz kardeşlerim, bahar ve yazın meşgaleleri, hem gecelerin kısalması, hem şuhûr-u selâsenin gitmesi ve ekser kardeşlerimin bir derece hisse alması ve daha sair bazı esbabın bulunması, elbette bir derece neş’eli kış dersine fütur verir. Fakat onlardan gelen fütur size fütur vermesin. Çünkü o dersler, ulûm-u imaniyeden olduğu için, bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus, siz daima bir-iki hakikî kardeşi de bulursunuz.

Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenâb-ı Hakkın zîşuur çok mahlûkatı vardır ki, hakaik-i imaniyenin istimâından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur.

Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i imaniye, zemin yüzünün bir manevî ziyneti ve medar-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş:

“O Zâtın adıyla ki, semâvat kendisini yıldızların, güneşlerin, ayların ve gezegenlerin kelimeleriyle tesbih eder. Göklerdeki yıldızların sayısınca, Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi sizin ve kardeşlerinizin üzerine olsun.”

Yani, semâvât zemine gıpta eder ki, zeminde hâlisen lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için, bir-iki adam, bir-iki nefes, yani bir-iki dakika beraber otururlar, kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı san’atını birbirine göstererek Sânilerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.

Hem de ilim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi, her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibarıyla inşaallah o cümledendir.

Bütün kardeşlerimize birer birer selâm ediyorum. Zannederim mufarakat ihtimalinden, ikimizden ziyade Hakkı Efendi kardeşimiz, daha ziyade sevap kazanmak emâresi olarak, daha ziyade müteessirdir. Fakat Cenab-ı Hak hakkımızda çok emarelerle inayet ve rahmetini gösterdiğinden, surî iftirakımız vuku bulsa, bir eser-i inayet ve rahmet olduğunu telâkki etmeliyiz.

Rabian: Sizin gibi hakikate yetişmiş ve hakikatteki hakikî tesellî ve esaslı sevinci bulmuş zatlara, envâr-ı imaniyenin ve esrar-ı Kur’âniyenin neşirlerine karşı ehl-i dalâletin ve şeytanların desâisle tehacümünden neş’et eden müşkülât ve gam ve kedere karşı sabır ve metanet et ve hüzün ve merak etme demeye ihtiyaç hissetmem.

Hem her vakit beklediğim, ehl-i zındıkanın bana hücumu gayretli talebem, cesaretli biraderzadem olan uhrevî kardeşimden başlaması muhtemel olmakla beraber, hıfz-ı Kur'ânî her müşkülâta galip ve lezzet-i hizmet-i imaniye her kederi unutturur itikadında olduğumdan, seni teşcî ve teşvike lüzum görmem.

Barla Lâhikası, s. 143-144

şuhûr-u selâse: Üçaylar.

esbab: Sebepler.

fütur: Usanç, tembellik.

ulûm-u imaniye: İmanî ilimler.

zîşuur: Şuur sahibi.

hakaik-i imaniye: İman hakikatleri.

istimâ: Dinleme.

müstemi: İşiten, dinleyen.

mütefekkirâne: Tefekkür ederek.

sohbet-i imaniye: İmanî sohbet.

hâlisen lillâh: Allah için ve ihlâsla.

âsâr-ı rahmet: RAhmet eserleri.

âsâr-ı san’at: Sanat eserleri.

Sâni: Herşeyi sanatla yaratan Allah.

mufarakat: Ayrılık.

inayet: Yardım.

surî: Görünüşte, hakiki olmayan.

iftirak: Ayrılık.

envâr-ı imaniye: İman nurları.

esrar-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın sırları.

desâis: Desiseler, aldatmacalar.

tehacüm: Hücum.

neş’et: Doğma.

25.06.2008


İsm-i Rahman ve Rahîm akisleri

Antalya’daki cümle şefkat kahramanlarına…

Şefkat… Esirgeyerek sevme, içten ve karşılıksız merhamet, karşılık beklemeden yardım etme ya da yürekten muhabbet besleme kavramlarıyla anlamlandırılan bu mefhum, Esmâ-i Hüsnâ’dan ism-i Rahman ve Rahîm’in kâinatı kuşatan birer âyinesi olarak başlangıcı bilinmeyen zamanlardan itibaren bilâfasıla akisler düşürmektedir her bir zîhayatın gündemine…

Kâinattaki her bir deveran, durum, olay, bakış kısaca her şey bir esmâya işaret eder, ona bir yoldur, hikmetini anlamak için üzerine eğilen merak ve hayretle yoğrulmuş seyyah gözlere… Belki de yaratılış gayesi, bu amaç üzeredir… Her saniye nakış nakış işlenen milyarlarca karenin ortak bir dil olup insanoğluna yaptıkları dâvetin sesidir; gel ey, düşünen, aklı başında olan, yeryüzünün aziz ve nazenin misafiri… Beni de gör… Gör ki Rabbin sıfatlarıyla, fiilleriyle seninle konuşuyor… Gör; bu, merhametin, karşılıksız sevmenin ta kendisidir…

İşte bu manidar dâvete icabeti gaye-i hayalleri yapabilen bahtiyarlar, her bir nakşın refakatinde adım adım bir esmaya yaklaşma, onunla boyanma ve nihayetinde bu kutlu tedristen geçen edepli bir talebe olarak mücellâ bir ayna kesilip yansıtmaya başlayacaktır varlığına binler hikmetle yerleştirilen nice manidar cihazları…

Sözlerinden her daim hayır gördüğümüz hakikat erlerinin dillendirdiği bu hakikatler ışığında diyebiliriz ki; Rahman ismi yaratılan her şeye dokunur… Hiçbir şey bu dairenin dışında tasavvur edilemez… Aynen öyle de kâinata esmâ eksenli bakabilenler, her bir şeyi yürek dairelerine alabilir, sever sevilmeye lâyık görür… İşte ancak o zaman, en sıkıntılı anlarda dahi muhatabına bedduâ çıkmaz ağızlardan, affedebilmenin en üst perdesi bu olsa gerektir… Onlardaki bu hâl, bir menfaat söz konusu olunca husûle gelen riyakârâne bir durum da değildir; mutlak merhamet sahibinin havadaki oksijen oranını her saniye mutlak kudretiyle koruyor olması, küçük büyük ayrımına girmeden her canlının hayat hakkını muhafaza etmesi ve ne kadar zalim ve cahil de olsa insanoğlunun rahmet sınırlarının dışına itilmemesidir istinad noktaları…

Öte yandan, şefkatin içtimâî hayattaki yansımaları da yabana atılacak cinsten değildir. Şefkatin ücret istememesi ve şumüllendirilebilir olması, bire binleri feda etmeyi gerektiren aşktan en keskin sınırlarla ayrıldığı bölgedir. İşte yıllar öncesinden yazdığı toplumsal meselelere ilişkin çıkarımları aynıyla ortaya çıkan ve bu noktada yaşanan badireleri atlatmanın şifrelerinin sunulduğu kitaplarının çeşitli çevrelerce dikkatle irdelenmeye başlandığı Bediüzzaman Hazretlerinin bu konudaki tesbitleri:

“Hem, şefkat pek geniştir. Bir zat şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara, hatta bütün ziruhlara şefkatini ihata eder ve Rahim isminin ihatasına bir nev'î ayinedarlık gösterir. Halbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip, her şeyi mahbubuna feda eder; yahut, mahbubunu i’lâ ve senâ etmek için başkalarını tenzil ve mânen zemmeder ve hürmetlerini kırar…”1

Aşk muhatabına kilitlenip ondan gayrısını görmeme, karşı safta telâkki etme, yani cepheleşmeyi getirirken aksine şefkat, gruplaşmaları kıran, bütünleştirici bir sloganla çıkmıştır yola… Bütün zîruhlara ulaşır bir hareket meyli, dalga dalga yayılan bir merhamet halesidir…

Yaşanılan her anda bir esmâ izine ulaşmayı hedef edinip kendini ve kâinatı okuma denemelerinde farkındalığı arttırma gayretini kuşanan ve ‘bir göz için binler gözler sevilir’ düsturuyla ism-i Rahman ve Rahîm’in ayinedarlığına talip olan bütün bahtiyarlara binler selâm, binler tebrik olsun…

Dipnot:

1- Mektubat, 8. Mektub, s. 35, Yeni Asya Neşriyat.

Ümmügülsüm KARACAN

25.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf
© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır