"Gerçekten" haber verir 06 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Dizi Yazı

Bediüzzaman ve VAN -5-

‘Said Nursî’nin ikazıyla Van ili Şeyh Said isyanına katılmadı’

KİNYAS KARTAL ( 1900-1988 )

l900 yılında Kafkasya’da doğdu. Van’da uzun yıllar Adalet Partisi'nden Van Milletvekilliği ve TBMM Başkanlığı yapmıştır. Buruki aşireti reislerindendi. Bediüzzaman Hazretleriyle birlikte 1925 yılında Anadolu'ya sürgün edilmiştir. Vefatından önce kendilerini sık sık ziyaretlerimizde Bediüzzaman'a hayran olduğunu ifade etmişti. Bediüzzaman Hazretlerinin samimî dostlarındandı. Üstad’la ilgili güzel hatıraları vardır.

Üstadın ikazlarıyla Şeyh Said isyanına katılmamıştı. Kinyas Kartal bu olayı şu şekilde anlatır:

“l926 yılında--Mart ayı başlarıydı zannediyorum, ilk günleriydi--bizi Van’dan batıya sürgün gönderiyorlardı. Önce bir ortaokul binasında toplamışlardı. Daha sonra ikişer ikişer ellerimizi kelepçeleyerek dışarı çıkarttılar. Ben Said Nursî’nin, daha önceleri Van’da ismini, faziletini ve şöhretini duymuştum. Fakat kendilerini hiç görmemiştim. İlk görüşüm, bu sürgün sırasında oldu.

“O yıllarda 25-26 yaşlarındaydım. Okuldan çıkarırken bizi kendisiyle birlikte bağladılar. Birçok nüfuzlu kimseler de Van’dan çıkartılıyordu. Van Müftüsü, Gevaş Müftüsü de bu sürgünler kafilesindeydi. Said Nursî’nin ikazlarıyla, Van vilâyeti Şeyh Said isyanına katılmamıştı.

“Göl kenarına öküz kızakları hazırlamışlardı. Mevsim itibariyle hep kar ve buz vardı.

“İlk gece, Ağrı’nın Hamur kazasında geçti. Kafile konakladı, herkes yattı. Fakat Seyda yatmamış, geceyi hep ibadetle geçirmişti. Sonra geç vakit gelip amcamların ayak ucunda bir yerde yatmıştı. Amcam, ‘Aman efendim hiç oraya yatılır mı?’ diye kendisini orada yatmaya bırakmadı.”

“Yolculuğumuz esnasında, akşamları çeşitli yerlerde konaklıyorduk. Bediüzzaman, geceleri yalnız başına bir odada kalmak istiyordu. Müfreze komutanına: ‘Beni yalnız bir odaya bırakın, geceleri kimseyi rahatsız etmek istemiyorum’ demişti. Yüzbaşı Abdülkadir Bey, bu arzusuna uyarak kendisine ayrı bir oda temin etmeye başladı.

“Seyahatımız esnasında şahit olduğum bir hâdiseyi, size bütün samimiyetimle nakledeyim: Bir askeri, kendisinin yanında vazifelendirmişlerdi. Asker bir gün yüzbaşısına gelerek şöyle dedi:

‘Ben bu zatın kapısında bekliyorum. Bundan sonra bekleyemem, çünkü kapısını ben kilitliyorum, kapı açılıyor. Namaza kalkıyor. Kendisiyle birlikte binlerce adam namaz kılıyorlar, korkarım Hoca uça!..’

“Yüzbaşı askere şu cevabı verdi:

‘Oğlum Hoca uçarsa sen de eteğine yapış, nereye giderse birlikte gidersin.’

“Galiba Ramazan’dı... Kafilede hiç kimse orucunu tutamıyordu. Müftü efendiler dahil. Tabiî Hoca (Üstad) orucunu da tutuyordu.

“Kızakları çeken öküzlerin, bir ara ayaklarının taşa takılıp kanamasıyla Bediüzzaman:

‘Beyler, inelim, öküz efendinin ayağı kanıyor’ deyince, ben cevaben:

‘Hocam biz para verdik bunların sahiplerine...’ demiştim. O zaman Seyda:

‘Oğlum, onlar bu hayvanların sahibi değil, ancak mutasarrıfıdırlar’ cevabını vermişti.

“Zigana’da Bayram münasebetiyle tatlı verildi. Kafilede Kör Hüseyin Paşa'nın fakir bir akrabası vardı. Van müftüsü Masum Efendi, bir adam için camide para toplamıştı. O zaman bronz paralar vardı. Masum Efendi toplanan bronz paraları bütün para ile değiştirmek istiyordu.

“Yine kafilede bulunan Arvasîlerden Abdullah Efendi, Bediüzzaman’a hitaben: ‘Hocam bu bronz paralardan ne çıkar? Altın çıkar da beraberce yiyelim’ dedi.

“Üstad buna şöyle cevap verdi: ‘On, on iki altınım vardır. Harcıyorum, uzun seneler devam ediyor. Ne kalmış, ne kalmamış bilemiyorum. Şimdi diyeceksiniz ki, benim kerâmetim midir? Lâ Vallah!... İki fakam (talebem) vardı, onların bereketi idi...’

“Seyda ile yolculuğumuz İzmir’e kadar devam etti. Başında bir kefiye (sarık) vardı. Alırlar, hakaret ederler diye düşünüyordum. İzmir’de Mezarlıkbaşı semtinde bir otelde, zannediyorum Abdülkadir Paşa Otelinde, iki gece kaldık. Sonra bizi Manisa’nın Muradiye kazasına verdiler. Bediüzzaman’ı da Burdur’a götürdüler.

“Yolculuk sırasında zaman zaman çeşitli sohbetler oluyordu. Kendisi sık sık, ‘Eski Said öldü’ deyince, ben de, ‘Hocam nasıl eski Said öldü?’ diye sorar ve anlamak isterdim. Bu defa bana, ‘Ben eskiden bir oturuşta bir kitap yazardım. Şimdi senelerdir bir kitap yazıyorum, hâlâ bitiremedim’ cevabını verirdi.

“Trabzon’da telâşlı bir hali vardı. Sebebini sorarak öğrendim. Yolda kızakçılardan emanet aldığı gözlüğü geri vermeyi unutmuş; gözlük kendisinde kalmıştı. Telâş ve heyecanla kızakçıları arıyordu.

“Ben Seyda’nın hayranıyım. ‘Onun dostuyum’ diyemem, buna kendimi lâyık göremem. Dostluk nerede, biz nerede, ben onun hayranıyım...”

HAYDAR SÜPHANDAĞLI

Van’da doğmuş, yine oturmakta olduğu Van’da vefat etmiştir. Şark aşiret ağalarından Kör Hüseyin Paşa’nın oğludur. Bediüzzaman Hazretleriyle birlikte Anadoluya sürgün edilenlerdendir. Vefatından önce Van’daki evinde hatıralarını anlatmış ve “Son Şahitler”de yayınlanmıştır. Merhum Haydar Süphandağlı ile birlikte uzun yıllar aynı köyde oturduğumuzdan onu çok yakînen tanıyanlardanız. Bediüzzaman Hazretlerinin samimî dostlarındandır. Babasının da Bediüzzaman’a dost olduğunu söylemiş, onu daima takdir ettiğini her sohbetinde dile getirmiştir. Mezarı Van’dadır.

CEMAL TALAY

Annesinin adı Fatma, babasının adı Cimşit olan Cemal Talay 1901 yılında Van’da doğmuştur.

Cemal Talay, Şeyh Enver Efendinin hizmetlerine bakan bir insandır. Şeyh Enver, çok ısrarla, atlar hazırlatarak Bediüzzaman’ı İran’a götürmeyi teklif ediyor; fakat Enver Efendinin bu ısrarlarına Bediüzzaman her defasında red cevabı veriyor ve;

“Siz gidin, ben gitmeyeceğim. Ben Anadolu’ya gidiyorum. Ben memnunum” diyerek yapılan teklifleri kabul etmiyordu.

Son teklifinde akşamleyin Enver Efendi, vedalaşarak ayrılıp İran’a gitti. Sabahleyin Enver Efendiyi almaya gelen memurlar, kapıda Cemal Talay’la karşılaşmışlardı. Cemal Talay, o tarihte l8 yaşında bir delikanlıydı. Enver Efendiyi bulamayan memurlar, Cemal Talay’ı karakola götürüp falakaya yatırıyorlar. Şeyh Enver’in nerede olduğunu söylemesi için kendini çok tazyik ediyorlar.

Günlerce dayak, falaka ve sıkıştırmalardan sonra netice alamayınca bırakıyorlar. Cemal Talay serbest kalınca dışarı çıkıyor. Karakolun loş karanlığından çıkan Cemal Talay diyor ki:

“O gün, o an benim kalbime yazılmıştır, o tarihi unutmam mümkün değil. Karakoldan çıktığımda, baktım kafile hareket etmiş, yavaş yavaş gidiyor. Üstad Bediüzzaman ile Müftü Masum Efendiyi birlikte bağlamışlardı. Onlar en önde gidiyorlardı. Takvimler ise, l0 Şubat l926 tarihini gösteriyordu.”

Cemal Talay, Bediüzzaman Hazretlerinin Vanlı dostlarındandır. Akrabalarından ve sülâlesinden hâlen yaşayanlar vardır.

I. DÜNYA SAVAŞI GÜNLERİ VE VAN

Cemal Talay I. Dünya Savaşı günlerini ve Üstadla beraber yaşadıklarını şöyle anlatır:

“Ermeniler, Ruslar’dan silâh yardımı görüyorlardı. Van’da konsoloslukları bulunan İngiltere, Fransa ve Amerika’nın teşvikleriyle Ruslar tarafından silâhlandırılmakta olan Ermeniler, 1915 yılı başlarında taşkınlıklarını arttırmışlardı. Ben o sıralarda 13 yaşında idim.

“Ruslar silâh yardımını gizli yollardan yapıyorlardı. Rusya’dan Trabzon limanına gönderilen ve oradan deve kervanlarıyla Van’a ulaşan şeker ve gazyağı yükleri içerisinde gönderilen yeni model silâhlarla donatılıyorlardı. Hangevenk’te (eski şehir meydanı) kervan mallarının dağıtımı yapılırdı; gazyağı tenekeleri içerisinde getirilen silâhlar da gizlice Ermeni milislere verilirdi. Ermeni isyancıların Van’daki lideri Aram Paşa idi; ancak Taşnak komitesi reisinin adını hatırlamıyorum. Hepsi de Van merkez olmak üzere toprak iddialarında bulunuyorlardı. XI. Fırka Van’da görev yapıyordu. Seferberlik dolayısıyla bu askerî kuvvetimiz Erzurum’a gitti. Bundan cesaret bulan Ermeni çeteciler faaliyetlerini arttırarak Müslüman ahaliye zulmetmeye başladılar. Fedailer, Müslüman köylere ve mahallelere baskınlar düzenliyorlardı. Onlara karşı yalnızca, Diyarbakırlı İmam Osman Hoca önderliğinde, şehirde cephe dışında kalmış olan yaşlı ve askerlik çağından küçük gençlerden mürekkep milis kuvvetlerimiz vardı.

“Şimdi o olaylardan hatırladığım bir tanesini anlatayım. Biz Ermenilerle aynı okullara giderdik. Ermeni komitacılarından olan bazı öğrenciler, Rüştü adlı bir arkadaşımızı ders çalışmak bahanesiyle kandırıp evinden alıyorlar. Okul, hükümet konağının yanındaydı. Onlar delikanlıyı Sanayi Çarşısı’nın olduğu yerdeki Isıtma Köprüsüne getiriyorlar. Irzına geçip, türlü hakaretlere uğrattıktan sonra öldürüyorlar. Ailesi ertesi gün cesedi buldular. Onun için bir de türkü yaktılar. 'Arabaya bindim belim büküldü, / Zalim atlı vurdu, kanım döküldü. / Aradım, bulamadım derdime derman, aman başıma Ferman. / Aman Mahmud Emmi kaldırın beni. / Aradım bulamadım derdime derman, aman başıma Ferman, / Kanımı kurtarmak için başıma çare.' Bizim milis kuvvetlerimiz, şimdi Van Devlet Hastanesi’nin karşısında bulunan Mahmut Ağa Kışlasında bulunuyorlardı. Ermeniler ile harp etmeden bir gün önce milislerimiz nöbetteydiler. Fakat Ermeniler geceden hazırlık görmüşler, Hükümet Konağı’nın duvarlarını delip mevzilenmişler. Milislerimiz sabah namazı için kışlanın yanında akmakta olan bir akarsuda (Kara Mehmet) abdest alırlarken kurşun yağmuruna tutulmuşlar.

“Birçok milisimiz orada şehit oldu. Artık Müslüman ahali ile Ermeniler arasında çatışmalar başlamıştı. Herkes sokaklara döküldü. Bir kargaşadır aldı yürüdü. Biz de kalktık okula gittik. İki öğretmenimiz vardı; biri Selanikli, diğeri Edirneli. Bize ‘Hadi yavrular, okul tatil oldu, helâlleşelim, belki bir daha kavuşmak mümkün olmaz’ dediler ve Ermeni kurşunlarına hedef olmamamız için ara yollardan gitmemizi tembihlediler.

“Okuldan ayrıldık, fakat biz birkaç arkadaşımızla yine eski yolumuzdan gidiyorduk. Baktık Tebrizkapı’nın orada silâh, mühimmat deposunu açmışlar, silâh dağıtıyorlar, Ermeni çetelere karşı Müslüman ahaliye. O sırada baktık birkaç Ermeni arka taraftan kaleye çıkıyor. Silâh dağıtan adama haber verdik. Elindeki cephane sandığını yere atıp Analıkız’ın olduğu yerden onlara ateş açtı. Ermeniler kaçtılar.

“2-3 Nisan 1331 tarihinde harp başladı. Ruslar da 1330'da (1914-15) henüz cepheyi yaramamışlar. Fakat Çaldıran-Bahçesaray’dan geçip askerimizi arkadan sarmışlardı. Molla Hasan Köyünde karargâh kurdular. Hatta buradan askerimize cephane silâh gönderilmek istendi ise de; malzemeyi götürmekte olan genç öğrenci ve yaşlılar soğuk sebebiyle ilerleyemediler. Onlardan birçoğu kötü hava şartları yüzünden şehit oldular. Biz de hiçbir yere hareket edemedik. Fakat baharda Ermeniler iyice azıtmışlar; 10 Mayıs 1331'de (1915) Ruslar da Van’a doğru hareket etmişlerdi. Bunun üzerine Vali Cevdet Bey’in emriyle biz de Van’dan muhacir olduk. Harp sırasında ne alınabilirse onları alarak yollara düştük.

“Ermeni zulmü öyle bir noktaya gelmişti ki, yaşlı, hasta, esir, kadın, çocuk hiç kimse kurtulamıyordu. Mezalim o derecede ki, baş destekçileri olan Ruslar bile, Ermenileri bu tür hareketlerden men etmeye uğraşıyorlardı. Benim anneannem, adı Mihri idi, dayımın birisinin belden aşağı felçli olması dolayısıyla, bizimle birlikte muhacir olamamıştı. Bu olaylar sırasında dili tutulan anneannem daha sonra işaretlerle anlatmıştı. Dayımın bıyıklarını etleriyle birlikte kesmişler. Hacı Ziya Bey’in esirhane haline getirilen evine götürmüşler. Oradaki esirlere envaî çeşit eziyet etmişler; tâ ki Ruslar gelene kadar.

“Ailemiz muhacirliğe 23 kişilik bir kafile halinde çıktık. Bitlis, Urfa yollarında ailemizin çoğunluğunu kaybettik. Van’a ancak iki kişi olarak döndük. Muhaceratta ilk durağımız Bitlis idi; 11 günde vardık oraya. Sonra Siirt’e gittik, orada akrabalarımız vardı, bir-iki ay kaldık. Rus’un yaklaşması haberi üzerine tekrar yola koyulduk. Diyarbakır’a gidiyorduk. 250 kişilik kafile idik. Yollarda susuzluktan, açlıktan perişan olduk. Oradan Kurtalan’a vardık. Diyarbakır’a gittik. Kebir Köyüne indik. Fakat sıcaktan dolayı fazla kalamadık. Tekrar Van’a dönmek üzere yola çıktık.

“Zoh’a (Kurtalan) geldiğimizde; Rus’un tekrar Van’a girdiğini öğrenince Siirt’e gittik. 1332 baharında da Bağdat’a gittik. İngilizlerin oralarda ilerlemesi üzerine Mardin’e geldik. 1333’te Urfa’ya geldik. Urfa’ya giren Fransızlar Halep Ermenilerini şehre getirerek Müslümanlara eziyetlere başladılar. 22 gün harp ettik. Sonuç malûm, yenildiler. Nihayet 20 Mayıs 1331’de ayrıldığımız Van’a, Ekim 1337’de 23 kişilik aileden ayakta kalabilen iki kardeş dönebildik. Van tamamıyla harabe olmuştu. Ermeniler her tarafı yakıp yıkmışlardı. Yalnızca Ermenilere ait olan evler yerinde duruyordu. Hatta Türk ordusunun Van’a girmesi üzerine Türk Halkına reva gördükleri zulme misilleme yapılacağını düşünen 2.000 kadar zanaatkâr Ermeni Adır Adasına sığınmışlardı. Türk Hükümeti onların güvenlik içerisinde Revan’a gitmelerini sağlamıştı.”

—Devam Edecek—

06.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (05.08.2008) - Bediüzzaman ve Van -4-

  (04.08.2008) - Bediüzzaman ve Van -3-

  (03.08.2008) - Bediüzzaman ve VAN -2-

  (02.08.2008) - Bediüzzaman ve VAN -1-

  (05.07.2008) - DÜNYAYI PEİNDEN SÜRÜKLEYEN TAT : ŞEKER -5-

  (04.07.2008) - DÜNYAYI PEŞİNDEN SÜRÜKLEYEN TAT: ŞEKER -4-

  (03.07.2008) - DÜNYAYI PEŞİNDEN SÜRÜKLEYEN TAT: ŞEKER -3-

  (02.07.2008) - DÜNYAYI PEŞİNDEN SÜRÜKLEYEN TAT: ŞEKER -2-

  (01.07.2008) - DÜNYAYI PEŞİNDEN SÜRÜKLEYEN TAT: ŞEKER -1-

  (22.06.2008) - Gizemli Ülke HİNDİSTAN -4-

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır