"Gerçekten" haber verir 10 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Kim bir kötülük işler veya bir günahla kendi kendine zulmeder de sonra Allah'tan mağfiret dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve merhamet edici bulur.

Nisâ Sûresi: 110

10.08.2008


Üç Aylarda Risâle-i Nur’la meşgul olmak

(Bir kısım kardeşlerime hususî bir mektuptur)

Yazıda usanan ve ibadet ayları olan Şuhur-u Selâsede sair evrâdı, beş cihetle ibadet sayılanHÂŞİYE Risâle-i Nur yazısına tercih eden kardeşlerime iki hadis-i şerifin bir nüktesini söyleyeceğim.

Birincisi: “Mahşerde ulema-i hakikatin sarf ettikleri mürekkep şehidlerin kanıyla muvâzene edilir, o kıymette olur.” (Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, 1:6)

İkincisi: “Bid’aların ve dalâletlerin istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ve hakikat-i Kur’âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir.” (İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, 2:739)

Ey tembellik damarıyla yazıdan usanan ve ey sofîmeşrep kardeşler! Bu iki hadisin mecmuu gösterir ki, böyle zamanda hakaik-i imaniyeye ve esrar-ı Şeriat ve Sünnet-i Seniyyeye hizmet eden mübarek, hâlis kalemlerden akan siyah nur veya âb-ı hayat hükmünde olan mürekkeplerin bir dirhemi, şühedanın yüz dirhem kanı hükmünde yevm-i mahşerde size fayda verebilir. Öyleyse onu kazanmaya çalışınız.

Eğer deseniz: “Hadiste âlim tabiri var. Bir kısmımız yalnız kâtibiz.”

Elcevap: Bir sene bu risâleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir. Eğer anlamasa da, madem Risâle-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir. Sizin kalemleriniz ise, o şahs-ı mânevînin parmaklarıdır. Kendi nokta-i nazarımda liyakatsiz olduğum halde, haydi, hüsn-ü zannınıza binaen bu fakire bir üstadlık ve tebâiyet noktasında bir âlim vaziyetini verdiğinizden bağlanmışsınız. Ben ümmî ve kalemsiz olduğum için, sizin kalemleriniz benim kalemim sayılır; hadiste gösterilen ecri alırsınız.

HÂŞİYE: Bu kıymetli mektupta Üstadımızın işaret ettiği beş nev'î ibadetin kendilerinden izahını talep ettik. Aldığımız izah aşağıya yazılmıştır:

1. En mühim bir mücahede olan ehl-i dalâlete karşı mânen mücahede etmektir.

2. Üstadına neşr-i hakikat cihetinde yardım sûretiyle hizmet etmektir.

3. Müslümanlara iman cihetinde hizmet etmektir.

4. Kalemle ilmi tahsil etmektir.

5. Bazan bir saati bir sene ibadet hükmüne geçen tefekkürî olan ibadeti yapmaktır. (Rüştü, Hüsrev, Refet)

Lem’alar, 21. Lem’a, s. 171

Lügatçe:

Şuhur-u Selâse: Üç aylar; Recep, Şaban ve Ramazan.

evrâd: Virdler, duâlar.

ulema-i hakikat: Hakikat ilmiyle meşgul olan âlimler.

bid’a: Dinin özüne ters olan, sonradan dine sokulan batıl şeyler.

dalâlet: Sapıklık, hak yoldan sapmışlık.

temessük: Yapışma, sarılma, sıkıca tutma.

sofîmeşrep: Tasavvuf ehli, riyazet ve nefisle mücadele ile hakikata varmaya çalışan kimse.

mecmu: Toplamı.

hakaik-i imaniye: İman hakikatleri.

esrar-ı Şeriat: Şeriatın sırları.

âb-ı hayat: Hayat suyu.

şüheda: Şehidler.

yevm-i mahşer: Mahşer günü.

şahs-ı mânevî: Manevî şahıs; belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen mânevî şahıs.

hüsn-ü zan: Güzel zan, düşünce.

tebâiyet: Uyma, tabi olma.

neşr-i hakikat: Hakikati yayma.

10.08.2008


Seyahat zamanı

(Mersin’den Hâlık’ını soran birkaç seyyahın müşahedesidir.)

Çok gezen mi daha iyi bilir, çok okuyan mı?” sorusuna elbette hepimiz muhatap olmuşuzdur. Hemen hemen hepimizin kafasını kurcalayan, sonucuna ulaşamadığımız muammadır bilinmezlikler içerisinde…

“Çok gezmek mi, çok okumak mı?” sorusunun cevabını bulabilmek için düştük yollara, seyyah olduk bu sefine-i Rabbaniyede. “Seyahat ya Resulallah!” dedik. Seyahatimiz içinde treni seçtik. Bize her mevsim vagon vagon gaipten getirdiği kıymetli, san’atlı nimetlerle beraber bizi de taşısın, Cankardeş’lerimizle seyahatimizde okuduklarımız da sizlere taşınsın istedik…

Bekir Atlı:

Yola koyulmuştuk, trenden etrafımızı izlerken ilk dikkatimizi çeken dağlardı. Bize geçit veren dağlar, suları depolamış yazın kavurucu sıcağında bizi serinletmek için bekliyordu dünyaya bir direk olarak… Her çeşit madene, bitkilere yer hazırlamış havaya dahi bir temizleyici bir tarak olmuş bizim için tevazuyla emr-i İlâhîyi dinliyordu. Bize tahiyyâtı hatırlatan Toros Dağlarının eteklerinden geçerken Allah’ın azameti ve kibriyasını düşünmemek mümkün değildi. Zira dağ, Allah’ın kelâmını işitince param- parça olmuştu.

Ararat Dağı “İ’câz-ı Kur’ân’ı beyan et!” sesini duymuştu, Uhud’da Hazret-i Peygamberin (asm) dişinin kırılmasını müşahede etmişti. Çam Dağında yazılırken Sözler, Emirdağ da emre imtisâl görevini yerine getirmişti ve daha nice dağlar bize kendini hatırlatıp okutturuyordu gezimizde.

Mehmet Solmaz:

Nihayetinde mahall-i maksudumuz olan Mersin’e kavuşmuştuk. İlk işimiz okunmayanı okumaktı. Tarsus Ashab-ı Kehf Mağaralarına gitmiştik. Bu mağaraların önemi zalim bir hükümdarın zulmünden kaçan 7 kişinin biraz dinlenmek için tam 309 sene bu mağaralarda uyumasıydı. Haşrin açık bir ispatı olan bu mağaralar; zulmün de hiçbir zaman devam etmeyeceğini gösteriyordu, çünkü uyandıklarında 12 kuşak torunlarının Müslüman olduğunu görmüşlerdi. Onlar Allah’ın rahmetinden ümidi kesmemeyi bize öğretmişti, karanlık kuyulara da atılsak Yusuf olma ihtimalini bize hatırlatıyordu…

Yasin Gencan:

Yolculuğumuzu okurken, yolumuz Cennet Cehennem mağaralarına doğru gidiyordu. Silifke’deki bu mağaralar dünyada küçük bir örneği bulunan cennet ve cehennemle bir ceza ve mükâfatın olacağını hatıra getirmişti. Cennet ucuz değildi, Cehennem dahi lüzumsuz değildi, ne zalim zulmünde, ne de mazlûm zilletinde kalacaktı, ahiret âlemine imanımız bir kez daha tazelenmişti… Mersin’in 40 dereceyi bulan sıcakları ise, cehennemi hatırlatır gibiydi. Bu dünyada kurtuluşun çaresi ise kolaydı… Deniz!

Ahmet Adalı:

Okuma programımızın sonuna yaklaşırken denizin engin sularında ‘Ya Celil, Ya Cebbar’ seslerini duyduk. Bize denizler rahmet hazinesinden 1001 çeşit nimet sunmuştu. Biz de bardağımızın büyüklüğüne göre istifade ettik. Ve denizleri tefekkür tadında bıraktık.

Onur Delikanlıoğlu:

Programda sadece seyahati okumadık tabi. Kur’ân eczanesinden bir damla koyduk bütün lâtifelerimize, mânevî yaralarımıza Risâle-i Nurdan yazılı reçetelerle. “Beş farz namazı kılıp, kebâiri terk etmemizi, sünnet-i seniyyeye uyup, tadil-i erkânla namazlarımızı kılıp, arkasındaki tesbihatı yapmamız gerektiğini” söylüyordu kendisine talebe olup son nefesimizde Kelime-i Şehadet getirebilmemiz için…

Oku diyordu sanki kâinat ‘İkra!’ kelimesini tekrar edercesine… ‘Yaradan Rabbinin adıyla oku’ diyordu âyetü’l-kübrâyı. Mânâ-i Harfiyle Allah’ın hesabına bakmamızı emrediyordu, yoksa ilim zannettiğimiz bilgilerin cehaletten öteye geçemeyeceğini bildiriyordu…

10.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır