"Gerçekten" haber verir 14 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Büyük dönüşüm

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,

Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin.

(M. Âkif)

Viyana sarayının müze olarak kullanılan kısmındaki iki eser, merhum Âkif’in yukarıdaki dizelerini anlamamız için bize önemli önemli ipuçları verir.

Bunlardan ilki Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya ait İran dokuması ipek bir halıdır.

Paşa, 1683 Viyana bozgununun sorumlusu olarak siyaseten katline karar verildiğine dair ferman eline ulaşınca, idam sırasında zarar görmemesi için bu halının koruma altına alınmasını emreder.

Savaş sonrasında bu halı da diğer eşyalar gibi yağmalanacak olsa bile...

Burada dikkati çeken Paşa’nın devlet malına olan yaklaşımıdır.

Böyle bakıldığında söz konusu halı, sıradan bir eşya olmaktan çıkıp, idam sehpasındaki bir devlet adamının devletine ve milletine olan düşkünlüğünü gösteren medar-ı ibret bir tarih vesikası haline gelmektedir.

Diğeri ise “bit pazarı” adını taşıyan Rönesans dönemine ait yağlıboya bir tablodur.

Evet, tablodaki manzara bit pazarının adının nereden geldiğini ve bugün bize medeniyet dersi veren batı toplumlarının o gün nasıl bir vaziyette olduğunu göstermesi açısından oldukça manidardır.

Tabloda bir maymun yüksek bir kürsüye oturmuş ve önünde sıraya girmiş olan ahalinin başındaki bitleri kırmaktadır.

Çünkü o dönem Avrupalı Hıristiyanların kutsal vaftiz suyuna saygısızlık etmemek için banyodan uzak durdukları ve bu nedenle de vücutlarında üreyen bitlerle iç içe yaşamak zorunda oldukları bir dönemdir.

Dünyayı karanlıktan aydınlığa dönüştürdüklerini iddiâ ettikleri Rönesans’ta bile kaç saygın evin, kaç banyosu vardı?

Hiçbirinin.

Bayanlar kendi odalarının mahremiyetinde tahta veya porselen bir küvette hizmetçilerine nadiren sıcak bir banyo hazırlatırlardı. Ama asla başlarına su dökmeden sadece koltuk altlarını temizletir, geri kalanı parfümle idare ederlerdi.

Aynı dönemde tuvalet de bilinen bir şey değildi batı dünyasında. Soylular lâzımlık gibi bir şeye ihtiyaçlarını giderir, evin bir köşesinde bir müddet bekletilen bu atıklar, hizmetçiler tarafından bir süre sonra Latince düşüş anlamına gelen “Caseum” denilen bir yere boşaltılırdı. Atıklar daha önce odalarda bulunan kaplarda saklanırdı. Bunlar bazen oturma yerinde bir deliği olan özel bir iskemleye yerleştirilir ve bir kere kullanıldıktan sonra bir kapak kapatılarak odanın dekorunun bir parçası haline gelirdi.

Sokaklarda halt yazılı yaftalar bulunurdu. Bunlar caseumcu hizmetçilerin attığı def-i hâcetin sokaktan geçenlerin başına isabet etmemesi için uyarı levhası vazifesi görürdü.

Oysa aynı dönemde Osmanlı topraklarında hamam olmayan bir yerleşim birimine rastlamak mümkün müydü?

Hamamların boşluğa açılan havalandırma deliklerinden, annelerinin bir yandan aslan ağızlı kurnalardan akan sıcak suyla çimdirirken diğer yandan da derisini yüzercesine keseledikleri çocukların çığlıkları duyulurdu.

Hamamlar Türk toplumu için sıradan yapılar olsa da Batılı seyyahlar için oldukça önemli yerlerdi. Bu nedenle Osmanlı topraklarına ayak basar basmaz ilk iş olarak bu hamamlarda bir güzel yıkanırlar da, yılların birikmiş olan kirlerinden bir anda azade olurlardı.

İlk İngiliz sefiri Sir Montegu’nun eşi lady Montegu, İstanbul’da tanıştığı hanımların pürüzsüz cildlerine hayran kalmış da, bunun nedeninin her hafta hamamlarda saf sabunla yıkanmaktan geçtiğini öğrenince, Londra’ya döndüğünde ilk iş olarak bir hamam açılması için parlamentoya teklif sunmuştu. Açılan hamama avam kamarasından kimsenin alınmaması şartı ile teklif kabul edilmiş ve böylece İngiltere’nin ilk hamamı da açılmıştı.

Şimdi durum tersine döndü.

Osmanlı bir Avrupa, Avrupa da bir Osmanlı doğurdu maalesef.

Avrupalılar sabah güne duş alarak başlarken, akşam iş dönüşü duş almadan sofraya oturmaz oldular.

Ya biz…

Ya devletin malı deniz diyen devlet büyüklerimiz…

Merzifonlu bir savaş kaybetmişti.

Biz neleri kaybettik farkında mıyız?

Mehmet İPÇİOĞLU

14.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır