"Gerçekten" haber verir 15 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Gelecek Asya ülkelerinin olacak

Gemimizin bazı işleri sebebiyle Bangladeş’in Chittagong şehrinde bir hafta kaldım, izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bangladeş bizim Marmara bölgesi kadar toprağı olan buna mukabil 150 milyonluk nüfusu ile iki katımız kadar büyük bir ülke. Hindistan’ın doğusunda yer alıyor ve adını aldığı Bengal Körfezinin kuzeyinde yer alıyor.

Nüfusunun % 99’u Müslüman ve dindar bir halkı var. Vakit namazları gayet ciddî bir şekilde kılınıyor. Hanefi mezhebi yaygın olduğu için aynen bizim gibi namaz kılıyorlar.

Halk “Bengali” lisanını kullanıyor. Bu lisan Hindistan’da da kullanılmakta olup Çinceye benzeyen bir alfabeleri var. Gerçi Çincede yazılar yukarıdan aşağıya doğru okunuyor fakat Bengali yazısında Latincede olduğu gibi soldan sağa ve yatay okunmaktadır. Çincedeki gibi her sembol bir kelime olup harfler yoktur. Tabii bilgisayar ve daktilo kullananlara Allah sabır versin, bunların klavyeleri kocaman ve yüzlerce sembol bulunuyor. Bengali yazısının göze batan en önemli özelliği her sembolün üzerinde yatay bir çizgi bulunmasıdır.

Bangladeş yıllarca İngiliz sömürgesi altında kalmış ve acımasız bir şekilde sömürülmüştür. Bu bahtsız ülkenin insanları bir de Hindistan’ın işgaline uğramış elde avuçta ne varsa hepsini birden kaybetmişlerdir. Fakat çok çalışkan ve barışçıl insanları var. Bu sayede hızlı bir biçimde kalkınmasını sürdürüyor.

Büyük ve genç nüfusu ülkenin en büyük gücü. İşçilik çok ucuz olduğu için birçok ekonomik alanda büyük bir avantaja sahip bulunuyorlar.

Devlet Bengali lisanını ve yazısını mecbur tutmasına rağmen İngilizce çok yaygın olarak kullanılıyor. Ticaret, bilişim sektörü, hukuk ve basın neredeyse tamamen İngilizcenin egemenliği altında bulunuyor. Bu sayede uluslar arası ticarette söz sahibi olma şansları var. Zira dünya üzerinde en geçerli lisan İngilizce.

Bangladeş’te her şey çok ucuz. Örnek olarak bir yerden bir yere eğer “rikşa (rikshaw)” ile yani üç tekerlekli bisikletle giderseniz sadece 5 Taka veriyorsunuz. Bu da 10 Sent yani 0,1 Dolar ediyor. Eğer üç tekerlekli motorlu araçlarla yani yerel lisanda kullanılan adıyla “Sienci” ile yolculuk yaparsanız bu sefer 15 Taka yani 30 sent ödersiniz.

Sadece yolculuk değil alış veriş malzemeleri de oldukça ucuz bir ülkedir Bangladeş. Keza cep telefonları ve iletişim de öyle. Bakalım bu ucuzluk ne zamana kadar devam edecek.

İnternet biraz yavaş da olsa yaygın olarak kullanılıyor. Türkiye ve dünya ile ilgili gelişmeleri anında takip etmek mümkün.

Televizyonda “Islamic tv” ve “Q tv” isimli iki kanal devamlı olarak dinî yayın yapıyor. Yerel lisanla ve çoğunlukla da İngilizce vaaz veriliyor. Vaaz deyince bizim camideki vaazlar aklınıza gelmesin daha ziyade televizyon şovu desek doğru olacak çünkü güzel sözlerden sonra alkış tutuluyor. Bu şekildeki yayın dünyanın birçok ülkesinde yaygın. Yunanistan, İtalya, İspanya gibi güney Avrupa ülkelerinde, Afrika’nın birçok ülkesinde ve Güney Amerika ülkelerinin neredeyse tamamında bu tarz yayınlar var. Genellikle kiliseler hitabeti güzel olanları kürsüye çıkarıp konuşturuyorlar. Büyük salonlarda yapılan bu konuşmalar aynı zamanda televizyonlarda ekrana yansıyor. 24 saat boyunca devamlı dinî konuşmalar yapılıyor.

Aklınıza “Türkiye’de niçin böyle bir şey yok?” sorusu gelebilir. Cevabı ise çok uzun süreceğinden hiç bu konuyu açmayıp biz yine Bangladeş hatıralarına dönelim. Evet, bu ülke halkı bütün Uzakdoğu ülkeleri ile kıyaslandığında oldukça dindar sayılabilir. 5 vakit namaz yaygın olarak kılınıyor. Alkollü içkiler açıkta satılmıyor ama yasak da değil. Sigara pek kullanılmıyor daha ziyade bir çeşit yaprak çiğniyorlar. Nasıl bir zevk veriyor ise…

Ben bir tadına bakayım dedim fakat çok acı bir şey bunu çiğnedikten sonra birde tükürüyorlar. Bunun bir benzerini Yemen’de görmüştüm. Onlarda böyle bir yaprağı ağızlarında çiğniyorlar. Chittagong’un en büyük camisine Cuma namazını kılmak için gittim. Bizdeki kubbeli camiler gibi değil, sütunlar üzerine kurulmuş bir camiydi. Yerlerde halı yok ama seramik fayans kaplı. Benden başka çorap giyen hemen hemen hiç kimse yoktu. Bu yüzden hemen dikkat çekmeye başlamıştım.

Camilerde minder adını verdiğimiz hutbe okunan yer yok. Onun yerine üç basamaklı hem vaaz kürsüsü hem de hutbe okunan bir çeşit sandalye var. İmam efendi bunun üzerine çıkıp hutbe okuyor. Hutbenin konusu Mi'rac idi. Zira üç gün sonra mübarek geceyi ihya edecektik. Nitekim imam efendi Mi'rac ile ilgili Kur’ân âyetlerini ve hadisleri Arapça okudu. Bu arada şu hususu ifade etmeden geçemeyeceğim. Hutbe her zaman ve her yerde Arapça okunmalıdır zira bu lisan, insan üzerinde çok daha etkili. Hutbeden önce verilen vaazlarda yerel lisan konuşulabilir fakat özellikle farz olan hutbenin Arapça olması insan üzerinde bıraktığı tesir bakımından çok önemli.

Bazı Avrupa ülkelerinde ve Afrika’da iki üç lisanla hutbe okunuyor. Birisi yerel dil olmak üzere Arapça hutbe okunduğu zaman en etkili olan lisanın Arapça olduğu çok rahatlıkla anlaşılmaktadır. Özellikle âyet ve hadislerin dünyada hiçbir lisanda olmayan belâgati dikkat çekicidir. Haliyle insan üzerindeki tesiri daha fazla oluyor.

Bangladeş’te hutbe sadece Arapça okundu. Minber yoktu, ama imam efendinin asası vardı. Galiba minber sadece bizim ülkemizde yaygın çünkü benim gezdiğim bütün Müslüman ülkelerde aynen Bangladeş’te olduğu gibi hutbe okunuyor. Zaten Peygamberimiz (asm) ilk yıllarda elinde asası ile hutbe okuyordu.

Hindistan’da elinde kılıç ile hutbe okuyan imam efendi vardı. Niçin kılıç olduğunu anlayamadım. Galiba savaş veya gerginlik durumunun devam ettiğini sembolize ediyordu. Zira bu ülkedeki Müslümanlar azınlıkta olduğu için farklılık olabilir. Hindistan haricinde hiçbir ülkede kılıç ile hutbe okunduğunu görmedim. Fakat yerel motiflerle süslenmiş asalar çoğunlukla kullanılmaktadır.

Cuma namazından sonra Hintli Müslümanların güzel bir âdeti olan bir çeşit ilâhî okunuyor. İmam efendi okuduktan sonra cemaatin tekrarladığı salâtu selâm kulağa çok hoş geliyor. Güney Afrika Cumhuriyetinde ilk defa gördüğüm bu adet bu ülkede de aynen devam ediyor. Bayram namazlarında getirilen tekbirler gibi insan ruhu üzerinde çok derin etkiler bırakıyor.

Bana ilginç gelen bir iki olayı da anlatmadan geçemeyeceğim. Bir tanesi cemaatin tamamı takke takıyor. Allah rahmet eylesin Birinci Ağabey de namazların takke ile kılınmasına çok önem verirdi. Bu ülkede plâstikten takkeler var. Eğer yanında taşıyamayan varsa hemen girişte bu takkeleri takabilir.

Sünnet namazların kılınması esnasında tuhaf bir durumla karşılaştım. Cemaatten bazı insanlar oturarak namaz kılıyordu. Diyeceksiniz ki ne var bunda, her yerde sağlık durumu iyi olmayanlar böyle kılabilir. Fakat bu ülkede sağlıklı insanlar da oturarak namaz kılıyorlar. İlk rekâtı normal kıldıktan sonra kalkmadan namaza oturarak devam ediyorlar. Sadece mazereti olanlar için geçerli olan bu ruhsatı genç ihtiyar demeden sağlıklı insanlar da devam ettiriyor. Beraber iş yaptığımız arkadaşı dahi aynı şekilde oturarak kılarken gördüğüm için şaşırmıştım.

Son olarak yine namazla ilgili ilginç bir durumu söyleyeyim. Türkiye ve Arap ülkelerinde cemaatle namazda, hocalarımız daima safları sıklaştırmamızı söylerler. Bu sayede sünnete uygun olarak ve cemaat şuuruna daha vakıf bir şekilde namazlarımızı eda ederiz. Lâkin Bangladeş’te farzlarda dahi safları sıklaştırmak hoş karşılanmıyor. Yaşlı bir zat benim bu sünneti uygulamak istememe rağmen eliyle biraz açılmamı istedi. Baktım bütün cemaat birbirinden ayrı olarak cemaat namazını kılıyor. Tabi misafir olduğumuz için çevreye uymaya çalışıp biz de birbirimizden açık olarak namazımızı kıldık. Allah kabul etsin…

Bangladeş’in

görünmeyen yüzü

Uzakdoğu’ya gidenler buradaki fakirlikten ve yoksulluktan başka bir şey söylemezler. Ben biraz farklı şeyler söyleyeceğim. Özellikle Batıda bulunmayan bir zenginliği ifade etmeye çalışacağım.

Hindistan 200 yıldan fazla bir müddetle acımasız İngiliz sömürgecilerin talanına uğradı. Ayakta kalacak gıdayı bile halka vermekten kaçındılar. Öyle ki bu sömürü sayesinde sanayi devrimini rahatça gerçekleştirdiler. İkinci Dünya Savaşından sonra Uzakdoğu ülkelerinden çekilirken geride hastalık ve yoksulluğu miras olarak bıraktılar. Fakat dünya düz bir hat üzerinde hareket etmiyor. Güneş etrafında dönerken kış mevsimini yaşıyor, bir müddet sonra bahar ve yaz mevsimini idrak ediyoruz. Aynen dünyanın bu hareketi gibi Uzakdoğu kış mevsimini geride bırakmış bahar mevsiminin hareketli ve yorucu şenliğini yaşıyor.

İnsanlar Batıda gördüğümüzün aksine güler yüzlü ve neşeli. Hâlbuki Avrupa ve Amerika’da gittiğim hemen hemen her yerde somurtkan ve etrafına nefretle bakan insanlar gördüm. Kapitalist ve maddeci sistem insanları mutlu etmekten çok uzak. Fırsat bulunca hemen yekdiğerini ortadan kaldırmaya çalışıyor. Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında olduğu gibi geride sadece vahşet ve katliâm bırakıyorlar.

Bir ülkenin refah ve mutluluğunun artması için öncelikle dostluk ve kardeşliğin bir başka deyişle sulh ve sükûnetin sağlanması gereklidir. İslâm dininin barış ve kardeşlik dinî olması sebebiyle bütün gelişmelere en büyük katkıyı yapmış olması gayet kolaylıkla anlaşılabilmektedir.

Afrika, Avrupa ve özellikle ABD’nin büyük şehirlerinde gecenin belirli bir saatinden sonra sokağa çıkmak son derece tehlikelidir. Can ve mal güvenliği ne kadar polisiye tedbir alınırsa alınsın yoktur. Fakat Bangladeş gibi birçok Uzakdoğu ülkesinde bu tehlike mevcut değildir. İnsanlar ne derece fakir olursa olsunlar soygun ve gasp gibi eylemlerden kaçınırlar. İslâmiyet’in bu ülkelere kazandırdığı en büyük nimetlerden bir tanesi de işte budur.

Sömürgeci Batı ülkeleri belki mallarını yağmaladılar, soydular ama inançlarını ve kültürlerini yok edemediler. İslâmiyet’in pırıl pırıl ışıldayan yüzünü burada görmek mümkün. Her namaz vakti ulusal televizyonlardan ezanlar okunuyor ve dinimizin direği olan namaza dâvet ediliyor.

Demokrasi insanlara başkalarına eziyet etmeden hür olma nimetini getirmiş. Ben şuna kesinlikle inanıyorum ki bir 20 yıl sonra Bangladeş ve Hindistan gibi bütün Asya ülkeleri dünyanın en güçlü ülkeleri olacaktır. Çünkü büyük bir zenginlikleri var.

Hemen akla, ‘petrol falan mı buldular?’ diye bir soru gelecektir. Hayır, yeraltı zenginlikleri bakımından son derece fakir olan bu bölgede büyük bir zenginlik var. Ne mi? İnsan kaynakları.

Evet, bu bölgede dinamik ve genç büyük bir nüfus var. Meselâ, toprakları Türkiye’nin dörtte biri olan Bangladeş’in nüfusu 150 milyon.

Nüfusun yoğun olması başta sağlık ve eğitim gibi sorunları beraberinde getirmiş olsa da sömürü düzeninin sona ermesi ile birlikte ülkenin kalkınmasında büyük bir ivmeye sebep olmaktadır. Avrupa ise büyük bir felâketin eşiğinde “ihtiyar nüfus patlamasını” yaşıyor.

İngilizlerin çekilirken Hindistan’ın parçalanması ve daha sonra Pakistan’la savaşa girmesi bu bölgeye çok büyük zarar vermiştir. Zaten sömürüden bunalmış olan Bangladeş bir de Hindistan’ın işgaline uğrayınca oldukça büyük bir yağmaya sahne olmuştu. Pakistan’dan ayrıldıktan sonra savaşın yaralarını da büyük ölçüde saran Bangladeş şimdi büyük bir gelişmenin eşiğindedir. Televizyonda en popüler programlar yarışma programları. Fakat bu sizi yanıltmasın bizdeki kumar benzeri yarışmalar değil gençlerin ve çocukların düşünce fırtınaları kopardığı yarışmalar.

Yaşı 10 ile 15 arasında değişen gençler birbirleri ile kıyasıya yarışıyorlar. Beş dakikalık bir süre içinde savundukları düşünceyi uzmanlar ve seyirciler önünde ifade ediyorlar. Onların heyecanlı ve gayretli çabaları görülmeye değer. Yerel lisanı bilmediğim için konularına hâkim olamıyorum lâkin teknoloji ile ilgili kelimelerin sıkça telâffuz edilmesi izleyenlere fikir verebiliyor. İşte size küçük bir fotoğraf karesi. Bu fotoğrafa bakarak ülkenin nasıl geliştiğini görebilirsiniz. Kendi ülkemde ise ne yazık ki en az Bangladeşli gençler kadar pırıl pırıl öğrenciler ise başörtüsü sebebiyle okula alınmadıkları gibi basın ve medya aracılığı ile devamlı olarak tacize uğruyorlar.

“Biz ne zaman kalkınıp gelişeceğiz?” gibi sorular aklınıza geliyor ise benim cevabım “gençlerin önünü açtığımızda” şeklindedir. Türk gençlerinin de en az Bangladeşli kardeşleri kadar zeki ve çalışkan olduğuna inanıyorum. Yeter ki önlerini açalım... Vesselâm…

Venbi HORASANLI / CHİTTAGONG

15.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır