"Gerçekten" haber verir 28 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

AB yolunda yeni adım

Avrupa Birliği’ne üyelik yolunda Türkiye kadar çok ulusal program yayınlayan ülke olmuş mudur bilinmez, ama küresel ve ülkesel koşullar değiştikçe bazen bu tür durumlarla karşılaşılıyor.

Uzunca bir süredir uykuya yatan ilişkilerin yeniden canlandırılmasını sağlayabilecek ulusal program, esas olarak AB ile ikili ilişkileri düzenleyen bir içeriğe sahip değil, Türkiye’yi ve Türk vatandaşlarını hedef alan bir politikanın ifadesi. Bu politikanın özü de AB standartlarında yaşam kalitesinin sağlanmasına dayanıyor. Diğer bir ifadeyle AB ile bütünleşmenin öncelikle evin içinin toplanmasından geçtiğini ortaya koyan bir program söz konusu; programın yaşama geçmesi demek kişilerin günlük yaşamına deyen her alanın yeniden düzenlenmesi demek.

AB yolunda bireyin yaşam kalitesini artıracak faaliyetlerin ekonomik, mali, hukuksal ve siyasal bakımlardan bir yeniden yapılanma sürecine işaret ettiği ortada. Yeniden yapılanma, eğer tüm sistem yıkılıp yerine yenisi kurulmuyorsa, eski sistemin marazi unsurlarının bertaraf edilmesi ve yerine sağlıklı yapıların kurulmasını ifade eder. Sistemin bütün unsurları birbirine bağlı olduğundan da bir alanda yapılan reformun zorunlu olarak diğer alanlara taşınması beklenir. Bu haliyle örneğin cam atıkların toplanması meselesiyle mali şeffaflık ve yargı reformu arasında pekálá bağ olduğu söylenebilir.

Bu denli geniş kapsamlı dönüşümlerin gerçekleşmesi, belirli koşullar altında daha kolay oluyor. Öncelikle, bir dönüşüm yapılmadığı, reformlar gerçekleşmediği takdirde var olan standartta bile yaşanamayacağı gerçeğinin geniş kitlelerce fark ediliyor olması gerekiyor. İkincisi, bu fark edişleri siyasetinin merkezine yerleştirmiş bir iktidara, bir iradeye ihtiyaç duyuluyor. Ardından, dönüşüm sonucunda pozisyonunu, rantını, iktidarını ya da konumunu kaybedecek kesimlerden gelecek direncin kırılması için siyasi iradenin dönüşümü destekleyen farklı toplumsal kesimlerle daha yakın bağ kurulması bekleniyor.

Gayet tabi, tüm bunlar zorlu bir sürece işaret eder. Bununla birlikte, zorluklar reformların başlangıcında kendisini daha fazla gösterir. Bir kez başlandı mı ve bireylerin yaşamında olumlu etkiler hissedilmeye başladı mı, gerisi daha hızlı gelebilir.

Yeniden düzenlenen ulusal program, Türkiye’nin AB’ne önce aday ardından müzakere eden ülke olmasıyla başlattığı reform sürecinin devamı niteliğinde. Önceki programların ne denli ayrıntıları barındırdığı bilinse bile, bugüne kadar ancak sistemsel dönüşümün ana çerçevesinde değişimler yaşanmıştı; belki de bu, Türkiye’de çetelerle, örgütlerle, darbe girişimleriyle ilgili durumların açığa çıkmasına yol açtı. Kısacası AB yolunda bugüne kadar atılan adımlar, daha çok marazi sistem sorunlarının bertaraf edilmesi mücadelesini kapsadı. Ancak artık bu ana çerçevenin içinin dolma zamanı gelmiş gibi görünüyor. Zira Türkiye’de neyin iyi gitmediği, neyin çalışmadığı, neyin yararsız kurgulandığı uzun zamandır çok geniş kitlelerce biliniyor. Bilinmeyen, bunların yerine neyin konacağı.

AB üyelik süreci, toplumların dönüşüm arzularında yol gösterici reçetelerden birisi. Bununla birlikte üyeliğin kendisi de en az bu yol kadar önemli. ABD ile Rusya’nın askeri ve ekonomik silahlarını kınlarından çıkardıkları bir dönemde, yeniden tarihsel seçimler yapmak zorunda kalınabilir. Bu tercihler nedeniyle dönüşümleri yaşam kalitesi değil güç arayışı içinden tasarlamak zorunda kalmak işten bile değil.

Yeniden Ulusal Program ilanı, Türkiye’nin tercihini ne yönde kullandığını dünyaya bir kez daha gösteriyor. Umalım ki artık bu tercihin bireylerin yaşamından geçen bir tercih olduğu aşamaya geçilsin.

Star, 27.8.2008

Beril Dedeoğlu

28.08.2008


 

Akaryakıtta tuhaf kokular...

Akaryakıt, petrol üretenler istisna olmak üzere hemen bütün ülkelerde pahalılığından en çok şikayet edilen ürünlerden birisidir.

Dünya’da benzinin en pahalı olduğu ülke Türkiye. Gittikçe yükselen motorin fiyatlarında henüz birinciliği yakalamış değiliz. Ama üçüncü olduğumuza göre, yakında onda da ipi göğüsleriz.

Petrol fiyatlarının yüksekliği akaryakıt fiyatlarının yüksek olmasının önemli sebeplerinden. Ama pahalılığın asıl sebebi vergilerin yüksek olması.

Sözgelimi herhangi bir pompaya yanaşarak aracınızın deposuna doldurduğunuz ve litresine 3.5 YTL ödediğiniz benzinin fiyatı aslında 140 kuruş. Bu hesaba göre, kalan 210 kuruş da vergi oluyor.

Arabamızın benzini bittiğinde ya da bitmeye yüz tuttuğunda, benzin istasyonuna giderek aldığımız 100 YTL’lik benzinin 60 YTL’si vergi yani.

Uzmanların söylediğine göre, petrol fiyatlarının uluslararası piyasalarda artması devletin de işine geliyor çünkü bu artışlar fiyata yansıtılırken vergi gelirleri de artmış oluyor ve devlet hazinemiz iyi para kazanıyormuş.

Vergiler, teorik olarak bizlere yol, su, elektrik, yani hizmet olarak döndüğüne göre, pek mesele yok gibi.

Pek mesele yok gibi deyişimiz, medyamızın büyük bir bölümünde her nedense üzerine gidilmeyen bir konu ile alakalı.

Türkiye’de hemen her sene ciddi bir akaryakıt kaçakçılığı yapılıyormuş ve bu hususta TBMM’de kurulan Kaçak Akaryakıt Araştırma Komisyonu’nun raporuna göre, kaçak akaryakıtın yıllık tutarı 8 milyar dolar civarında imiş...

8 milyar dolar!. Yine aynı rapora göre bu, devletin yıllık 2.5 milyar dolar vergi kaybı manasına geliyormuş.

Son zamanlarda artan kaçakçılıkla mücadele faaliyetleri ve Ulusal Marker uygulaması sebebiyle, biraz azalma görülmekle birlikte, ülkemizde satılan akaryakıtın yaklaşık yüzde 20’si kaçak akaryakıttan oluşuyormuş.

Yani birileri, normalde devlet kontrolünde yapılması gereken akaryakıt satışını, devletin kontrolü dışında yapıyorlar ve bu arada her bir litre akaryakıttan devletin alması gereken vergileri, kendi kasalarına atıyorlarmış... iyi mi!..

Son zamanlarda petrol satışı yapılan yerlerde alınan tedbirler, kaçak akaryakıt satışını ve dolayısıyla devletin alması gereken vergilerin başkalarının kasasına gitmesini engellemekle ilgili. Ama anlaşıldığı kadarıyla, yetersiz.

Kaçak akaryakıt işi, kısmen Güneydoğu’dan ülkemize kamyonların ek depoları ile giren yakıtla ilgili. Ama ülkeye bu şekilde giren ve bir tür sosyal denge anlamını taşıyan bu yakıtın oranı, herhalde yüzde 1’i bile bulmaz. Esas mesele, daha büyük çapta yapılan kaçakçılıklar.

Yani işin büyüğü akaryakıt ithal edenler tarafından yapılıyor ve bunlar ithal ettiklerinin bir kısmını beyan etmiyorlar, anlaşıldığı kadarıyla.

Gelir İdaresi Başkanlığı Denetim Birimi’ne bağlı olarak çalışan Akaryakıt Denetim Timi’nin 750 personeli var ve bunlar, akaryakıt işinin düzgün yürümesi için, ülke sathında bulunan yaklaşık 10 bin akaryakıt istasyonunu denetlemeye çalışıyor.

Akaryakıt Denetim Timi’nin tesbit ettiği usulsüzlüklerle ilgili takip EPDK (T.C. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) tarafından yapılıyor. Kurul iki yıl önce, yaklaşık 1 milyar 600 milyon YTL’lik bir ceza kararı almıştı ve bu ceza ağırlıklı olarak kaçak akaryakıtla ilgili idi.

EPDK’nın önümüzdeki günlerde, son denetlemelerde tesbit edilen kaçakçılık ve başka usulsüzlüklerle ilgili olarak, belki bu rakamın da üzerinde yeni ceza kararları alması bekleniyor.

İşin özeti şu: Bu ülkenin vatandaşı olan bizler, devletimiz bizlere hizmet ve refah payı olmak üzere geri ödeyecek diye, aldığımız benzin ve mazotun bedelinden daha fazla vergi ödemesi yaparken; bu paraların önemli bir bölümü, sözkonusu akaryakıtı kaçak olarak getiren ve piyasaya sürenlerin cebine giriyor. Bu duruma mani olması gerekenler ise, işi sanki biraz yavaştan alıyorlar...

Millî Gazete, 27.8.2008

Ekrem Kızıltaş

28.08.2008


 

Sisteme teslim olsanız da başınız gider!

Demokrasilerde darbe yoktur.

Muhtıra yoktur.

Demokrasilerde ancak şiddete bulaşan partiler kapatılır; demokratik anayasa ve yasalar başka türlüsüne izin vermez.

Demokrasilerde siyasal iktidar, darbe ve muhtıralarla değil, mahkeme kararlarıyla değil, milletin oyuyla seçim sandığında değiştirilir.

Oyunun temel kuralı budur.

Hukukun üstünlüğü geçerli olduğu için, demokratik düzenlerde hiç kimsenin suç işleme ayrıcalığı yoktur. Devlet de, sivil-asker bürokrasi de hukukla bağlıdır demokrasilerde.

Bu açıdan, demokrasilerde rastlanmayan çarpıcı bir örnek Taraf gazetesinin manşet haberinde yer almıştı:

“Ergenekon’un JİTEM’ci subayları için on yıl önce açılan bir faili meçhul cinayet davasında, Genelkurmay’dan iki kez bilgi istendi. Bugün tutuklu olan Veli Küçük ve Arif Doğan dahil 17 kişinin hiçbiri hakkında bilgi verilmedi, işlem yapılmadı.”

Ahmet Altan‘ın yorumu da şöyleydi:

“Eğer on yıl önce, ordu ‘28 Şubat ordusu’ gibi değil de gerçek bir ordu gibi davransaydı, kendisinden istenen bilgileri yargıya verseydi, kendisinin ‘hukuktan üstün’ olduğunu sanmasaydı, daha sonra öldürülen bir çok insan öldürülmezdi. Cinayetler engellenirdi.” (Taraf, 23.08.08, s.11)

Evet, hukukun üstünlüğü...

Demokrasilerin temelinde yatan bu çağdaş değer ne yazık ki daha hâlâ yakalanabilmiş değil. Bu ülkedeki asker-sivil kimileri daha hala kendilerini hukuk-üstü görebiliyorlar.

Bu zinciri kırmak zorundayız.

Özgürlükler düzenini, insan hakları düzenini bizim ülkemizde de dört başı mamur bir şekilde kurmaktan başka çaremiz yok.

Ve bunun yolu, ‘anayasa reformu‘ndan geçiyor. ‘Hukuk reformu’ndan geçiyor. ‘Siyasal partiler reformu‘ndan. ‘Seçim sistemi reformu’ndan geçiyor. ‘Yolsuzluklarla mücadele reformu’ndan geçiyor.

İleri demokrasi ancak böyle gerçekleşir.

Çağdaş uygarlık bu demektir.

AB yolu böylesi reformlardan geçer.

Ve sözüm, Başbakan Erdoğan’adır.

AKP’nin kurmaylarınadır.

Eğer Türkiye siyasetinin ‘Eskiler Galerisi’nde, tozlu raflar arasında unutulmak istemiyorsanız, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan hakları ve özgürlükler düzenini sakın pas geçmeyin.

Eğer bu konularda ipe un sererseniz, hiç kuşkunuz olmasın, siyaset meydanımızdan askersel ya da yargısal darbeler, muhtıralar, Susurluk ve Ergenekon’lar hiç eksik olmaz.

Ve bir uyarı:

Ve bütün bunlar, sisteme teslim de olsanız, sizin de başınızı yer!

Hiç unutmayın:

Yalnızca ‘kendine demokrasi’ demokrasi değildir.

İlerleme ve istikrarın önkoşuludur demokrasi ve hukuk devleti.

Geçmişte değil gelecekte yaşamak istiyorsanız, demokrasi halkasına asılmaktan başka çareniz yok.

Milliyet, 27.8.2008

Hasan Cemal

28.08.2008


 

Zemzem, rakıyla yan yana olur mu?

Yazının başlığına bakıp da, “Hoca mı kesildin başımıza?!..” demeyin. Ne böyle bir niyetim var, ne de İmam Hatip kapısından geçmişliğim…

Lakin “Yarın zemzem ile rakı yan yana içilecek. Benim öngörüm bu...” diyebilen bir İmam Hatipli var.

Bunu söyleyen sıradan bir İmam Hatipli değil.

Din felsefecisi, TBMM Dışişleri Komisyonu üyesi, Ak Parti milletvekili Prof. Necip Taylan…

Hürriyet’in adı lazım değil bir köşe yazarına, “Bakın farklı kesimler artık bir araya geliyor. Başı açık kızlarımız başörtülü kızlarımızla kol kola gezebiliyor. Sizler içki içerken, ‘akademik’ konuları konuşabiliyoruz. Yarın zemzem ile rakı yan yana içilecek. Benim öngörüm bu...” demiş.

Görüldüğü gibi değerli akademisyen milletvekilimizin çok enteresan görüşleri var.

Her şeyden evvel, ‘akademik’ konularla alakasız siyasî dedikodu yazıcılığı yapan bir köşe yazarıyla hangi ‘akademik’ konuları konuşabildiği büsbütün muamma…

Belki de, ‘akademik konuları’ mezkur köşe yazarı ve benzerleriyle konuşabilmek apayrı bir akademik başarı olsa gerek. Neyse, pek önemi yok. Geçelim.

Önemli olan; değerli din felsefecimizin “öngörü”sünün sadece öngörüden ibaret olmaması...

Çünkü yarınlarda zemzem ile rakının yan yana içileceğini dillendirirken öngörüden ziyade bir dilek, bir arzu ve hatta bir hedef koyuyor ortaya.

Yani, zemzem ile rakının yan yana içilmesini ulaşılması gereken ve ulaşılacak olan bir aşama olarak görüyor.

Muhterem hocamıza haksızlık yapacak halimiz yok; bu tuhaf örneği durduk yere değil, toplumsal mutabakat adına veriyor elbette.

Ertuğrul Bey’ciğim (portakal suyuyla da olsa) Sayın Başbakan’dan nasıl ki kadeh kaldırmasını bekliyor, Sayın Taylan da zemzem ile rakının yan yana içilmesini hayal ediyor.

Maksat?

Uzlaşmak, normalleşmek, gerginlikten uzaklaşmak…

(...)

Muhterem hocam beni bağışlasın ama, başı açık kızlarla başörtülü kızlarımızın kol kola gezmesiyle, zemzemin rakıyla yan yana gelmesi arasında nasıl bir bağlantı kurmuş, hâlâ anlayabilmiş değilim. (...)

Yahu her şey yerli yerinde dursa, herkes yerli yerinde durana kendi yerine tecavüz etmediği sürece saygı gösterse olmaz mı?!

Yeni Şafak, 27.8.2008

Salih Tuna

28.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır