"Gerçekten" haber verir 30 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

TSK neden demokrasiye taraf değil?

Kara Kuvvetleri Komutanlığını, Genelkurmay Başkanlığına atanan Orgeneral İlker Başbuğ’dan devralan Orgeneral Işık Koşaner’in devir teslim töreninde yaptığı konuşmayı okuyunca, iki şey düşündüm:

Birincisi, neden bu askerler yekten ve doğrudan ‘demokrasiye’ taraf olmazlar?

İkincisi, çok ciddi kavramsal yanlışlarla dolu, ayrıca da nezaketsiz bu konuşmaları acaba kimler yazar?

* * *

Toplum ‘Demokrasi kültüründen’ nasibini almamışsa, ‘yetkililer’ de nazik olamıyor.

‘Kendi gibi düşünmeyeni’ çok ağır ifadelerle ve anında suçluyor.

Orgeneral konuşmasındaki şu pasaja bakın: ‘Bu kapsamda etnik kimlikçilik, cemaatçilik, kültürel farklılık gibi alt kimlikleri ön plana çıkaran girişimlerle ulus devlet yapısı dağıtılmaya çalışılmaktadır.

Küresel güçler tarafından kurgulanan ve ülke içi medya, bazı akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplum örgütleri içine yuvalanan postmodern bir tabakanın oluşturduğu propaganda ve etki ağı; ulusal birlik, ulusal değerler ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi yönündeki gayretlerini sürdürmektedirler.’

Amacım Türkiye’deki üslup ve içerik sefaletinden yakınmak olmasa, kendi gibi düşünmeyenleri ‘küresel güçler tarafından kurgulanmakla’ suçlayan Orgeneral Işık Koşaner’e, kimsenin ne olup bittiğini pek de bilmediği ‘İncirlik Askeri Üssü’ konusundaki fikrini sorardım.

Ama sormayacağım.

Sadece bazen insan kendinin de ‘yanılmakta olduğunu’ veya ‘kendisinden farklı düşünmenin de’ mümkün olabileceğini düşünmesini tavsiye edeceğim.

Konuşma öncesi, AB’nin 2000 yılında kabul ettiği ‘Temel Haklar Şartı’na göz atılmış olsaydı, ‘alt kimliklerin’ bölücülük değil, ‘insan odaklı’ yeni demokrasi anlayışının da özü olduğu görülürdü... O nedenle bu konuşma AB üyesi hiç bir ülkede yapılamaz, yapılırsa da komik olur.

Kendini ‘doğru ve sabit’ diğerini ‘kurgulanmış’ olarak suçlamak demokratik de değil, nazik de değil.

* * *

Tarihsel değişim sürecinde kaçınılmaz olarak feodalitenin yerini merkezi imparatorluklar, imparatorlukların da yerini ulus-devletler alırken, bu süreçte imparatorluklara sahip çıkmak ne ise... Bugün yeni Kara Kuvvetleri Komutanı’nın yaptığı da o.

Hâlbuki yukarıdaki örneklerin de gösterdiği gibi sosyal yapı değiştiği için, başta ‘ulus-devleti’ inşa eden Fransa olmak üzere dünya, küreselleşmenin rüzgárında ‘yeni bir sosyal örgütlenme modeli’ arıyor... Sınırların, ulusal para birimlerinin tarih olduğu AB yeni bir ‘örgütlenmeden’ başka nedir zaten?

Sosyal yapı değişince, toplumsal örgütlenme de değişir.

Bunları yok sayıp...

‘Tarihin temposunu’ ve ‘zamanın ruhunu’ idrak edenlere ‘küresel güçler tarafından kurgulanmış’ demek, bir hoca olarak benim açımdan, çok eksik bilgi ve yeryüzünde olup biteni çok yetersiz okuma anlamına gelir.

Askerlik başka, bilim başka.

Herkesi asker yapmaya, asker gibi düşünmeye, daha da öte, yanlış düşünmeye zorlamanın ne anlamı var ki?

* * *

Bir cümle daha...

‘Türk Silahlı Kuvvetleri ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir.’

Önce bir kavram hatası...

‘Üniter devlet,’ bir yönetim biçimi... Bunun alternatifi ‘federasyon’... ABD, Almanya, İsviçre bu tip ülkeler.

Bunun ‘toprak bütünlüğü’ ile hiç bir ilgisi yok... ‘Üniter’ kavramı ‘merkezden yönetim’ anlamına kullanılmakta.

‘Üniter’ kavramı eğer, ‘toprak bütünlüğü’ anlamına kullanılıyorsa, kavramsal hata.

Yok, eğer doğru olarak ‘merkezi devlet’ anlamına kullanılıyorsa, bu da demokratik hata... Çünkü yönetimin üniter ya da federal olup olmayacağına karar vermek ‘askerin’ değil, parlamentonun işi...

* * *

Ayrıca da...

TSK neden ‘demokrasiden’ yana taraf değil?

Demokrasi zaten laikliği kapsıyor... Ama laiklik demokrasiyi kapsamıyor... Unutmayın ki Saddam da laikti...

AB’yle müzakare yürütüyoruz ama TSK ulus-devlet’ten yana.

AB’yle müzakere yürütüyoruz ama TSK demokrasiden değil, Diyanet işi laiklikten yana.

AB’yle müzakere yürütüyoruz ama ‘üniter’ kavramını ‘toprak bütünlüğü’ sanıyoruz. AB’yle müzakere yürütüyoruz ama ‘yönetim metoduna’ parlamento değil, askeriye karar veriyor.

* * *

Tartışılacak bir cümle daha...

‘Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkmak iç siyasetle ilgili değildir.’

Madem siyaset değil, neden ‘demokrasinin temel niteliklerine’ sahip çıkmıyorsunuz?

Siyaset değil ise, ‘Tek parti rejimini biçimlendiren Kemalist Cumhuriyet yerine neden demokratik cumhuriyet şiarını benimsemiyorsunuz?’

‘Cumhuriyet’in temel niteliklerinde’ ısrarlı olmak, ‘ben Kemalistim’ demek... Ayrıca ‘altı ok’çuyum’ demek... Orada da ‘demokrasi’ olmadığına göre ‘varsın olmasın’ demek.

* * *

Uzatmaya gerek yok ama insan üzülüyor...

Koşaner kimseleri suçlamadan ‘Demokrasiden, küreselleşmenin nimetlerinden ve AB standartlarından’ yana taraf olduklarını söylese, konuşması mı ‘anlamsızlaşacak’ veya ‘küresel güçler tarafından kurgulanmış’ sayılacaktı?

Yoksa daha çağı özümseyen, tarihe karşı durmak yerine onun aktığı istikamette toplumun zenginliğini ve özgürlüğünü savunan daha hatasız bir metne mi imza atmış olacaktı?

* * *

Demokrasiye...

Küreselleşmeye...

Ve AB’ye karşı bir militer zihniyet, Türkiye’ye haksızlık olmuyor mu?

STAR, 29 Ağustos 2008

Mehmet Altan

30.08.2008


 

Postmodern demokrasi

Kara Kuvvetleri Komutanlığına atanan Orgeneral Işık Koşaner, “münferit olayların jandarmaya teşmil edilerek suçlu gibi gösterilmesinin teşkilat mensuplarını derinden yaraladığı”ndan yakınmış.

Bazen “münferit” denilen olaylar, kurumların bütünüyle eleştirilmesi, yıpranması ya da yıpratılmasında önemli rol oynarlar. Ergenekon soruşturması, “jandarma” açısından böyle bir sonuç doğurdu. Bunda da en büyük etken, iddianamenin “bir numara”lı sanığı emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün Susurluk’ta adının karıştığı olaylar zincirinin Danıştay saldırısından Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasına, “301 mağduru” Hrant Dink’in mahkeme önlerinde hedef gösterilerek öldürülmesine dek pek çok “kirli” operasyona uzanmasıdır.

İddianamede nedense yer verilmedi, ama Pelitli’deki “çete”nin AGOS gazetesi Genel Yönetmeni Hrant Dink’i öldüreceğini “sağır sultan” duymuşken, “istihbarat elemanı” Erhan Tuncel’den gelen bilgiyi örtbas ettiği mahkemede astsubaylarca açıklanan Albay Ali Öz’ün jandarma mensubu olması rahatsız edici, “yaralayıcı” değil midir?

Ya JİTEM’in 1990’lı yıllardaki faaliyetleri? İtirafçılar eliyle, PKK’ya yardım ettikleri öne sürülen kişilerin öldürülmesi?

“Derin devlet” rezaletleri Susurluk kazasıyla ortaya döküldüğünde toplum ayağa kalktı.

Işık söndürme eylemleri yapıldı.

TBMM’de soruşturma komisyonları kuruldu.

Ancak, gerçek sorumlulara dokunulamadı. Çatlı’nın arkasındaki güç Veli Küçük, komisyona çağrıldığı halde Meclis’e gitmedi.

Korunup-kollanmakla kalmadı, terfi ettirildi. Paşa oldu!

Dönemin Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman da eski MİT müsteşarı olarak Uğur Mumcu suikastı dahil pek çok “derin” olaydan bilgi sahibi olmasına karşın—Gazetelerin Ankara temsilcileri ve yazarlarıyla bir araya geldiği yemekli bir söyleşide “İçinizden biri de öldürülebilir!” demişti—suskunluğunu korudu.

Keşke Işık Koşaner Paşa’nın “münferit” dediği olayların üzerine o zaman gidilebilseydi. JİTEM dağıtılsaydı! Veli Küçük’lerin Ergenekon örgütlenmesine izin verilmeseydi.

“Darbecilik” suçlamaları emekli Jandarma genel komutanlarına uzanmasaydı.

28 Şubat sürecinde, Susurluk’un aydınlanması için “ışık söndürülen” milyonlarca ev arasında “askeri lojmanlar” da vardı.

Koşaner Paşa şimdi “küresel güçler tarafından kurgulanan, medya, akademik ve sermaye çevreleri ile sivil toplumda yuvalanan postmodern bir tabakanın propaganda ve etki ağı”ndan yakınırken, adı “postmodern darbe”ye çıkmış 28 Şubat’tan bu yana “postmodern demokrasi”nin güçlendiğini nedense kabul etmez gözüküyor.

Ergenekon adlı “suç örgütü”nün ortaya çıkarılması, Türkiye’nin artık darbelerle yönetilmeyeceğinin anlaşılması, demokrasinin güçlendirilmesi de “ulus devlet”in çıkarına değil midir?!

Milliyet, 29 Ağustos 2008

Derya Sazak

30.08.2008


 

ÇÖMEZ VAKASI

Turhan Çömez’i AK Parti’nin kuruluş döneminde Tayyip Erdoğan’ın özel kalem müdürlüğü yaptığı dönemde tanıdım.

Tıp eğitimi almış birinin özel kalem müdürlüğü yapmasını yadırgamış, bunu kendisine de ifade etmiştim.

Çömez seçimler sırasında epey çaba harcayarak AK Parti’den Balıkesir Milletvekili seçildi.

Ondan sonra geçen süre içinde partisiyle arası açıldı ve ihraç edildi.

Ancak Çömez’in değişik ilişkileri AK Parti’ye açılan kapatma davası açıldıktan sonra ortaya çıktı.

Ankara Tenis Kulübü’nde Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili Osman Paksüt ve eşiyle olaylı buluşması şaşırtıcıydı.

Bu yemeğin ardından CHP lideri Baykal’la bir araya gelmesi de aynı derecede şaşırtıcıydı.

Turhan Çömez’in Ergenekon Soruşturması’nda gözaltına alınan Güler Kömürcü ile yaptığı görüşme olayın başka bir boyutunu ortaya koydu.

Çömez, Kömürcü’yü ısrarla Paksüt çiftiyle tanıştırmak istiyor.

Paksütler için Kömürcü’ye “MHP tandanslıdırlar ve biz beraber hareket ediyoruz. Yani Ferda’ya seni tanıştırmayı çok isterim” diyor.

Burada dikkat edilmesi gereken husus “beraber hareket etmek.”

Anayasa Mahkemesi Başkan Vekili, Ergenekon soruşturması kapsamında aranan eski bir siyasetçiyle hangi konuda beraber hareket ediyor, merak uyandırıcı.

Üstelik bu görüşmenin AK Parti’ye kapatma davası açıldığı bir dönemde yapılmış olması olayı daha da ilginç hale getiriyor.

Bayan Paksüt bu görüşme nedeniyle dün savcıya saatler boyu ifade verdi.

İfadesi de “Ergenekon zanlısı” sıfatıyla alındı.

Normal hukuk devletinde de pek rastlanmayan bir tablo.

Türkiye’de hukukun güvenilirliğini zedeleyen bir tablo, demek daha doğru olur.

Bu, Ergenekon denilen örgütün, sadece kanlı olaylara karışmadığı, yüksek yargıyı da kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeyi amaçladığını gösteren bir tablo aslında.

Türkiye birinci sınıf bir hukuk devleti olacaksa, hukuku gerek çetelerin, gerek cemaatlerin etkisi dışında tutması gerekir.

Bu soruşturmanın sonucu ne olur bilinmez elbette ama Anayasa Mahkemesi kararını manipüle etmek isteyen bir çaba olduğu anlaşılıyor.

Aksi halde Turhan Çömez birdenbire İngilizce öğrenme merakına kapılıp İngiltere’ye gitmezdi.

Veya çevresiyle tanıştırmayı amaçladığı dostlarının başı, kendi sözleri yüzünden sıkıntıya girdiğinde böyle sessiz kalmazdı.

Çömez’in Türkiye’ye dönüp konuşması birçok karanlık olayı aydınlığa çıkaracaktır diye düşünüyorum.

Sabah, 29 Ağustos 2008

Ergun Babahan

30.08.2008


 

ORDU GÖREVE!

Ordunun görevi nedir? Yurt savunmasına hazır olmak, ülkeyi düşman orduların saldırılarına karşı korumak; bunun için gerekli olan personele, teçhizata, hazırlığa ve caydırıcılığa sahip olmak...

Bizim ordu hâlâ ‘iç siyaset’ mesajları vermeye devam ediyor. Madem ülkenin dört yanı düşmanlarla çevrili, madem şimdilerde Kafkasya kaynıyor, Irak tehdit kaynağı olmaya devam ediyor, İran ve Suriye ile Batı arasında ciddi bir gerilim var, terör can almaya devam ediyor; o zaman yapılması gereken ‘postmodernizm’e eleştiriler dizmek değil. Onu bırakın akademisyenler, yazarlar yapsın.

Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Işık Koşaner’den, devir teslim töreninde postmodernizme ve küreselleşmeye ilişkin bir söylev vermek yerine Türkiye’nin çevresinde beliren ‘tehdit ve tehlikelere’ karşı ülkenin askerî gücünü, hazırlığını, kapasitesini, yeteneğini öne çıkaran; böylece düşmanı ‘caydıran’ bir konuşma yapmasını beklemek hakkımızdır. Ordu, asli görevine acilen dönmelidir, hele etrafımızdaki güvenlik sorunları daha da derinleşmişken.

Orgeneral Koşaner, ‘askerî’ değil, ‘siyasî lider’ gibi konuşmuştur. Tezlere bakalım; ‘Ulus devletler adeta demokrasi adına dağılmaya, insan hakları adına da bölünmeye mahkum edilmektedirler.’ Yani, demokrasi ulus devletleri dağıtıyor, insan hakları bölüyor. Gerçek tam da bunların tersi. Demokrasi de insan hakları da ulus devleti tahkim ediyor, tehdit değil. Demokrasi olamayan, insan haklarına sahip çıkamayan ulus devletler eriyor, yok oluyor. Çünkü bunlar olmayınca bizatihi devletin meşruiyeti sorgulanır hale geliyor; zorba otorite de yeniliyor özgürlük ve hukuk taleplerine...

Bir başka iddia; AB uyum yasaları, güvenlik güçlerinin teröre karşı mücadelede elini zayıflatmış. Hemen soralım: AB uyum yasaları ne zaman Meclis’ten geçmeye başladı? Şubat 2002’de. Madem uyum yasaları güvenlik güçlerini etkisiz hale getirdi, bu yasalar yokken, yani 2002 öncesinde ordu PKK’yı neden bitiremedi? Bu sorunun cevabını iyi düşünmek ve sorumluluğu ‘özgürlükler’in üzerine yıkmamak gerek.

Kara Kuvvetleri komutanının AB sürecinde yapılan ve yapılması gereken reformları ‘dayatma’ olarak nitelemesi, AB kriterlerini ‘baskı ve tehdit’ olarak takdim etmesi, ciddi sorunların varlığını gösterir. Bunların en önemlisi de ordunun AB üyeliği konusunda oluşan kurumsal ve toplumsal mutabakatın dışında olduğudur.

Sivil toplum faaliyetleri hiçbir çağdaş orduda ‘bozucu ve yıkıcı özellikli güvenlik sorunu’ olarak nitelenemez. Yurtdışı ile işbirliği yapması ‘tehlikeli’ görülen sivil toplum, ‘içe kapatılan Türkiye’ vizyonunun bir uzantısıdır. Aslında tehlikeli görülen, ‘dışarı’ ile bağlantılı tüm kişi ve kuruluşlar. Elli yılı aşkın NATO üyesi olan bir ülkenin bu düzeyde bir komutanının ‘dış’a ve küreselleşmeye ilişkin bu yaklaşımı ordunun Soğuk Savaş sonrası yaşadığı ‘ulusalcı içe kapanma’ refleksinin bir tezahürü olmalı. ‘Ordu, Türkiye modernleşmesinin öncüsüdür’ sözünü çok duymuştuk, ama bu konuşmanın yansıttığı zihniyetteki ordu, Türkiye’de modernleşmenin öncülüğünü değil, aksine anti-modern bir tutuculuğu sahiplenmiş görünmektedir.

Orgeneral Koşaner’e göre ‘Küresel güçler tarafından kurgulanan’ medya, akademisyenler, sermaye çevreleri ve sivil toplum örgütleri ‘post-modern bir tabaka’ olarak ‘propaganda ve etki ağıyla ulusal birlik, ulusal değer ve güvenlik parametrelerinin zayıflatılması ve çözülmesi’ yönünde gayret gösteriyorlarmış. Böylesi vahim yanlışlar içeren bir yargıyı taşıyanlar ne yaparlar? Medyayı, akademyayı, sermayedarları ve sivil toplumu fişlerler, andıçlarlar, bunlara karşı psikolojik operasyonlar yürütürler ve hatta...

Orgeneral Koşaner’in konuşması AB karşıtı, demokrasi ve insan hakları karşıtı, piyasa ve küreselleşme karşıtı siyasi bir manifestodur ve ordunun vazifesiyle hiçbir alakası yoktur. Meraklısı çıkarır üniformasını, girer siyasete konuşur; alır kalemi eline tartışır. Kimse TSK adına kendi kişisel siyasetini yapmamalıdır.

Zaman, 29 Ağustos 2008

İhsan Dağı

30.08.2008


 

Jandarma neden vardır?

Hükümetin hazırladığı yeni Ulusal Program’da yer alan iç güvenliğin sivilleştirilmesi reformunun ne kadar hayati bir reform olduğu, Ergenekon soruşturması genişledikçe ve derinleştikçe daha iyi anlaşılıyor.

“Fırat’ın doğusundaki Ergenekon” bizim bu taraftakinden çok daha insafsız, çok daha vahşi ve çok daha pervasız... Kimi jandarma görevlilerinin başrolde olduğu bu vukuatların bir kısmını zaten biliyorduk. Bir kısmını biz bilmiyorduk ama bölge insanı çok iyi biliyordu, bir kısmını ise hep birlikte yeni öğreniyoruz.

Öğrendikçe de halka hesap vermeyen, kendini seçilmişlere karşı sorumlu hissetmeyen, askeri hiyerarşi içinde çalışan silahlı bir güç iç güvenlikten sorumlu tutulduğunda neler olabileceğini daha iyi anlıyoruz. Ve şu soru geliyor gündeme: Jandarma neden vardır? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Eğer polis teşkilatı, en ücra köye, en küçük mezraya kadar Türkiye’nin dört bucağına uzanan geniş bir ağ kurabilecek, etkinlik sağlayabilecek durumda olsaydı, jandarmaya gerek kalır mıydı?

O zaman bu teşkilatın lağvedilmesini konuşur muyduk? Elbette konuşurduk ve konuşmalıyız. Kimileri, birçok kurumun olduğu gibi jandarmanın da ezelden ebede yaşayacak bir kuruluş olduğunu sanabilirler; jandarmanın lağvından bahsetmeyi devletin lağvından bahsetmekle eş tutabilir, telaffuz edilmesine bile dayanamayabilirler.

Ama bu takıntılılar bize jandarmanın iç güvenlik görevi yapmasının bir istisna olduğunu, geçici bir durum olduğunu unutturmamalı. Jandarma teşkilatının varlığı, esas olarak polis teşkilatının eksikliklerine dayanır ve asıl hedef, bu eksikliklerin zaman içinde giderilmesi ve jandarmanın görev alanının ve yetkilerinin süreç içinde küçülmesidir. Kaldı ki bu geçicilik durumu “Polisle İlişki Çalışma ve İşbirliği Esaslarını” düzenleyen Jandarma Yönetmeliği’nde de açıkça dile getiriliyor.

Söz konusu yönetmeliğe göre, “polis görev ve sorumluluk alanı olup da, bugüne kadar Polis Teşkilatı kurulmayan yerlerdeki emniyet ve asayişe ilişkin hizmetler, polis teşkilatı kuruluncaya kadar, Jandarma iç güvenlik birliklerince yerine getirilir. Şehir ve kasabalarda kentleşme nedeniyle; belediye sınırları genişledikçe bu yerlerdeki, Jandarmaya ait görev ve sorumluluk alanları ..... polise devredilir.” Kimin kararıyla devredilir? İşte bu nokta problemli.

Çünkü yönetmelik, devir işleminin valiliğin önerisi, Jandarma Genel Komutanı’nın uygun görmesi ve İçişleri Bakanı’nın onayı ile gerçekleşeceğini söylüyor. Peki neden? Eskiden jandarma alanı olan herhangi bir yerde polis teşkilatı kurulmuşsa ve artık jandarmaya ihtiyaç kalmamışsa, yani o bölgenin artık polise devri gerekiyorsa, bu durumu “onaylamak” neden Jandarma Genel Komutanı’na düşsün?

Kanun, bir yerin polisin görev alanı sayılması için o yerin il ve ilçe belediye sınırı haline gelmesini veya o yerde polis teşkilatı olmasını yeterli sayıyorsa, bu şartlar da gerçekleşmişse, mesele çözülmüş demektir. Devletin iç güvenlikten sorumlu birimleri gereken işlemleri yapar, tabii ki Jandarmayı da bilgilendirirler.

Umalım ki, hükümetin hazırladığı yeni Ulusal Program’da yer alan “İç güvenlik hizmetlerinin koordinasyonu ve iç güvenlikle ilgili görev, yetki ve sorumlulukların etkin olarak yerine getirilmesini güçleştiren mevzuat ve uygulamanın değiştirilmesi” ifadesinde kastedilen mevzuat değişikliklerinden biri de bu olur.

Umalım ki, iç güvenliğin sivilleşmesi çerçevesinde yapılacak reformlarda, EMASYA protokolünün değiştirilmesiyle, yani jandarmanın 28 Şubat öncesi sınırlarına çekilmesiyle yetinilmez, daha ileri gidilir; demokrasimiz iç güvenliğin askerileşmesinin yarattığı tahribattan bütünüyle kurtarılır.

Bugün, 29 Ağustos 2008

Gülay Göktürk

30.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır