"Gerçekten" haber verir 09 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Av. Ergin Cinmen: ‘Askerler darbeyi eleştirmiyorsa benimsiyor demektir’

12 Eylül günü kurulacak Vicdan Mahkemesi’nde darbeye ilişkin iddianameyi okuyacak olan avukat Ergin Cinmen’le 1980 askeri darbesi üzerine konuştuk.

- Aradan 28 yıl geçmesine rağmen neden hâlâ 12 Eylül 1980’deki askerî darbeyi tartışıyoruz?

- 12 Eylül’ün etkileri hâlâ devam ediyor. Bu, yalnızca 12 Eylül’le birlikte yaratılan kurumların varlıklarını devam ettirdikleri için değil, Türkiye’nin yaşadığı sorunların kaynağının 12 Eylül’le birlikte yaratılan sistemden kaynaklanmasıyla da ilgili. Bugün Türkiye’nin önünde iki önemli sorun var; biri Kürt meselesi, diğeri laiklik. Bunlar, bu topraklarda daha önce de sorundu ama 12 Eylül’ü yapanlar bu sorunların çözümünü zorlaştırdı. Bugün 12 Eylül 1981-84 yılları arasında Diyarbakır Cezaevi’nde kalmış herhangi bir insanla konuştuğunuzda, size “Kürt olduğumu o dönemde anladım,” diyecektir. 60’ın üzerinde tutuklu orada öldürdüldü, hâlâ cezaevine kimin girdiğinin, kimin çıktığının kayıtları bile yok. Tersi bir şekilde Kürtlerin kendilerini farklı bir halk olarak hissetmelerinin sebeplerinden birisi de 12 Eylül’den sonraki uygulamalardır. 1984’te Eruh’ta PKK’nın baskını, 12 Eylül’le yoğunlaşan baskıya karşı tepkidir. Askeri darbenin lideri Kenan Evren, Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanı Kemal Yamak’a emir vermiştir; o da Esat Oktay Yıldıran gibi ırkçılığıyla övünen birisini görevlendirmiştir. Bugün hâlâ cenazeler geliyorsa bunu sebebi 12 Eylül’ün bu sorunu çözümsüzlüğe götürmesidir. Malatya’daki katliam da şehit cenazeleri de 12 Eylül’ün ürünü. Yüzde 47 oy alan bir iktidar partisi irticanın odağı olarak suçlanıp kapatılmak isteniyorsa, bunun altında laiklikle ilgili meselenin çözüme kavuşturulamaması yatar. 12 Eylül’le birlikte Türk-İslam sentezi ideolojisi yaygınlaştırılmaya çalışıldı, İmam Hatip okullarının sayısı arttı. Bugün Malatya’da yalnızca başka inançtan oldukları için insanlar öldürülüyorsa, Hrant Dink sokak ortasında vuruluyorsa, bunun sebebi de 12 Eylül’dür.

- Bahsettiğiniz iki temel sorunun aşılması, bir bakıma 12 Eylül’le de hesaplaşmak anlamına mı geliyor?

- 12 Eylül yalnızca dünün değil, bugünün de sorunu çünkü. 12 Eylül’ü yapanlar toplumun kucağına bahsettiğim bu iki temel meseleyi koydular. Diğer yandan 12 Eylül’ü yaratan ordunun komuta kademesi etkinliğini hâlâ sürdürüyor. Askerler, 27 Mayıs’daki darbe için özür diledi. Adnan Menderes’in adı üniversitelere, yollara verildi, bu ordunun özür dileme şeklidir. Ama 12 Eylül için böyle bir şey olmaz. Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Eylül’de yapılan işleri eleştirmiyorsa benimsiyor demektir.

- Peki Anayasa’nın geçici 15. maddesi kaldırılırsa?

- Bu madde değişse ve yargılanma olsa ne olur ki? Sistem 12 Eylül’le yüzleşmek istemiyor. Eğer bugün “Önümüzdeki sorunları çözelim, demokratik bir hukuk devleti yaratılım,” denseydi; bahsettiğim laiklik ve Kürt meselesinin halledilmesi için uğraşılırdı.

- Neden yüzleşemiyoruz?

- Sistem kendi kendisiyle hesaplaşmıyor. Toplum 12 Eylül’de yaratılan korku ortamıyla uyuşturuldu, kimse eski günlere dönmek istemedi ama orada bilinmeyen ya da bilinmek istenmeyen, Türkiye’nin askeri darbe ortamına adım adım getirildiği. 12 Eylül’den bir gün önce sıkıyönetim komutanlarının yetkileri neyse bir gün sonra da aynısıydı. Terör 12 Eylül öncesi de çözülebilirdi ama çözülmek istenmedi. Kenan Evren’in anılarını okusanız bile bunu görebilirsiniz.

- Kendi meşruiyetlerini mi yarattılar?

- Kesinlikle ve bunu da başardılar. 12 Eylül öncesi yaşananları adım adım takip edin, askeri darbenin baştan beri planlandığını görürsünüz. 12 Eylül’cüler askeri darbe yapmakla kalmadılar toplum mühendisliğine de soyundular. 12 Eylül’ün en büyük başarısı da budur zaten. YÖK’müş, 1982 Anayasası’ymış çok da önemli değil. 12 Eylül’den sonra yaşadığımız şeyler nasıl bir toplum istendiğinin ispatıdır. Darbeciler toplumdan açıkça rıza aldılar.

- Size göre aslında toplum bilmeden, her gün 12 Eylül’ü yaşıyor diyebilir miyiz?

- Kesinlikle. Şehit cenazeleri, laiklikle ilgili tartışmalar bunun göstergeleri. Ergenekon’a bakın, darbenin komuta kademesi kadar usta ve organize değiller ama onlar da toplum mühendisliğine soyunmuş.

- Vicdan Mahkemesi kuruluyor. Peki geçici 15. maddenin kaldırılması için bir çalışma yapılamaz mı?

- Kaldırılsa ne olur ki? Hatırlarsanız Sacit Kayasu adlı savcı dava açmıştı. Adama meczup muamelesi yaptılar. Yaptığı doğruydu ve asıl olarak da vicdani bir duruma işaret ediyordu.

- 12 Eylül’le hesaplaşma siyasî olduğu kadar da vicdanî bir mesele mi demek istiyorsunuz?

- Asıl mesele nasıl yaşayacağımıza karar vermekte. Darbelerin olmadığı, hukuk kurallarının geçerli olduğu bir ülke isteyip istemediğimize karar vermeliyiz. Toplumun şu an böyle bir derdi yok, 12 Eylül’le ilgili bir hesabı yok, böyle bir irade olmadan ne yapsanız boş. Bir örnek vereceğim; Diyarbakır Cezaevi’nden çıkmış birisi bana “Devlet bir kez özür dilesin, yeter,” demişti. Vahşice işkence görmüş birisi bir özür bekliyor ama bu olmayacak çünkü devlet eğer 12 Eylül için özür dilese, kendi varlığını inkâr etmiş olur. 12 Eylül’ü eleştirmek idam edilen insanları, işkence görenleri, yakılan kitapları hatırlatmak kadar, toplumun kendi vicdanına da sahip çıkması anlamına gelecektir.

- Darbelerden sonra toplumsal bellek önem kazandı. Meselâ Arjantin’deki cunta karşıtı hareketler toplumsal belleğe dikkat çekmişti? Türkiye toplumu neden bunu başaramadı?

- Toplum o günleri hatırlamak istemiyor. İnsanlar ‘Acaba bugün öldürülür müyüm?’ psikolojisinde yaşamak istemiyor. 12 Eylül denince öncesinde yaşananlar akla geliyor ama 12 Eylül’ün hâlâ devam ettiğini görmek istemiyor.

Sabah-Pazar, 7.9.2008

Konuşan: Nuh KÖKLÜ

09.09.2008


 

Ders kitapları meselesi

Star Gazetesi’nin 6 Eylül Cumartesi günkü sayısında ilköğretim 8. sınıfta okutulan ‘İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük’ kitabıyla ilgili çok önemli bir haber yer aldı; yurtdışında bulunduğum için gazeteyi ancak internet üzerinden görebiliyorum yani haberlerin sahifelerde nasıl yeraldığını çok iyi anlayamıyorum ama edindiğim izlenim Star gazetesi bu konuyu haber yaparak çok başarılı bir iş yapmış ama biraz hafif geçiştirmiş.

Türkiye’de ders kitapları meselesi sanıldığından ve özellikle benim uzun seneler düşündüğümden de çok daha önemli bir mesele.

star bu haberi ‘ İlköğretim kitapları darbecilik rehberi gibi’ bir başlıkla duyurmuş.

Haberin içinde de 1960, 1971, 1980, 1997 darbeleri hakkında kitabın yorumları yer alıyor ve bu yorumların adeta bu darbeleri meşru göstermek için yazıldığını görüyoruz. Oniki, on üç yaşında çocuklar yakın tarihimizi berbat bir mantık ve yalan süzgeci üzerinden öğreniyorlar, bu haber bu gerçeği bir kez daha ortaya koyuyor ve konu bir dizi açıdan sanıldığından çok daha önemli.

Herşeyden önce devletimizin, hukuk ve siyasetimizin yapılanması ve işlemesi hakkında çok önemli ipuçları üreten bir konu bu.

Azımsanmayacak bir süredir Milli Eğitim Bakanlığı’nın başında yaşama bakış açısı bu kitapların ideolojisiyle pek uyuşmayan bir bakan var ama anlaşılan atılan tüm olumlu adımlara rağmen bakanlığın ve siyasal iktidarın politikalarının ders kitaplarını yumuşattığını düşünmek pek kolay değil.

İlköğretim ders kitaplarının genel yaklaşımını doğrudan Bakan değil, Talim ve Terbiye Kurulu oluşturuyor, bu durum bir ölçüde normal ve gerekli ama yine de öğretim sürecini siyasi yaklaşımların görece dışında tutmak için çalışması gereken bu Kurul’un bizzat kendisinin Bakan’a rağmen başka tür bir politikayı, üstelik darbeci bir zihniyet politikasını ders kitaplarına yansıtmasının üzerinde uzun uzun düşünmemiz gerekiyor.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarının altıncı ve Sayın Hüseyin Çelik’in bakanlığının yaklaşık beşinci senesinde ders kitaplarında hálá 60 darbesi, 12 Mart müdahalesi, 12 Eylül faşizmi olumlanabiliyorsa ortada bu olumlamayı çok aşan başka bir sorun var demektir.

Ben kendi payıma bir itirafta bulunmak istiyorum; yaklaşık hepimiz bu anlamsız ve buram buram tek parti ideolojisi aşılamak için yazılmış kitaplarla büyüdük, yetiştik, bazılarımız bu cenderenin dışında kaldı, aştı, bazılarımız ise bu cendereyi gönüllü ya da bilinçsiz bir şekilde kabullendi.

İlk önceleri bu çok kaba, ilkel propaganda bana çok komik gelirdi zira bu derecede kaba bir üslupla yapılan tek parti ideolojisi propagandasından sıradan zekalı bir kişinin dahi pek etkilenmeyeceğini düşünür, yapılan edilenin, kitaptaki o komik anlatımları çok aptalca ve dolayısıyla çok anlamsız ve işlevsiz bulurdum ve itiraf edeyim bu nedenden de çok ciddiye almazdım.

Aradan seneler geçti, dünya değişti, Türkiye değişti ama bu kitapların komik, çağdışı yaklaşımı pek değişmedi ve ben bu büyük dönüşümlere rağmen değişmeyen bu ideolojinin bir milli eğitim ideolojisi olarak aşılanmasını hep komik buldum.

Ama, gün geldi ben başka bir gerçekle tanıştım.

Bu tanıştığım gerçek, bu kitaplardaki çağdışı koşullandırma gayretlerinin aslında benim sandığım kadar sonuçsuz olmadığını görmek oldu; propaganda, koşullandırma gayretleri ve konuları çok ilkel idi ama STANDART BİR MİLLİ EĞİTİMDEN geçenlerin önemli bir bölümünün bu tuzağa düştüklerini hayretle gözlemledim.

Doğrudur, her ulus-devlet kurulurken bir inşa ideolojisi yaratır, bunu işler ama bunu yüz sene sonra hala sürdürür ise durum komedi kavramını aşar, trajediye dönüşür. Bizde ise, bugün itibariyle artık komikleşen (20’lerde, 30’larda bir işlev üstlenmiş olabilir) milli eğitim ideolojisini aşmak için Bakanlık bile gayret gösteriyor (star’ın haberine bakarsanız çok başarılı değil) ama artık bu ridikül ideolojiyle yetişmiş nesiller şimdi bu komedinin daha ısrarlı, daha militan taşıyıcıları halindeler.

‘Bir türk dünyaya bedeldir’ ama bir italyanın geliri bir türkün gelirinin beş katıdır ama bu sonuncuyu ifade etmek ‘ihanet-i vataniye’dir, gerisi boş laftır.

Star, 8.9.2008

Eser KARAKAŞ

09.09.2008


 

Darbeler ders kitabında

Radikal’deki habere şaşırdım. 8. sınıfların İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük kitabına güncel konular girmiş. Darbeler de kitapta anlatılıyormuş ama, sanki askeri müdahalelere hak veren bir üslûp benimsenmiş.

Meselâ 28 Şubat süreciyle ilgili “Laiklik karşıtı söylem ve eylemlerin artması üzerine Milli Güvenlik Kurulu, 28 Şubat 1997’de hükûmeti uyardı” ifadesi kullanılıyormuş. 12 Mart değerlendirilirken, “Politikacıların çekişmelerinin toplumsal gerginliği arttırdığı, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin de, ülkedeki çatışma ortamını son erdirmek için hükûmete muhtıra verdiği” belirtiliyormuş. 12 Eylül için ise, “24 Ocak kararları ülkedeki sıkıntıya çözüm olamadı, aksine huzursuzluklara yol açtı. 12 Eylül’de TSK, geçici bir süre için yönetime el koydu” deniliyormuş.

Halaskaran-ı zabitan geleneği içinde, bütün askeri müdahaleleri doğal kabul eden bir anlayış hakim bu yorumlara. Sanki politikacılar “tencereyi pisletiyor”, asker “görevini yapıp”(!) temizliyor. Galiba bu metinler, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in gözünden kaçtı. Aksi takdirde, çocukların zihninin böyle yanlış ve antidemokratik bilgilerle doldurulmasına izin vermezdi.

Sabah, 8.9.2008

Nazlı ILICAK

09.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır