"Gerçekten" haber verir 04 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

ÖZKAN ERDEM

Zübeyir Ağabeyin bütün gayesi Nur Talebelerinin ittihadıydı

ARAŞTIRMACI-YAZAR HALİL USLU: -1-

Zübeyir Ağabey ile tanışmanız nasıl gerçekleşti?

Zübeyir Ağabey sevecen bir zattı. Bana çok lütufkâr sözler söylerdi. Model bir şahsiyetti. Eskiden Risâle-i Nur dersleri ekseriyetle evlerde yapılırdı. Kendilerini 6-7 yaşlarımda Konya’da, amcam merhum Abdülaziz Efendinin evinde, okudukları derste tanıdım. Kırk günlük bir teşrik-i mesaiden sonra Risâle-i Nurları ilk defa Zübeyir Ağabeye veren merhum Rifat Filizer Ağabey de oradaydı. 1955-56 yılları olabilir, ilkokul çağlarındaydık... Sonra onun Ziver Gündüzalp olduğunu öğrendim, o tarihte tanışamamıştık. Fakat göz kamerasıyla hafızama nakşetmiştim. Oturuş şekli bile hâlâ gözlerimin önünde. O sıralarda ne için Konya’ya geldiklerini bilmiyorum. Okudukları yer, Hz. Bediüzzaman’ın 1916-1917’de Rusya’daki esaret hayatından bölümlerdi. Kapının kenarından dinlediğim o ders bana çok tesir etmişti. Çünkü merhum babam da, Rusların istilâsında, Van ve yöresinde, Bitlis derelerinde, 1915 yıllarında, Hz. Bediüzzaman’ın gönüllü milis kuvvetlerinde 14-15 yaşlarında küçük neferi olarak bulunmuş ve yaralanmış. Uzun yıllar Hz. Bediüzzaman’ı bir resmî ordu komutanı bilirdim. Çünkü bu yerler çok okunurdu.

Merhum Zübeyir Gündüzalp, 51 yaşında Hakkın rahmetine kavuştu. Yarım asırlık ömrünün çoğunu hizmete adamış biri. Bu ömrü değerlendirirsek neler söylemek istersiniz?

Zübeyir Ağabey, kısa ömrünün büyük kısmını tamamen Hz. Bediüzzaman’a ve onun eserlerine vakfetmiş ve hizmeti şeref kabul etmiş bir zât. Bu benim ve birçok Nur Talebesi için numune-i imtisâl bir hareket. Ayrıca yarım asırlık ömründe unutulmayan eser ve hatıralar da koymuş ortaya. Zübeyir Ağabey ihtilâf ve tefrikalara şiddetle karşı duruyordu. Bütün gayesi Tüllab-ı Nurun bir meşveret çatısı altında ittihad etmesi idi.

O Risâle-i Nur’un doğrudan doğruya Kur’ân’ın bu asırda eşsiz bir tefsiri olduğunu ve Kur’ân’ın bir mû’cize-i manevîsi olduğunu, konuşmasıyla, yaşantısıyla fiilen göstermiştir. Yani Risâle-i Nur varken hiçbir esere ihtiyaç duymazdı ve onun için Emirdağ Lâhikası neyse, Mektubat aynı idi. Tavizsiz bir istikrar âbidesi idi. Üstaddan başka üstad kabul etmezdi. Yani hem kanaat, hem de muhabbetle hayatını idame etmişti. Yakın görüşme ve hususî sohbetlerimde hep bunu hissettim. Üç kelimesinden biri ya Üstad, ya da Risâle-i Nur idi. Şimdi bu yaşantı modeline biz çok muhtacız. Ayrıca Sözler kitabının 25. Söz’ünde geçen “Elde Kur’ân gibi bir mû’cize-i baki varken başka burhan aramak aklıma zaid görünür / Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?” sözü merhum Zübeyir Ağabeyde Risâle-i Nur cihetiyle tecellî ettiğini açık bir şekilde görebilirdiniz!

Siz uzun yıllardır Konya’da ikamet ediyorsunuz. Zübeyir Ağabey de Konya Ermenek doğumlu. Bir vesileyle Konya’da Zübeyir Ağabey ile görüşmeniz oldu mu?

Zübeyir Ağabey ile görüşmemiz çok oldu, ama Konya’da görüşmemiz 1967 senesinde Abdülmecid Nursî Ağabeyin vefatında gerçekleşti. Malûm, 11 Haziran 1967’de Hz. Bediüzzaman’ın kardeşi Abdülmecid Nursî Ağabeyimiz vefat etti. Zübeyir Ağabey İstanbul’dan bazı ağabey ve üniversite öğrencileri ile bu cenazeye gelmişlerdi. Üçler Mezarlığında Abdülmecid Efendiyi mahşeri bir kalabalıkla defnettik. Fakat bu defin işinde, kabir başında Zübeyir Ağabeyin unutamadığım bir haline şahit oldum.

O hâli bizimle de paylaşır mısınız?

Abdülmecid Ağabeyin tabutla kabre indirilmesine karar kılındıktan sonra, kabre ben, Zübeyir Ağabey ve Abdülmecid Ağabeyin oğlu Suat Ünlükul indik. Sonra başkaları da indiler, bizler çıktık. İnerken Zübeyir Ağabey ayakkabısını çıkardı. “Hayırdır niye çıkarıyorsun ağabey?” dedim. Cevaben “Kardaşım, burası ev makamındadır, çıkarmamız âdâptandır” dedi. O günden beri yakınlarımın kabrine çorapla inmekteyim…

Akabinde, halıcı Sabri Amcanın riyasetinde Zübeyir Ağabey ve diğer zevâtla merhum Abdülmecid Nursî Ağabeyin kiracı olarak kaldığı eve gittik. Okunan aşr-ı şerif ve duâdan sonra Zübeyir Ağabey söz aldı ve oğlu merhum emniyet amiri Suat Ünlükul’a hitaben “Kardaşım Suad Bey, sen Hz. Üstadın yeğeni ve Abdülmecid Ağabeyin evlâdısın. Fakat bizim de öz kardaşımızsın, seni kabr-i kalbimize gömüyoruz, müsterih ol ve seni teselliye ihtiyaç görmüyoruz” dedi. Akabinde karşılıklı hatıralar, gözyaşları ve unutulmaz manzaralar… Söz merhum Abdülmecid Nursî Ağabeyden açılmışken bir şiirini de sizlerle paylaşmak istiyorum…

“Ey mezarcı! O makamda bize de kaz bir mezar, olalım nazik Said’in komşusu leyl ü nehar / Dar-ı dünyada Said’i bizden ettinse cüda, dar-ı ahirde beraberce haşret ey hüda” … Ruhlarına binler Fatiha…

Merhumun defin işinden sonra Zübeyir Ağabey tekrar İstanbul’a mı avdet etti?

Hayır, o günün akşamı Halıcı Apartmanında Sabri Amcamızın evinin geniş salonunda hatm-i şerif tertip edildi. Türkiye’nin birçok yerinden gelenler vardı. Çok mümtaz ağabeylerimiz katılmışlardı. Hz. Üstada fiilen hizmet edenler vardı. Zübeyir Ağabey beni çağırdı, kulağıma “Mektubat’ı getir” dedi. Sabri Amcaya sordum, evde bulamadık. Zübeyir Ağabeye “Bizim evde var” dedim, “Koş getir” dedi. Gittim getirdim. O kitap hâlen bende mevcut, yeşil kaplı bir Mektubat. Kitabı, o zaman İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi talebesi olan, sonradan DYP milletvekili olan Nureddin Tokdemir’e verdi ve 20. Mektub’un Birinci Makamından vefatla ilgili bazı bölümler okuttu. Daha sonra yine İstanbul’dan beraber geldikleri Oktay ismindeki bir talebeye devamını okuttu.

İkram edilen çaylardan sonra ikinci dersi Zübeyir Gündüzalp Ağabey yaptı. Okuduğu yer, Konya Evliyalarından Hacı Veyiszadenin yeğeni, şair ve mühim bir âlim Ali Ulvi Kurucu Ağabeyimizin Medine’den Hz. Bediüzzaman’a yazdığı “Gönüller Fatihi Büyük Üstada” başlıklı şiiri idi. Evin salonunda, yerde diz üstü oturur şekilde okudu, yan yana idik. Yalnız okumadan önce, bütün cemaate dönerek dedi ki: “Muhterem ağabey ve kardaşlarım, birçok şair gelmiş ve çok kitap yazmışlar, fakat koca kitaplarda bir kıta mânâ yok. Fakat Ali Ulvi Kurucu Ağabeyimiz Hz. Üstadımızın ifadesiyle ‘mühim bir âlim’, onun yazdığı bu şiirin her satırında Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı vardır.” Akabinde saat tuttum, tam 45 dakika bu şiiri okudu ve her satırında Risâle-i Nur’dan ve Hz. Bediüzzaman’ın hayatından örnekler sundu, hatıralar nakletti. Cemaat pür dikkat dinledi, çıt yoktu.

Zübeyir Ağabey ve İstanbul’dan gelen

öğrenciler, o gece Sabri Halıcı Ağabeyin evinde mi kaldılar?

Diğer muhterem zevât gibi İstanbul’dan gelen ağabey ve kardeşlerimiz döndüler. Fakat Zübeyir Ağabey dönmedi, bir müddet kaldı. Yılların ıztırap ve çilesi neticesinde vücudu çok yıpranmış, zor yürüyordu. Çok sancı çekiyordu. Her yerinden âdeta sesler geliyor, fakat o kimseye hissettirmiyordu. Bizler de onun bu hâlini ilâçlarından seziyorduk. O günkü tabirle yeşil reçete ile satılan ağrı kesiciler kullanırdı. Her doktor yazmazdı. Bizim aile doktorumuz vardı. Merhum Dr. Hulusi Baybal’a gittim, durumu anlattım. O da İstanbul Tıp Fakültesi’nde okurken Zübeyir Ağabeyin sohbetlerine katılmış. İlâç yazdı ve eczaneden alıp Halıcı Sabri Amcamızın dükkânına getirdim.

Dükkânda neler konuşuldu?

Sabri Halıcı Amcanın büyük Halıcı dükkânının hizmet odasında üçümüz vardık. Zübeyir Ağabey teşekkürlerini sundu ve çok defa dediği “Büyük ruhlu kardaşım” taltifini tekrar etti. Halıcı Sabri Amca bu sırada Zübeyir Ağabeye beni şikâyet etti ve şark şivesiyle dedi ki: “Bu alçak, hem bu amucanızdan Kur’ân Kıraat dersi alıyor, hem de sabah akşam mahallede top oynuyor, hem de benim konuşmalarıma itiraz ediyor” diye… Daha bazı telâffuz edemeyeceğim kelimelerle beni müthiş azarladı o gün. Daha önceleri de aynı mahallede oturduğumuz için, topa vurduğumu görüyordu. Onun için kıraat dersinde yemediğim tokat kalmadı ve çok kızardı, mahreç dersi zordu. Allah razı olsun, harika bir zattı, emeğini asla inkâr edemeyiz… Onların yolunda toz ve toprağız…

Şikâyet edince Zübeyir Ağabey ne yaptı? Size kızdı mı, yoksa ikinizi de memnun edecek bir tavır mı takındı?

Zübeyir Gündüzalp Ağabey hemen araya girdi ve ellerini ikimizin arasına dayayarak ‘Ne yapıyorsun Sabri Ağabey, biz de gençliğimizde topa vururduk. Şehirlerde normaldir. Halil kardaşımız kötü bir niyetle topa vurmaz. Lütfen yapma, ben gerekeni söyleyeceğim” dedi. Biz iltifat beklerken buna duçar olduk. Üzüldüğümü, kızardığımı gören Zübeyir Ağabey beni hizmet odasının dışına çıkardı ve dedi ki: “Yarın öğle namazında Sultan Selim Camii’ne gel” Üzüntülü olarak oradan ayrıldım ve ertesi gün öğle namazında Konya Sultan Selim Camii’ne geldim. Kendi kalp ve aklımdan geçen, bütün ağabeyler gelecekler, Abdülmecid Nursî Ağabeyin kabrine gideceğiz… Bir baktım ki, koca camide müezzin mahfeli altında sadece Zübeyir Ağabey var ve namaz tesbihatını yapıyor. Bekledim, çıktık “Gel benim büyük ruhlu kardaşım, seninle özel sohbet edeceğiz, yürüyeceğiz, anlat bu top macerasını” dedi. Ben de mahallî futbol takımlarında futbol oynadığımı, ailemin müsaade ettiğini, fakat Sabri Amcadan azar işittiğimi ve dayak yediğimi söyledim. Zübeyir Ağabey büyük şefkat kahramanı bir zattı. Beni aldı, yürüye yürüye, kendisi bazen oturarak takriben 3 kilometrelik yolu kat ettik. Hz. Mevlânâ dergâhından şimdiki futbol sahasına kadar... Yolda bana Hz. Üstad’dan, Risâle-i Nur’dan, mahallî gazetelerde yazı yazmadan ve spor dünyasından çarpıcı hatıralar nakletti. Kerâmet gösteriyordu, benim iç dünyamı okuyordu. Benim hangi mevkide oynadığımı ve hangi takımı tuttuğumu sordu. Futbol sahasına vardık. “İşte kardaşım, beni burada iyi dinle. Ben Konya PTT’sinde çalışırken ve Nurları okumaya başladığımda, buralara gelir, buradan liseli gençleri, kira ile tuttuğum eve götürürdüm ve orada Risâle-i Nurları okur, anlatırdım. Ben sana bırak demiyorum, ahlâkî yapını muhafaza etmen ve buradan gençleri Risâle-i Nur derslerine getirmen şartı ile serbestsin” dedi.

“…Sana ayrıca bir şey söyleyeyim, asla unutma ve hafızana yaz” diyerek devam etti:

“Ben muhterem Rıfat Filizer Ağabey ile bu caddede yürüyerek ve sohbet ederek, Nur Risâlelerinin haberini aldım. Beni Halıcı Sabri Efendinin şimdiki halıcı mağazasına götürdü. Oranın üst katında bir oda var. Her gün PTT’deki görevden sonra oraya gelir ve Nurları okumaya başlardım. Böylece hatmettim. Şükürler olsun. Daima Cenâb-ı Allah’a duâ ederim. Eğer Cenâb-ı Allah bana cennette bir yer verecekse, evvelâ Halıcı Sabri Ağabeyin bu odasını versin. Çünkü ben orada Nurlara kavuştum, Nurları hatmettim, ayrı bir hayata kavuştum. Seni dövse de asla aleyhinde olma, elini öp, dersine devam et. Halıcı Sabri Ağabey Nurun saff-ı evvelidir, aman dikkat et. Amcana nasıl itaat ediyorsan, aynısını yapacaksın” dedi.

Zübeyir Ağabeyin Konya’ya geldiğinde çoğunlukla uğradığı yer Halıcı Sabri Amcanın halıcı mağazasıydı. Ne zaman gitsem onu orada görürdüm. Evlâtları Feyzi ve Mehdi Halıcı’yı da çok severdi.

Merhum Zübeyir Ağabeyin bu nasihatleri, bende çok etki yaptı. Çünkü o tarihte Hz. Bediüzzaman’ı görenler çok, fakat bizim seviyemize inip de sevecen kucaklama tabir ettiğimiz iletişim yok, varsa da çok az. “Ne yapacağız? Nerelere gideceğiz?” gibi bir ortamda, müşkülüme Zübeyir Ağabey yardımcı oldu. Sosyal hayatımda ve çok geniş bir sahada hizmet çalışmalarımda kısa dönem de olsa istifade etmişimdir. Yani evvelden aldığımız dersler, iletişim dediğimiz diyaloglarda çok faydalı olmaktadır. Yaşamayanlar yaşatamazlar. Arif olmak lâzım.

Nur Talebelerinin Risâle-i Nur okudukları için

hapse atıldığı bir dönemden geliyorsunuz. Siz hiç böyle bir muâmele gördünüz mü?

4 Şubat 1966’da, gençliğimizin baharında Konya’da bazı muhterem ağabey ve kardeşlerimizle yaptığımız Risâle-i Nur sohbetinden ve tilâvet-i Kur’ân toplantısından, bir münafık adamın ihbarı ile polis kuvvetlerince emniyet müdürlüğüne götürüldük. 36 saat nezarette kaldık. Ev sahibi olmam itibarıyla, o günkü siyasî şubede görevli bazı sivil polisler tarafından işkencelere maruz kaldım. Akabinde nöbetçi mahkemece 10 kişi tutuklandık ve tam 117 gün Konya yarı açık ceza evinde kaldık. Sonra 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nce tahliye olduk ve akabinde iktidarda olan “Adalet Partisi”nin çıkardığı af yasası ile de mahkememiz düştü.

(DEVAMI YARIN)

ÖZKAN ERDEM

04.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (03.04.2009) - Zübeyir Ağabey başını verir, çizgisinden taviz vermezdi

  (02.04.2009) - ZÜBEYİR GÜNDÜZALP’İ RAHMETLE ANIYORUZ

  (01.04.2009) - SAMSUNLU OKURUMUZ ŞEREF ÇETİNTAŞ:

  (31.03.2009) - Gazetemiz çıktığı zaman ailece bayram ettik Gazetemiz çıktığı zaman ailece bayram ettik Gazetemiz çı

  (30.03.2009) - Gazetemiz bize sadakat, sebat ve istikamet kazandırdı

  (29.03.2009) - GENÇLER, İMANINI RİSÂLE-İ NUR’LA KURTARIR

  (28.03.2009) - Türkiye'den kopuk yaşayan asker Türkiye'yi nasıl korur?

  (27.03.2009) - Mektup bekler gibi hergün Yeni Asya’yı bekliyorum

  (26.03.2009) - Risâle-i Nur’u, Konak Meydanında hoparlörlerle tanıttık

  (25.03.2009) - Yeni Asya, bizim gazetemiz

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis