01 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Cennette büyük bir köşk vardır. İsmi “Dârü’l-ferah”tır (sevinç köşkü). Buraya ancak çocukları sevindirenler girer.

Câmiü's-Sağîr, No: 1308

01.11.2009


Laik cumhuriyet ne demek?

[MÜDAFAATIMIN İKİNCİ TETİMMESİ]

Eğer farz-ı muhal olarak, müfsidlerin, muhbirlerin ihbar ettikleri gibi, Risâle-i Nur, hükûmetin birtakım siyasetiyle ve bazı kanunlarıyla tevfìk edilmiyor, muâraza ediyor; belki başka siyasî kanaatlerdir ve ayrı ayrı fikirlerdir ve umum risâleler, îmandan değil, belki siyasetten bahseder diye, gayet zahir bir iftira farz ve kabul edilse, cevaben derim:

Madem hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir ve madem hükûmet ise cumhuriyetin en serbest sûretini kabul etmiştir; elbette hakîki ve kat'î ve reddedilmez kanaat-i ilmiyeyi ve efkar-ı saibeyi, asayişe dokunmamak şartıyla, cumhuriyetin hürriyeti, o hürriyet-i ilmiyeyi istibdat altına alamaz ve onu bir suç tanımaz. Evet, dünyada hiçbir hükûmet var mıdır ki, bütün birtek kanaat-i siyasîyede bulunsun. Haydi—farz-ı muhal olarak—ben, perde altında kendi kendime kanaat-i siyasîyemi yazmışım ve bir kısım has dostlarıma göstermişim; bunda suç var diyen kanunları işitmemişim. Halbuki, Risâle-i Nur, îman nûrundan bahseder, siyaset zulmetine sukùt etmemiş ve tenezzül etmez.

Eğer, faraza, laik cumhuriyetin mahiyetini bilmeyen bir dinsiz dese: “Senin risâlelerin, kuvvetli bir dînî cereyan veriyor, ladînî cumhuriyetin prensiplerine muaraza ediyor.”

Elcevap: Hükûmetin laik cumhuriyeti dîni dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dîni reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder.

Evet, dünyada hiçbir millet dinsiz olarak yaşamadığı gibi; Türk milleti misillü bütün asırlarda mümtaz olarak, bütün aktar-ı cihanda, nerede Türk varsa Müslümandır. Sair anasır-ı İslâmiyenin küçük de olsa yine bir kısmı İslâmiyet haricindedir. Böyle pek ciddî ve hakîki dindar ve bin sene kadar Hak Dîninin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde, mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i dîniye ile çakan ve kılınçlarının uçlarıyla yazan bu mübarek milleti, “Dîni reddeder veya dinsiz olur” diye itham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, Cehennemin esfel-i safilîn tabakasında ceza görmeye müstehak olurlar.

Halbuki, Risâle-i Nur, hayat-ı içtimâîyenin kanunlarını da ihata eden dînin geniş dairesinden bahsetmez; belki asıl mevzuu ve hedefi, dînin en has ve en yüksek kısmı olan îmanın erkân-ı azîmesinden bahseder. Hem, ekseriyetle, muhatabım evvel kendi nefsim, sonra Avrupa feylesoflarıdır. Böyle mesâil-i kudsiyeden, doğru olmak şartıyla, zarar tevehhüm eden, yalnız şeytanlar olabilir tasavvurundayım. Yalnız üç-dört risâle, tenkitkârâne şekva sûretinde bir kısım memurlara bakmış; fakat o risâleler hükûmetle mübareze ve tenkit için değil, belki bana zulmeden ve memuriyetini sû-i istimal eden bir kısım memurlara karşıdır: Hem, sonra da, sû-i tefehhüme medar olmamak için, o üç-dört risâlelere “Mahremdir” deyip, neşrini menetmişiz. Sair risâlelerin ekser-i mutlakası, dört-beş sene evvel ve bir kısmı sekiz sene evvel, bir kısmı on üç sene evvel telif edilmişler. Yalnız İktisad ve İhtiyarlar ve Hastalar Risâleleri geçen sene telif edilmişler. Ve bununla beraber, risâleler, hükûmetin kanunlarına mugayir olmadığı ve asayişi ihlâl ve halkı idlâl mahiyetinde bulunmadığını ve bilâkis hükûmetçe takdirlerle karşılanması lâzım geleceğini, zerre miktar aklı bulunan, risâleleri bîtarafane tetkik eden, tasdik eder.

Tarihçe-i Hayat, s. 203

LÜGATÇE:

müfsid: Karıştırıcı, bozucu.

tevfìk: Allah’ın yardımı, başarılı kılması.

muâraza: Birbirine karşı gelmek, sözle karşılıklı mücâdele.

kanaat-i ilmiye: İlmî kanaat.

efkar-ı saibe: Maksada uygun fikirler, doğru sözler.

ladînî: Din dışı, lâtinî.

anasır-ı İslâmiye: Müslüman unsurlar, milletler.

mefahir-i milliye: Millî şerefler, iftihâr edilecek şeyler.

menabi-i dîniye: Dinî kaynaklar.

esfel-i safilîn: Aşağıların en aşağısı.

hayat-ı içtimâîye: Sosyal hayat.

erkan-ı azîme: Büyük rükünler, temel direkler.

mesâil-i kudsiye: Kudsî meseleler.

tevehhüm: Zannetme, evhamlanma.

sû-i tefehhüm: Kötü anlama.

ekser-i mutlaka: Mutlak çoğunluk.

mugayir: Aykırı.

idlâl: Saptırmak, azdırmak.

bîtarafane: Tarafsızca.

01.11.2009


Mânâ-i ismîden mânâ-i harfîye piknik manzaraları

Atom çekirdeği etrafında rakseden elektronların manzarasından tutun da, 1000 ışık yılı uzaklıktan Samanyolu Galaksisinin bir Mevlevîyi andıran dönüş manzarasına kadar, kâinat kitabı birbirinden güzel ve muhteşem manzaralarla doludur. Kâinat kitabının bir teşhirgâhı olan ve yaratılışından itibaren görücüye çıkan Dünya gezegeninin manzaralarının ise, gerek görücüler açısından, gerekse yaratılış gayeleri bakımından Yaratan yanında bütün bu manzaralar içinde apayrı ve hususî bir yeri vardır.

Hepimiz takdir ederiz ki; tarif edicisi olmayan ve okunamayan bir kitap insan için bir mânâ ifade etmediği gibi, aynelyakîn görülmeyen manzaralar da insan ruhunda kalıcı ve etkili bir iz bırakmaz.

Bütün manzumelerin Nâzımı ve bütün manzaraların Nâzırı olan Kâinat Sultanı, bir hadis-i kudsîde meâlen “Ben gizli bir hazine idim; görmek, görünmek ve bilinmek istedim; bunun için âlemleri yarattım” buyurmaktadır. Bu sebeple biz Cenâb-ı Hakkın büyüklüğünü, öncelikle yarattığı eserlere bakarak anlıyor ve hissediyoruz. Tabiî ki bu eserler içinde en san'atlı ve en muhteşem olanı, insanoğludur. Hadis-i kudside Cenâb-ı Hakk’ın kendi Kudret ve azametini bilfiil görüp nazar edeceği âlem, kâinat kitabı ve diğer mektûbât-ı samedaniyesi olduğu gibi, adı geçen sır ve hazineleri kâmil mânâda çözmesi istenen zîşuur, zîakıl ve zîfikir varlık ise her şeyden önce insandır. Demek ki on sekiz bin âlemdeki ve kâinattaki bütün hazineler, sırlar ve manzaralar insan nev'înin yaratılışı ve varlığıyla bir değer kazanıyor. Bu sebeple olacak ki âlemlerin yaratıcısı olan Yüce Allah (cc) “Sen olmasan şu âlemleri yaratmazdım” diye iltifat ediyor, insan nev'înin medar-ı iftiharı Yüce Resül’e…

Halk türkülerimizden birinde şair “Gülsüz ve bülbülsüz bahçeyi ben neyleyeyim” diyor.

Cenâb-ı Hak kâinat kitabının hulâsası olan yüce kelâmı Kur’ân-ı Hakîm’de “Biz insanı ahsen-i takvim sûretinde, en güzel bir şekilde yarattık” buyurmaktadır. Buradan hareketle kâinat kitabının sonsuz güzellikteki manzaralarını tamamlayan insan ve o kâinat bahçelerinin Bülbül-ü Zîşânı da Hz. Muhammed’dir (asm).

Manzaralardan yola çıkarak yazmaya çalıştığım bu yazımdaki düşünceler, beni 25 Ekim 2009 tarihinde Adana Yeni Asya okuyucuları olarak, Adana’nın güzide mesire yerlerinden Sarıçam ormanlarında gerçekleştirdiğimiz piknik gezisine götürdü.

7 yaşından 70 yaşına kadar kardeş, bacı, ağabey ve ablaların iştirak ettiği gezimiz, hem şeklen, hem de keyfiyeten çok güzel ve verimli geçti.

Liseli ve üniversiteli genç kardeşlerimiz, aralarında yaptıkları voleybol ve futbol karşılaşmalarıyla kaynaşırken; kollarını Yaratana açıp göklere yükselen ve rüzgârla hazin sesler çıkaran çam ağaçlarının ve kuşların da iştirakiyle, ruha doyumsuz lezzet veren Risâle-i Nur hakikatlerini, adeta mest olurcasına dinledik.

Müstesna manzaralar teşkil eden ve hâl diliyle “Kitabımız ve mânâlarımızı okuyun” diye yalvaran ağaçlar, bitkiler, toprak, kuşlar ve diğer mahlûklar kendi mânâlarının seslendirildiği Kur’ân hakikatlerini dinleyerek adeta rahatladılar. Daha önce manzarada var olan çok önemli bir eksiklik, manzaradaki mânâları okuyanların buraya gelmesiyle telâfi edilmişti. Şimdi manzaranın içinde yer alan okuyucu da, manzarayı teşkil eden diğer mahlûkat da mesuttu. Çünkü lâyık oldukları yere çıkmış, mânâsızlıktan, sıradan bir insan ve ağaç olmaktan kurtulmuşlardı.

Kur’ân hakikati Risâle-i Nurları dinleyen ağaçlar, kuşlar ve diğer mahlûkat hatırası beni, güzel ve yanık sesiyle okuduğu Kur’ân’ı dağların, taşların, kuşların, akan suların ve bütün mahlûkatın lezzet alarak huşu içinde dinlediği Hz. Davud’un (as) yaşadığı ve Kur’ân hakikatlerini tebliğ ettiği binlerce yıl öncesine götürdü… Tebliğ aynı tebliğ, çizgi aynı çizgi, lezzet aynı lezzet... Arada sadece zaman farkı vardı…

Muhteşem manzaralar ve tefekkür dünyasının hâkim olduğu piknik gezimiz, güzel hatıralarla devam edip gitti...

ABDULLAH ŞAHİN

[email protected]

01.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.