Aile-Sağlık |
“H1N1 AŞISININ DİĞER AŞILARDAN FARKI YOK” DÜNYA genelinde etkili olan domuz gribi salgınına karşı üretilen ve içindeki maddeler dolayısıyla tartışmalara sebep olan H1N1 aşısının, mevsimsel grip aşılarından farklı olmadığı öne sürüldü. Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halis Akalın, yaptığı açıklamada, grip aşısı yaptırmanın, bu hastalığın ve sebep olduğu diğer komplikasyonların önlenmesi için en etkili yol olduğunu söyledi. Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi de olan Akalın, İnfluenza (grip) aşılarının, ‘’inaktif aşılar (canlı virüs içermeyen)’’ ve ‘’canlı virüs içeren aşılar’’ olmak üzere 2 tip olduğunu, ayrıca aşıların, içinde ‘’Adjuvan’’ bulunup bulunmamasına göre de iki gruba ayrıldığını belirterek, şöyle devam etti: ’’Canlı virüs içeren aşılar içinde hastalık yapıcı etkisi oldukça azaltılmış az miktarda virüs bulunur ve bu aşılar burundan püskürtülerek uygulanır. İnaktif aşılar içinde ise virüsün hemaglütinin adı verilen bir parçası bulunur. Hemaglütinin virüsün solunum yollarına tutunmasını sağlayan yapıdır. Virüs solunum yollarına tutunamazsa hastalık oluşturamaz. Virüs cansız hale getirildikten sonra bu hemaglütinin yapısı alınarak aşı için (antijen olarak) kullanılır. Bu aşının uygulanmasından 7-10 gün sonra bağışıklık sistemimiz hemaglütinine karşı koruyucu proteinler (antikor) oluşturur. Bu koruyucu proteinler hemaglütinine bağlanarak solunum yolu hücrelerine virüsün tutunmasını engellerler ve böylece hastalıktan korunuruz.’’ Prof. Dr. Akalın, bütün dünyayı etkileyen bir salgınla karşı karşıya olunduğu ve çok fazla kişiyi aşılamak gerektiği için daha az ‘’hemaglütinin’’ kullanarak antikorun yeterli miktarda ve uzun süreli olmasını sağlamak amacıyla aşıların içine ayrıca adjuvan konulduğunu dile getirdi. Adjuvanın aşının içindeki görevinin, hemaglütinine karşı daha uzun süreli ve yeterli miktarda antikor yapımının sağlanması olduğunu anlatan Akalın, uzun yıllardan beri aşıların içinde adjuvan kullanıldığını vurguladı.
Ozon tedavisi domuz gribine karşı direnci arttırıyor
OZON tedavisinin domuz gribi ve kene hastalıklarında bile vücudun direnç sistemini sağlayan bir tedavi sistemi olduğu bildirildi. Gözde Tıp Merkezi Başhekimi Dr. Ahmet Özdemir, ozon tedavisinin, alerjik hastalıklarda çok kullanılan bir yöntem olduğunu söyledi. Ozon tedavisinin yaşlanmayı durduran bir özelliği olduğuna dikkat çeken Özdemir, “Bütün vücut hücrelerini gençleştiriyor. Metabolizmayı hızlandıran bir özelliği olduğu için zayıflama tedavilerinde kullanabiliyoruz.” dedi. Romatizma hastalığının azalmasında tedavinin çok etkili olduğunu belirten Özdemir, varislerde, damar hastalıklarında çok olumlu etkileri olduğunu söyledi. Akut bronşit gibi vücudunun direnci ile direkt alâkalı hastalıklarda ozon tedavisinin faydasının büyük olduğunu anlatan Özdemir, tedavinin kanı oksijenlendirme olarak tanımla-nabileceğini kaydetti. Ozon terapileri sonunda vücudun bütün bakterilere, mikroplara, gribe karşı bağışıklık sisteminin güçlendiğini belirten Özdemir, sağlıklı insanlarında bu tedaviyi yaptırabileceğini ifade ederek, “Bu yöntem aynı zamanda anti-kanserojendir. Yani kanserin oluşmasını önlemek içinde kullanılabiliyor” diye konuştu. |
12.12.2009 |
ÇOCUKLARDAKİ BÜYÜME AĞRILARINA DİKKAT ÇOCUKLARDA kol ve bacaklarda hissedilen, daha çok akşam üstü ve geceleri ortaya çıkan, bazen uykudan uyandıran, çoğunlukla yarım saat veya bir kaç saat sürebilen geçici, dönemsel ağrılar görülebileceği belirtildi. Uzmanlar, iyi huylu olan bu tür ağrıların büyüme dönemlerindeki çocuklarda görüldüğünü, normal kabul edildiğini, masajla ve basit ağrı kesicilerle geçebildiğini söyledi. Türkiye Romatizma Araştırma ve Savaş Derneği Başkanı ve Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı öğretim üyesi Ramatoloji Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Ataman, yaptığı açıklamada, daha çok 3-12 yaşlarındaki çocukların kalça ve bacaklarında gece uykudan uyandırabilecek düzeyde ağrılar görülebildiğini söyledi. Çocukların büyüme döneminde görüldüğü için bu ağrıların halk arasında ‘’büyüme ağrısı’’ olarak bilindiğini ifade eden Ataman, ‘’Bu yaş grubundaki çocukların yüzde 25-40’ında ağrılar görülebilmekte, artmış fiziksel aktivitelerle ilişkili olabilmekte ve 12-13 yaşlarına kadar devam edebilmektedir. Görülme sıklığı, cinsiyete göre farklılık göstermemektedir’’ dedi. Prof. Ataman, büyüme ağrılarının tamamen iyi huylu ve geçici olduğunu belirterek, ‘’Nedeni genetik ve eklem-kaslarla ilgili yapısal özelliklerle açıklanmaya çalışılsa da kesin olarak bilinmemektedir’’ diye konuştu. Bacak ağrıları şikâyeti olan çocuklarda büyüme ağrısı teşhisinin, ağrıya sebep olabilecek lösemi, kemik tümörleri, kemik, eklem, kas dokusu iltihabi olayları gibi diğer bütün hastalıklar açısından incelendikten sonra konulabileceğini vurgulayan Ataman, kesin teşhis için ağrıların şekli, sıklığı, şiddeti, süresi hakkında ayrıntılı bilgi alınması gerektiğini bildirdi. |
12.12.2009 |
Derinizi soğuktan koruyun SOĞUK ve sert havalarla karşılaşmış deriyi nemlendirerek dayanıklılığını arttırmak gerektiğini söyleyen uzmanlar, kış aylarında yetişen meyve ve sebzelerin de bolca tüketilmesini istedi. Çevresel ve fizyolojik faktörlerin etkisiyle çeşitli değişimler gösteren derinin, yazın olduğu gibi kışın da özel ilgiye ihtiyaç duyduğunu belirten Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Tuğba Türker, soğuk ve kuru havanın, düşük nemin, rüzgârın ve hava kirliliğinin de deri sağlığımızı etkilediğini söyledi. Cilt tipine uygun seçilecek ürünlerle deriyi nemlendirmek gerektiğini ifade eden Dr. Tuğba Türker, “Soğuk ve sert havalarla karşılaşmış deriyi nemlendirerek dayanıklılığını arttırmak, bariyer fonksiyonunu güçlendirmek gerekiyor. Yağlı cildin de nemlenmeye ihtiyacı bulunuyor. Ancak yanlış seçimlerle deriyi daha da tıkayıp siyah nokta ve sivilce oluşumuna yol açmamak gerekiyor. Çok sıcak su ile yapılan banyodan kaçınılmalı, keseden vazgeçilmeli, duş sayısı azaltılmalı ve banyodan çıkar çıkmaz su tutucu kapasitesi yüksek olan nemlendiriciler kullanılmalı” dedi. Dermatologlar tarafından uygulanan meyve asitleriyle deriyi soyma işlemi olan “kimyasal peeling”in de deri bakımı için etkili tedavi yöntemlerinden biri olduğunu belirten Dr. Türker, “Güneşin etkisiyle lekelenen, kuruyan, kırışık hale gelen hasarlı deri, kimyasal peelinglerle yenilenip, daha canlı, parlak ve tazelenmiş bir görünüm kazanabiliyor. Derinin en çok hasarlanan üst kısımları yine bu yöntemle atılarak yenilenme süreci hızlandırılmış olunuyor” diye konuştu. Kış mevsiminde kullanılacak antioksidan vitaminlerin de güneşin zararlı etkilerinin giderilmesi için oldukça yararlı olduğunu belirten Türker, düzenli beslenme, günde iki litre su tüketimi, sigara ve alkol tüketiminin bırakılması deri sağlığının daha kalıcı ve uzun ömürlü hale getirilebileceğine dikkat çekti. Kış aylarında yetişen meyve ve sebzelerin bolca tüketilmesi gerektiğini de vurgulayan Türker, portakal, mandalina, greyfurt, kivi gibi meyvelerin bol C vitamini muhtevası sayesinde hem cildin daha genç ve diri kalmasını sağladığını, hem de bütün vücut için tabiî bir antioksidan işlevi gördüğünü söyledi. |
12.12.2009 |