11 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Elif Eki

ÇIĞIR AÇAN BİR ANSİKLOPEDİNİNHİKÂYESİ

röportaj: M. Lâtİf Salihoğlu

1984 yılının 19 Ekim’inde, o zaman Yeni Nesil adıyla çıkan gazetemizde yayınlanan bir röportajı, yeniden nazara vermek istedik. Çünkü röportajda bahsi geçen “Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi” alanında bir çığır açmıştı. Ki hâlâ üzerine kayda değer bilgi ekleyen bir çalışma da yapılamadı.

Diğer bir nokta ise, ansiklopedinin hazırlayıcısı merhum Şaban Döğen’i de bu vesileyle bir kez daha rahmetle anmak istedik. Röportajı yapan ise, hâlen Yeni Asya’da “Bedesten” köşesinde günlük yazılarına devam eden Latif Salihoğlu.

İşte o röportaj...

Alanında çığır açan bir ansiklopedinin hikâyesi:

“Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi”

Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi’nin hazırlayıcısı Şaban Döğen, her şeyi Avrupalıların bulduğu ve yaptığı görüşünün tamamen doğru olmadığını belirterek “İslâm âlimlerinin ilmin bu seviyeye gelmesinde ilk harcı koyanlar olduğunu” tesbit ettiğini, birçok keşif ve icadın Müslümanlarca yapıldığını söyledi.

Döğen “Avrupa, İslâm dünyasından öğrendikleriyle Rönesansın temellerini atarken Müslümanlar zirvedeydiler. Maalesef onlar çıkarken, biz indik” dedi.

Yeni Asya Yayınları arasında çıkan “Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi” hazırlayıcısı Şaban Döğen ile eser hakkında görüştük. Sorularımızı şöyle cevaplandırdı:

Şimdiye kadar yayınlarımızın tanıtılması ve

okuyucuya ulaştırılmasında çeşitli faaliyetlerde bulundum. Bu arada yeni çıkan Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi tanıttığımız herkesçe beğenildi. Alâkayla karşılandı. Alâkanın fazlalığı bende ansiklopedinin sahasında ender bulunan bir eser olduğu ve bu sahada çığır açtığı kanaatini uyandırdı. Böyle takdire şayan ansiklopediyi hazırlamaya sizi teşvik eden hususlar nelerdir?

Ortaöğretim yıllarımda dînî meselelerde uğraştığımda, dinimizin her sahada ilerlemeyi, yükselmeyi teşvik edici esasları hâvi olduğunu görmüştüm. Bu beni İslâm tarihini araştırmaya yöneltti. Müslümanların dinlerine bağlı kalıp ondan ilham aldıkları müddetçe ilerlediklerini müşahede ettim. Tabiî bu sadece dînî sahada değil, ilimde de, fende de teknikte de böyleydi. Daha o yaşlarda iken “Falan keşfi, falan buluşu Avrupalı falan bilgin yaptı” şeklindeki düşünceleri duyunca Müslümanların da bu mevzulara ilgisiz olamayacağına inanıyordum. Nitekim araştırmalarımda bunun böyle olduğunu gördüm.

Çekirdek hâlindeki bu duygu beni bu konuda araştırma yapmaya zorladı. Ancak bir kaç sene önce bunu gerçekleştirme imkânı oldu. Niyazi Birinci Ağabeyin teşvikleriyle böyle bir çalışmaya giriştik. Maksadımız Müslümanların da ilme büyük hizmette bulunduklarını ortaya koymaktı. “Her şeyi Avrupalılar buldu, yaptı” fikrinin tamamen doğru olmadığını, İslâm âlimlerinin ilmin bu seviyeye gelişinde ilk harcı koyanlar olduğunu izah etmekti. Bu maksatla yola çıktık. Müsbet ilimler sahasında yüz civarında İslâm âliminin keşif ve icadlarını ilme yaptığı hizmetleri anlatmaya çalıştık. Çalışmamız ilk önce Can Kardeş dergisinde yayınlandı. Sonra da kitap hâline getirildi.

İlk çalışmaya başladığınızda böyle bir eserin

meydana gelebileceğini tahmin etmiş miydiniz?

Başlangıçta Müslüman İlim Öncülerini kısaca Can Kardeşlere anlatmayı düşünmüştük. Fakat çalışmaya başlayınca daha da genişletmeyi uygun gördük. Çünkü saha bir hazineydi. Kısaca geçiştirilecek cinsten değildi. Kaynaklara daldıkça, yeni malzemeler buldukça bunları duyurma arzusu meseleye geniş yönde bakmayı gerektirdi.

Bu derece ilimde inkişaf etmiş ilim adamlarımızın olduğunu daha önceden biliyor muydunuz? Yoksa işin içine girince mi ortaya çıktı? Biz şahsen Cumhuriyet nesli olarak ecdadımızın bu derece ilimde ilerlediklerini bilmiyorduk. Ansiklopediye göz gezdirdiğimizde nice ilim öncülerimizin olduğunu yeni öğrendik.

Elimde önceden öz halinde dokümanlar vardı. Bir yer çekiminin, dünyanın yuvarlaklığının ve dönüşünün Beyrunî tarafından bulunduğu gibi İbni Sina’nın “Kanun” isimli tıp kitabının çığır açması gibi. Fakat mevzuun içine girince, detaylarıyla araştırmaya koyulunca bildiklerimin yüzde biri bile bulmadığını gördüm. Yine gördüm ki Müslümanlar Avrupalılardan yüzyıllarca önce bir çok keşif ve buluşa imzalarını basmışlar. Bunu yeni yetişen neslimizin çoğu bilmez. Birçok ilim adamımızın isimleri bile duyulmamıştır. Günümüzden bin sene kadar önce kanser ameliyatı yapan Ali bin Abbas’ı, atom bombası fikrini ilk defa ortaya koyan Cabir bin Hayyam’ı, onun “Kimya’nın Babası” diye anıldığını, binom formülünü bulan Ömer Hayyam’ı cebirin temellerini atan ve Avrupa’ya cebiri öğreten Hârizmî’yi çoğumuz bilmeyiz. Bununla birlikte Millî Eğitim Gençlik Spor Bakanlığının bilhassa lise son sınıf kitaplarında ilim öncülerimize yer verişini müsbet bir adım olarak karşılıyoruz.”

Büyük bir İslâm âlimî (Bediüzzaman Said Nursî) yüz sene kadar önce yazdığı ‘Muhakemât’ adlı eserinde “Fe yâ lilaceb! Köle efendisine... ve hizmetkâr reisine ve veled pederine nasıl düşman ve muarız olabilir? Halbuki İslâmiyet funûnun seyyidi ve pederidir” demektedir. Ansiklopedi bize bu gerçeği hatırlattı. Bu mevzuda ne düşünüyorsunuz?

Bu söze fazladan ilâve edecek birşeyimiz yok. Gerçekten İslâmiyet fenlerin reisi, mürşidi ve efendisi durumundadır. Biz de zâten bu gerçeği dile getirmeye çalıştık. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeyi esas edinen İslâm bilginleri din ve fen ilimleri ayırımı yapmadan, bütün ilimlere ibâdet duygusuyla eğilmişlerdir. Nitekim aynı İslâm âlimi din ilimlerini vicdanın ziyası, fen ilimlerini de aklın ışığı olarak kabul etmektedir. Ve hakikatin ikisinin birleşmesiyle ortaya çıkacağını belirtmektedir.

“Bu hakikat İslâmı iyi anlayan bütün İslâm âlimlerinin ortak noktası olmuştur. Biz de karınca kararınca yaptığımız bu çalışmayla, bu gerçeği kendilerine rehber edinen ecdadımızı nazarlara sunmaya gayret ettik. Az da olsa başarılı olabilmişsek kendimizi bahtiyar addedeceğiz.

Ansiklopediyi tanıttığımız velilerin çoğu şu hususu dile getirdiler: ‘Yeni yetişen nesil, bizden çok daha şanslı durumda. Artık bizim gibi aşağılık kompleksine kapılmadan ve gözü kapalı olmadan yetişecekler.’ Kanaatinize göre kimler bu ansiklopediden istifade edecek?

Bu soruya herkes demek biraz kolay. Kanaatimce ihtiyaç duyan herkes ansiklopediyi okuma arzusunu duyacak. Bunların başında ise öğrenim gören gençlik geliyor. Şimdiye kadar ‘Her şeyi Avrupalılar buldu’ düşüncesi ile zihinleri doldurulan genç nesil, atalarımızın da bir zaman Avrupaya rehberlik yapacak, ortaçağa mühürlerini basacak, pozitif ilimlerin dahi temellerini atacak kadar ilimde ilerlediklerini duyunca Ansiklopediye ihtiyaç hissederek okumaları ise aşağılık duygusundan kurtulmalarına sebep olacak. Ümit ediyorum ki, bu onlara şevk unsuru olacak. Çalışma, birşeyler yapma, atalarımıza lâyık olma duygusunu kazandıracaktır. Müslüman üstün insandır.

İslâmiyet bizden bunu istemektedir. Elbette, ahlâkta olduğu gibi ilimde de üstün olmak mecburiyetindeyiz.

Sizce ne zaman ve ne sebeple Müslümanlar ilim öncülüğünü yabancılara kaptırdılar?

İslâma sırt çevirdikleri zaman. Çünkü Müslümanlar dinlerine bağlı oldukları müddetçe manen olduğu kadar maddeten de, ilmen de ilerlediler. Yükseliş devirleri bunun en güzel misalleriyle doludur. Meselâ Fâtih Sultan Mehmet dinine bağlı güçlü bir padişah olduğu kadar, ilmi, ilim adamını koruyan, ilmin yaygınlaşması için çalışan birisiydi. Ali Kuşçu gibi büyük bir ilim adamını kendi kütüphanesinin müdürlüğüne yükseltmekle kalmadı, aynı zamanda Ayasofya Medresesine müderris yaptı. Her mahalleye bir mektep açtıracak, okullarda dînî ilimlerin yanında müsbet ilimleri de okutturacak kadar İslâmı iyi anlayan Fâtih, havan topunu îcad edecek kadar da fen ilimlerine hâkimdi, örnekte de görüldüğü gibi Müslümanlar dinlerini iyi anladıkları müddetçe manen olduğu kadar maddeten de ilerlemişlerdir. Yükseliş devirlerinin sonu her sahada olduğu gibi fen ilimleri sahasında da inişi netice verdi. Tarih olarak ifade etmek gerekirse Avrupa İslâm dünyasından öğrendikleriyle Rönesansın temellerini atarken Müslümanlar zirvedeydiler. Maalesef onlar çıkarken, biz indik.

Tekrar yükselemez miyiz?

Elbetteki. Onları yükselten ruha yeniden sahip olursak niçin yükselemeyelim? Bizim Avrupalılardan avantajlı bir tarafımız daha var. Onlar çalışmaları sırasında ‘Bunlar ne de olsa üç beş günlük dünyalık için. Bu kadar çalışmaya ne lüzum var?” diyebilirler. Bir noktada kalabilirler. Ama biz dünyaya da, ilme de ibadet duygusuyla bakıyoruz. Çalışmalarımızın sırf geçici dünya için değil, ebedî hayat için de faydalı olacağına inanıyoruz. Çünkü Peygamberimiz (asm), “İnsanların en iyisi insanlara en çok faydası dokunandır” buyuruyor. İlimde, fende, teknikte atacağımız her adım, aynı zamanda bir ibâdettir.

Bu bakımdan şevkle, gayretle çalıştığımız müddetçe ileri adımlar atabiliriz. 1979’da Nobel Armağanı alan Abdüsselâm’ın bu başarısı Müslümanların isterlerse eski safvetlerine kavuşacaklarının delillerinden biridir. Ülkemizde de eserimizin yayınlandığı Yeni Asya Yayınevi yayınladığı eserleriyle Müslümanlar için yüksek hedefleri göstermektedir. İlimle imanı kolkola yürüten “İlim ve Teknik Serisi” gibi emsalsiz eserleriyle yükselişin çekirdeklerini atmaktadır. “Darwin ve Evrim Teorisi” isimli eserin Arapça’ya çevrilişi dünya çapında gelişebilecek bir hizmetin temellerini teşkil ediyor, inanıyorum ki dünya çapında ismini duyuracak ilim adamlarımız yetişecektir.

Bu ruha sahip olan ilim adamlarımız neler yapamaz ki? Yeter ki onlara imkânlar sağlansın. Ufuklar gösterilsin. Peygamberimiz (asm) “Hikmet Müslümanın kaybolmuş malıdır. Onu nerede bulursa alır” buyurur. İnanıyorum ki bu kabiliyetli ilim adamlarımızın ellerinden tutulsun. Avrupa’nın fennini tekniğini çok geçmeden ülkemizde de gerçekleştireceklerdir. O zaman geri kalmışlık diye birşey bahis mevzuu olmayacaktır.

Ansiklopedide ilim öncüleri arasında bazı ara

yazılara yer verilmiş. Meselâ Câbir bin Hayyam’ın atomla ilgili görüşlerine yer verildiği noktada atomdan, Kâtip Çelebi’nin dünya ile ilgili görüşleri anlatılırken “Dünya öküzle balık üzerinde mi?” gibi ara yazılar bulunuyor. Buna neden ihtiyaç duydunuz?

Zamanımızdan 1200 sene önce yaşamış bir bilginin atomun parçalanacağından, kısacası atomdan bahsetmesi garip karşılanabilir. Aslında, her şey içinde bulunan Kur’ân-ı Kerim daha önce atomun parçalanacağına âyetlerinde yer vermiş. Biz bu bilginin çağına göre oldukça enteresan görüşünün kaynağının, Kur’ân olabileceğini, oradan ilham almış olabileceğini nazara vermeye çalıştık. Çünkü İslâm âlimlerinin keşif ve buluşlarında ilham kaynaklarının Kur’ân-ı Kerim olduğunu Avrupalılar da itiraf etmektedirler.

Dünya öküzle balık üzerinde mi?

“Kâtip Çelebi’nin dünya öküzle balık üzerinde hadisesine bakış cihetini izah ettiğimiz noktada yer verdiğimiz ara yazı ise mevzuun içinde uzun giderdi. Onu bir ara yazı yapmayı uygun gördük. Ve çağımız Kur’ân tefsirlerinde bu hususta yapılan izahları da ekledik.Umumiyetle ara yazılar mevzuu tamamlayıcı ve akla gelebilecek bazı sorulara cevap mahiyetindedir. Bulunmasında fayda mülâhaza ettiğimiz için koyduk.

Okuyucu da zâten müsbet karşılıyor. Bir sorum daha var. Öğrendiğime göre aynı zamanda öğretmenlik de yapıyorsunuz. Öğretmenliğin yanında bu gibi çalışmalar güç olmuyor mu? Daha başka çalışmalar da düşünüyor musunuz?

Zahmetsiz rahmet olmaz, derler. Rahmeti zahmette, rahatlığı güçlükte bulduktan sonra çalışma problem olmaktan çıkar. İnsan bir kısım şeyleri yapmaya kendini inandırırsa, daha doğrusu kanaat ederse o yolda Allah gerçekten kolaylıklar ihsan ediyor. Diyelim ki birşey arıyorsunuz, ummadığınız yerlerden onunla ilgili çok şeyler önümüze çıkıveriyor. Bu ise kader-i İlâhiyle istihdam edildiğimizin ifadesinden başka birşey değildir. Şükretmek gerekir. Zor da olsa bazı şeyleri üstlenmek lâzım. Allah yardımını esirgemez. Daha başka çalışmalar da düşünüyoruz. Zamanı gelince İnşaallah neşredilir. Ansiklopediyi biraz daha genişletmek ise planlarımız arasında.

Son olarak okuyucudan istedikleriniz veya

okuyucuya ulaştırmak istediğiniz mesajlar var mı?

“Bilhassa genç nesle bol bol okumalarını, yükselmenin okumaktan geçtiğini, değeri ve zenginliği bilgide kültürde aramalarını temenni ederim. Dinimiz bizden başarılı olmayı istiyor. Allah’ın rızası bu yolda. Zaaflarımızın hatalarımızın dinimize gölge olmamasına dikkat etmeliyiz.

Zamanımız fikir cihadında bütün hızıyla devam ettiği bir asırdır. Fikren, ilmen üstün olan galip gelir. Kendimizi ilimle kabul ettirmeliyiz. Unutmayalım ki çağımızda en büyük hizmet budur.

Ayrıca okuyuculardan ansiklopediyle ilgili teklif, tenkit, temenni ve dokümanlar varsa göndermelerini bekliyorum.

ŞABAN DÖĞEN KİMDİR?

1952 yılında Çorum’un Kargı ilçesinde doğdu. Ortaokulu ilçesinde, İmam-Hatip Lisesini Çorum’da bitirdi. 1974’te Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun oldu. Beş yıl Sarıkamış Vaizliği yaptıktan sonra Millî Eğitim Bakanlığına geçti. Yurdun değişik yerlerinde ortaöğretimde Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenliği yapan Döğen, 1996’da emekli oldu. 1974’lü yıllardan itibaren başladığı yazı hayatını, vefatına (4.11.2009) kadar Yeni Asya gazetesinde köşe yazarı olarak sürdürmüş olan Döğen’in, ilk eseri Kur’ân’dan Tekniğe 1984’te yayınlandı. 40 civarında eseri bulunmaktadır.

Çağımızın önemli problemlerinden biri: Stres

HALİT ERTUĞRUL - [email protected]

Stres neden oluyor?

Üzüntü, keder, heyecan, ani bir şok ve bazı müzmin dertler stres sebebi olmaktadır. Yine insanın geçmişinde işlediği hatalar, vicdan azapları, yanlış davranışlar kişide kalıcı izler bırakabilirler. Ayrıca insanın içinde yaşadığı zorluklar, boşa giden zaman, yarınlara ait güvensizlik de stres doğurur.

Çağımızda stresi doğuran sebepler oldukça artmıştır. Sanayileşmenin etkisiyle hızlı şehirleşmeye bağlı olarak köyden şehre göç sonucu, aşırı kalabalıklaşan şehirler ve kutu gibi yüksek apartmanlarda yaşamak, insanı bunaltmaktadır. Bunların yanında öteden beri şehirde yaşamakta olan fertlerin kendi kültürlerine yabancılaşmalarından dolayı oluşan yoğun kimlik bunalımı da, önemli stres sebeplerindendir.

Öte yandan ulaşım zorluğu, iş hayatındaki rekabet, istikbal hakkındaki endişeler ve hayatımızdaki büyük değişiklikler, stres meydana getirebilmektedir.

Keza yabancı ülkelere göç de, önemli stres faktörlerinden biridir. Kişi daha önce hiç bilmediği problemlerle karşılaşmakta, hızlı sosyal değişmelere aynı oranda ayak uyduramayınca da, stres meydana gelebilmektedir.

Zamanımızda en önemli stres sebebi, insanların hayat felsefelerinde olan değişikler ve mânevî değerlere önem veren bir hayat tarzından maddeciliğe kayıştır. Daha önceleri kişiler, birbirleriyle dayanışma halinde yaşar, yardımseverlik ve kanaatkârlığı önemli bir meziyet olarak kabul ederlerdi. Bu çağda ise, toplumun tek değer ölçüsü ve başarı birimi “zenginlik”tir. Yükselmek ve daha çok kazanmak için kendine her şeyi mübah gören fertler sıkıntıya düştükleri zaman, dertlerine paylaşacak kimse bulamamaktadır. Elbette böyle bir ortamda stres ve hastalıklar artacaktır.

Sürekli stres içinde olduğunuzu nasıl anlarsınız?

1- Kararlar verirken güçlük çekiyor musunuz?

2- Değersizlik, yetersizlik, güvensizlik ve terk edilmişlik duyguları içinde misiniz?

3- Alışılmış davranış biçimlerinde önemli değişiklikler oluştu mu?

4- En iyi olanı değil, garanti olanı seçmek isteğiniz var mı?

5- Uygun olmayan durumlarda ortaya çıkan öfke, düşmanlık ve kızgınlık davranışları içinde misiniz?

6- Kişisel hata ve başarısızlıklardan dolayı sürekli endişeli misiniz?

7- Aşırı hayal kurmak, sık sık düşünceye dalıp gidiyor musunuz?

8- Duygusal hayatta düşüncesiz davranışlarda bulunuyor musunuz?

9- Birlikte olunan kimselere aşırı güven veya güvensizlik duyuyor musunuz?

10- Alışılmıştan daha titiz veya işin gerektirdiğinden daha fazla çalışıyor musunuz?

11- Nisbeten önemsiz konularda aşırı endişelenme veya tam tersine gerçek problemler karşısında ilgisiz ve kayıtsız kalıyor musunuz?

12- Sağlığa aşırı ilgi duyuyor musunuz?

13- Uyku bozukluğu (zor uyuma veya gece boyu sık sık uyanma) yaşıyor musunuz?

14- Ölüm ve intihar fikirlerini sık sık tekrarlıyor musunuz?

Stres tepkisi, ortamda ne olduğuna bağlı olarak değil, insanın olana nasıl tepki verdiğine bağlı olarak ortaya çıkar. Hissettiklerimiz esas olarak düşündüklerimiz paralelindedir. Bu sebeple stres belirli insanla belirli olayın etkileşiminden ortaya çıkar. Başka bir ifadeyle stres, bir olay karşısında insanın verdiği tepkiyle belirlenir. Yoksa durup dururken ne kadar stresli olduğunuzu ölçmeniz veya belirlemeniz mümkün olmaz.

Stresin faydalı yönleri

Bugün insanların büyük çoğunluğu stres altında yaşamaktadır. Stressiz insan bulmak neredeyse mümkün değildir. Her insan az çok bu sıkıntıyı çekmektedir.

Stresin birçok hastalığın ve sıkıntının ana sebebi olduğu da bilinmektedir.

Birçok psikolojik hastalıkların, davranış bozukluklarının, dikkat dağılmasının, kararsızlığın, ikilemin, kalp krizlerinin ve koroner arter hastalıklarının oluşmasında stres, gizli ve sessiz bir rol oynamaktadır.

Peki bu kadar riskli ve olumsuz bir problem olan stresin faydası yok mu?

Stresin faydaları konusunda da birçok araştırmalar yapılmıştır. Ortaya konan sonuçların en dikkate değer olanı şöyledir:

Belirli bir oranda stres altında kalan bir insan; stres seviyesini uygun bir çizgide tutabilirse bu şekilde mükemmel bir vaziyette kamçılanır ve iyi bir üretici olabilir.

Normal bir çizgide bulunan bir stres, insana koruyuculuk yapar. Bu şuna benzemektedir: Normal yolda otomobille giderken önümüze bir başka otomobil çıktığında, beyin, kalp ve kas sistemi başta olmak üzere vücutta birçok acil değişiklik olur. Vücudun iç kuvvetleri yeniden organize olarak çarpışmaya hazır olmak için, uygun bir zemin oluşturup, tehlikeyi karşılamaya hazırlanır.

Normal hayatta, uygun seviyede seyreden stres, insanı harekete geçirir, kamçılar, ayakta tutar ve zinde kılar. Ama bunun dozu iyi ayarlanmalıdır.

Stresten nasıl uzak durulur?

Çağımızın en önemli problemlerinden birisi olarak gösterilen stresten uzaklaşma, daha az bir stresle yaşamayla mümkün olabilir mi?

Bu soru günümüzde stres içinde yaşayan her insanın en önemli meselesidir. Özellikle de çalışma, gayret ve başarı beklentisi içinde günlerini geçiren bir insan için, daha fazla önem kazanan bir husustur.

Stresten uzak durmak, en azından daha az stresle yaşamak veya stresle birlikte yaşamayı sürdürmek mümkündür:

1- Stres, kişinin kendisiyle mücadelesidir. Bundan galip çıkmak için, kendinizi, kişisel özelliklerinizi, zaafınızı ve güçlü yönlerinizi iyi tanıyın, tesbit edin. Bundan sonra stresi yenmek için güçlü yönünüzü kullanın, zayıf yönünüzü bastırın.

2- Karşılaştığınız olayları doğru değerlendirmeyi, geniş açıdan bakmayı, hoş karşılamayı öğrenmelisiniz. Her olayın mutlaka güzel bir yanı bulunabilir. Her olaydan iyi dersler almak her zaman mümkündür. Ancak olaylara hep dar açıdan bakmak, üzüntü ve acı yönleri görmek, sıkıntı verecek yorumlar getirmek stresi arttırır, kişiyi hayattan bıktırır. Unutulmamalıdır ki; “Güzel gören güzel düşünür; güzel düşünen hayatından lezzet alır.” (Bediüzzaman)

3- Kendinizle, ailenizle, dünyayla barışık yaşayın. İnsan kendisiyle ve çevresiyle barışık değilse, görme ve düşünme açısı normal değildir. Kendi iç dünyasında kaybolmuş, psikolojik sıkıntılarından kurtulamamış, iç dengesini kuramamış ve bir türlü kendisiyle barışamamış olan bir kişinin düşünce yapısı, görüş ve açısı ve değerlendirme teknikleri eksik ve hatalı demektir. Kendisiyle barışan bir insan çevresiyle çok çabuk kaynaşır ve bütünleşir.

4- Hayatınızı, amacınız ve hedefinizle bütünleştirin. Eğer bir yere varmak istiyorsanız, bazı beklentileri elde etmek istiyorsanız; hayatınız, düşünceniz ve amacınızla bir bütünlük oluşturun. Eğer anlayışınız davranışlarınızla, davranışlarınız ise amacınızla uyuşmuyorsa beklediğiniz kazanca, hayattaki beklentilerinize asla ulaşamazsınız.

5- İstemediğiniz ve o an için sıkıntı veren bir problemle karşılaştığınız zaman bunu ertelemeyin. Hemen üstüne gidin, yapın ve bitirin. Böylece hem gecikmenin getireceği, hem de o işi üzerinizde taşımanın getireceği stresten kurtulmuş olursunuz. Unutmayın ki, mutluluk yolunda en önemli adım, iradenizin dışındaki şeylere üzülmekten vazgeçmekle atılır.

6- Kitap okuma, yazı çalışmaları, spor yapma, temiz havada gezinti, düzenli egzersizler ve seyahat etme stresin azaltılmasında önemli rol oynar.

7- Düzenli uyuyun, düzenli yemek alışkanlığı geliştirin. Uyku ve beslenme disiplini psikolojik ve biyolojik bünyeyi düzenler, rahata kavuşturur.

8- Yemekten hemen sonra yatmayın, en az dört saat bekleyin. Aşırı kahve ve çay tüketmeyin. Hele sigara asla...

9- Yatmadan önce o günün mânevî hesabını yaparak, eksik ibadetleri tamamlamak, Allah’ın merhameti ve şefkatine sığınıp, af dilemek, insanı rahatlatır ve huzura kavuşturur. Ayrıca maddî rahatlık ve hafiflik için duş alın, abdestli yatın.

10- Probleminizi konuşun, derdinizi dışa vurun. Eleminizi ve sevginizi paylaşın. Hayatta doğru olduğuna inandığınızı yaşayın.

11- Kendinize zaman ayırın ve kendinize emek verin. Çok özel biri olduğunuzu düşünün. Kâinatın sizin için yaratıldığını, sayısız nimetlerin size sunulduğunu çok özel bir amaç için var olduğunuzu unutmayın. Bu düşünceler, insana dayanma gücü, teslimiyet ve moral verir.

12- Plânlı yaşayın. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık plânlar yapın ve uygulayın. Unutmayın, stres başıboşluk, başarısızlık ve kararsızlıktan oluşur. Plânlı yaşamak ise, başarıyı arttırır, stresi düşürür.

13- Kendinizi sık sık hesaba çekin. Bunu her gece, her hafta, her ay yapabilirsiniz. Gerek iş ve gerekse de kulluk açısından kendinizi değerlendirin. Unutmayın, siz hızla ölüme koşan bir canlısınız. Bir anlamda kendinizi ölüme, ahirete hazırlamalısınız.

14- Tavsiyeleri, eleştirileri dikkate alın. Yenilikleri izleyin, teknolojiyi kullanmaya çalışın. Farklı, yeni ve değişik hayat sahneleri, insan stresini düşüren ve yaşama gücünü arttıran önemli objelerdir.

15- Yaşanmış kötü anılarınızla değil, yaşanacak ümit ve beklentilerinizle haşır-neşir olun. Hayal kurun, hedef belirleyin, her gün yeni şeyler keşfetmeye çalışın.

16- Çok üzgün, çok bitkin, çok yalnız olduğunuzda problemlerin altında ezildiğinizi hissettiğinizde, samimî bir kalp ve temiz hislerle Allah’a yönelin, O'na secde edin, O'ndan yardım isteyin. Sırtınızdaki o büyük yükün ve içinizdeki karmaşık sıkıntının hafiflediğini göreceksiniz.

17- İnsanları olduğu gibi kabul etmeye çalışın. Unutmayın ki, her insan bir dünyadır. Zevkleri, renkleri, fikirleri ve yorumları farklıdır. Bunları ne kadar kabullenirseniz, o ölçüde rahat yaşarsınız.

18- Spor yapın, açık havalarda gezinin. Faydalı faaliyetlere katılın.

19- Uyku için yatak odanızı, aşırı gürültü ve ışıktan uzak tutun. Aşırı soğuk veya aşırı sıcak odalar, rahat bir uyku ortamı değildir.

20- Çok bunaldığınızda uzman ve mütedeyyin bir hekime başvurun, tavsiyelerini dikkate alın.

Çocukların ve gençlerin önemi

Muhammed E. AĞIRTAŞ - [email protected]

Âdem'i (as) topraktan yaratan, cihanı onun nesli ile süsleyen, onlar için cennetlere Rıdvan yurtları ve gülistanlar yaratan yüce Allah’ın sayısız nimetleri vardır. Bu güzel nimetlerden birisi de çocuktur. Çocuk bir milletin, bir ailenin, bir ocağın bekası demektir. Çocuk kimdir? Nedir? Evvelâ onu bilmek ve anlamak gerekir.

Çocuk, Resul-i Zişan Efendimizin mübarek beyanıyla ‘Cennet çiçeğidir’, tatlı kokular saçan, gönüllerde açan, ruha zevk u sefalar veren bir çiçek. Nasıl ki güzel bir çiçek tazeliğini ve hayatiyetini devam ettirebilmek için itinaya, bakıma, suya ve korumaya muhtaç ise, çocukta en büyük alâkaya, sevgiye, şefkate ve merhamete muhtaçtır. Kendi ciğerinin bir parçası olan evlâdına merhamet göstermeyen, ona şefkat kanatlarını açmayan bir ana-baba kime merhamet edecektir? Bir masum yavrunun gözünün yaşını dindirmeyen, bir yetimin başını okşamayan, bir aciz çocuğun elinden tutmayan ve bir yaraya merhem olmayan kimselerden insanlık sıfatı da alınmıştır.

Çocuk, millet denizinin en parlak incisi, dünya hayatının süsü, aile bahçesinin solmaz gülü ve ocakların kıvamıdır. O çocuklar ise geleceğin gençleridir. Kıymetli varlıkların düşmanı çok olduğu gibi, çocukların ve gençlerin de pek yaman ve çetin düşmanları vardır. Eğer o güzel çocuklar ve duru gençler iman kışlasında birer fazilet subayı olarak yetiştirilmez, iman ve ahlâk ile techiz edilmez, irfan ve İslâm nuru ile beslenmez, Kur’ân kal’asının içine girmezse manevî düşmanların, zehirli silâhlarıyla vurularak sonunda helâk olacaktır.

İmansız kalbin, dümensiz kafasından çıkan zehirli fikirler, gençliğin beynini bir akrep kıskacı gibi sıkacak ve onu iyi ile kötüyü, hayır ile şerri düşünemez hale getirecektir. Çocuk ve gençlerini iyi yetiştirip, iyi terbiye edemeyen, onlara ahlâk ve fazilet aşılayamayan milletlerin istikbali geceler gibi korkunç ve karanlıktır. Gecenin sonu yine sabahtır. Fakat imansız yetişen nesillerin artık sabahı yoktur ve onların haritasını cehennem çizecektir.

Dünya artık bildiğimiz dünya değildir. Düşman, en zehirli silâhını ve helâk edici mızrağını yaldızlayıp maalesef evlerimizin içine kadar sokmuştur. Kuşun ayağını kendi kanadı ile bağlamıştır. Etrafımız kan ırmağı haline gelmiştir. Böyle bir zamanda yaşamak, imanları kurtarmak ve Müslüman nuru içinde bulunmak hiç de kolay değildir. Kurtların cirit attığı bir meydana, kuzuları başıboş bırakmak sadece felâket getirir. Masum, pak ve tertemiz bir çiçek olarak cihan bahçesine gelen çocuk, anne ve babanın elinde şekillenmekte, ya bir iman fidanı veya bir zehirli ağaç haline gelebilmektedir. Şöyle bir misal verecek olursak; altını hangi kalıbın içine dökersen onun şeklini alır. Ona hangi deseni, hangi nakşı vurursan vurduğun şeyi pırıldatır. Bir çocuğa, bir gence, masum bir yavruya ilk önce, hem de her şeyden önce Allah inancını, Peygamberimizin (asm) sevgisini, din duygusunu ve Kur’ân'ı aşılamak gerektir. Bir genç, bir delikanlı kendisini yaratanı, kendisine hayat bahşedeni, kendisini rızıklandıranı bilmezse kimi bilecektir?

Bir genç âlemlere rahmet olan Peygamber-i Zişanı (asm) tanıyıp sevemezse, kimi sevecek, kimin peşinden gidecek, kendisine kimi örnek alacak, kimi rehber edinecektir? Bir genç, nur ve hikmet kaynağı ve hidayet rehber olan Kur’ân'ı okuyup öğrenmezse, onun kalplere şifa veren âyetleri ile manevî gıdasını alamazsa, gönlünü hangi zevk u sefanın baharına açacak, hangi gülden ıtırlar toplayacaktır?

Bir genç, şanlı tarihini bilmezse, ermiş dedelerinin iftihar ve kahramanlık dolu hayatlarını bilmezse, ne ile, kiminle göğsünü kabartacak, içindeki boşluğu nasıl dolduracaktır? Onun gönül pınarı hangi vadilere akacak, ömür tarlasında hangi sümbül boy verecektir? Bütün bunları düşünmek öncelikle ebeveynlerinin elindedir. Bu, eğitimcilerin ve devletin en ulvî vazifesidir. Çünkü insanlığın baharı böyle tüllenecektir. Çünkü onları topluma örnek kişilik olarak kazandırmak önemli sorunlardan birisidir. Aksi halde çok acılara, çok ocakların sönmesine sebep olur. Mehmetçiği arkadan vuran, sokakları kan gölü haline getiren, merhamet ve insaf bilmeyen, ezan sesinden kaçan, beşikteki masum yavrulara kurşun sıkan ve etrafa dehşet saçan eli silâhlı caniler gökten mi indi? Moskof’un bayrağını kendi ay yıldızlı bayrağına tercih eden bu talihsiz ve bedbaht kimseler hayat yorgunluklarını ancak cehennemin ateşten duvarlarına yaslanarak gidereceklerdir.

Gençlik ihmal etmeye gelmez. Gençlik bir milletin bekasına uzanan hayat köprüsüdür. Köprünün harcında ise Allah inancı; Resulullah (asm) sevgisi, Kur’ân muhabbeti, vatan ve millet aşkı bulunduğu zaman o köprü çok sağlam bir yapı haline gelir.

Peygamberimizin (asm) çocuklara ve gençlere daima derin bir muhabbet gösterirdi. Onları öper, sever, okşar ve mübarek parmaklarını saçlarının arasında gezdirirdi. Kendi torunlarını da, kâh sırtında, kâh kucağında taşır ve onların alınlarından öperdi. Onun okşadığı başlardan zevk u safa ışıkları cennet parıltıları yayılırdı. Hz. Ali’yi (ra) o büyütmüş, o terbiye etmiş, o yetiştirmişti. Bu sebeple, Hz. Ali cenk meydanlarının yenilmez arslanı, ilim meclislerinin imamı, cömertlik ve kerem sultanı oluvermişti. Nebiler nebisinin ümmeti de çocuklara ve gençlere karşı aynı şefkati ve merhameti göstermeli ve Kâinatın Efendisini (asm) rehber edinmelidir. Sevgi ve muhabbet kuşu ile avlanamayan gönüller başka hiçbir şeyle ele geçmez. Neslimize, o masum gençlere merhamet ve şefkat gösterelim ki, cihan tarlasından hayırlı bir başak toplamamız mümkün olsun.Onları cehennem yolcuları değil, Cennet vildanları ve mânâ sümbülleri yapmalıyız. Aziz ve Celil olan Allah buyuruyor ki;

“Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyunuz ki onun tutuşturucusu insanlarla, taşlardır.”

Evet ateşle dostluk olmaz. Ateşe karşı İbrahim (as) olmak gerek. Bilelim ki ömürler biter, dünya bize sırtını döner, servetler tükenir, kasalar boşalır, saltanatlar yıkılır, âlem kararır. Sadece o milletin dünyası kararmaz ki, arkasında imanlı bir nesil, hayırlı bir varis bırakmıştır.

MASKE

MURAT DOĞAN - [email protected] / Eğitimci

Hayatı dolu dolu yaşadığını hissettirmeye çalışıyordu herkese. Ve her gününü hatta her ânını değerlendirdiğini boş geçirmediğini etrafına gülücükler saçarak söylüyordu. Ve şöyle ekliyordu: “Hayatımda hiçbir günümün diğerinin aynısı gibi olmasını istemiyorum”.

Bir sabah kalktığında hava beklediğinden daha sıcak olunca, eşine; “Öfff… Hava bugün çok sıcak, üzerime ne alsam. Yeni aldıklarımdan hangisini giysem, kahretsin, karar veremiyorum” deyip havanın fazla sıcak olmasından şikâyet edip durdu. Oysa dün giydiği elbiselerle bugünde iş arkadaşlarının karşısına çıkmak istemiyordu. Çünkü o her gününün farklı olmasına çabalıyordu. (!) Yoksa ne olurdu, arkadaşlarının gözünde imajı sarsılacaktı ve belki de herkes; “bu da çok demode” diyecekti.

Günü istediği gibi geçirememişti. Bugün dünkü gibi giyindiği için çok üzülmüştü, “Arkadaşlarımın nazarında küçük mü düştüm acaba?” diye içinden geçirmişti.

“Neyse, umarım yarın hava istediğim gibi olur da istediklerimi giyerim” deyip uyudu. Sabaha daha mutlu, umutlu kalkmayı ummuştu.

Ve nihayet sabah olmuştu. Sekizinci sınıfa giden oğlu ve eşiyle kahvaltısını ediyordu bugün, giyeceği elbiseleri düşünürken; “Çevremdeki insanlar hangi elbisemi daha çok beğenecek”, düşünmeden edemiyordu.

Hiç ummadığı bir anda cep telefonu sesiyle bu düşünden uyanıverdi. Telefondaki ses, yakın akrabalarından birinin öldüğünü haber veriyordu. Donup kalmıştı masada, yaptığı kahvaltı mahvolmuş, yedikleri boğazına dizilmişti. Eşi, bu telefondan sonra yüz hatlarının değiştiğini görünce telefonda aldığı haberi sordu. Oğlu da bu duruma şaşırmıştı. “e” olup bitenleri anlattı. Eşi ve oğlu bu duruma çok üzüldüler.

Ne olacaktı şimdi, ya da ne oluyordu böyle… Ummadığı anda ummadığı hadiseler...

Üzülmüş müydü, yoksa şaşırmış mıydı? Bugün de istediği elbiseleri giyemeyecekti. Bugün de hayal kırıklığına uğramıştı. Aslında çok üzülmüştü bu habere çünkü ölen teyzesiydi. O anne yarısı teyzesi.

Cenazeye gitmek üzere evden çıkmıştı, oğlu ve kocasıyla.

Her günkü makyajını yaptı ve çıktı. Ama bugünkü biraz daha koyu olmalıydı, çünkü bu üzgün olduğunun göstergesi olacaktı. Makyajı yapmalıydı, cenazeye gitse de arkadaşları, eşi dostu görecekti onu cenazede.

Birçok eş dost cenaze merasimine gelmişti. Cenaze namazından sonra mevtayı defnetmek üzere mezarlığa gittiler. “e” hiç de tahammül edemezdi böyle durumlara aslında ama burada olmalıydı, yoksa arkadaşları eşi dostu ne düşünecekti.

Cenaze merasiminde göze en çok çarpan şey gözlerdeki kara gözlüklerdi. “e”nin de gözlerinde bu kara gözlüklerden vardı. Aslında bugün hava çokça bulutluydu ama herkesin gözünde bu güneş gözlüklerinden vardı, ya da ağlama gözlükleri mi demeliydim.

“e” nin oğlu ve kocası hüngür hüngür ağlıyorlardı. “e”de ise bir gariplik vardı. Yüzünde biraz kırışma olsa da tam olarak belli olmuyordu yüzündeki ifade.

Aslında “e” ağlıyordu, ki ağlamalıydı da ama onun ağladığını kimse görmemeliydi, bu kadar aciz olduğunu kimse bilmemeliydi. “e” sanki bir an için insan olduğunu gizliyordu herkesten. Arkadaşlarının mı yoksa kendinin mi insânî vasıfları taşıdığını unutmuştu.

Ama hayır, oğlunun, eşinin veya bir başkasının onun ağladığına şahit olmasını istemiyordu. Gözlüklerin gözlerdeki yaşları gizlemesini istemişti. Belki gözlükler bu yaşları kamufle edebiliyordu ama aynı zamanda onun varlığını, fıtratını da kamufle ediyordu. Her an başkaları için önemli ve beğenilen biri olmak istiyordu. Her günkü farklı giyinme çabaları da bunun sebebiydi. “e” başkalarının yanında önemli olmaya çalıştıkça eriyordu aslında, daha da anlamsız, önemsiz bir hale geliyordu. Ve kendini kaybediyordu. Çünkü kendisini başka bir şey zannediyordu. O aslında kendisini bir tanrı vasfına bürümüştü. Tapılmaya ihtiyacı vardı. Böyle davrandıkça, kara gözlüğünün ardında, berrak gözyaşları kararıyordu.

Asıl vasıflarından uzaklaşıyordu, bir tanrı da olamazdı o zaman. “e” olaylara bakarken sadece olayın kendisine odaklanıyordu. Bütün bunları yapanı yok sayarcasına. Ve idare edeni, terbiye edeni unuttukça da bu vasıfların kendisinde olduğunu zannediyordu. O böyle zannettikçe hayatta çekilmez oluyordu aslında. Çünkü böyle zannettiği halde hiçbir şeye mutlak anlamda hükmedemiyordu, çok sıcak havayı değiştiremediği, teyzesinin ölümüne mani olamadığı gibi…

Belki de elinde zannettiği ipi gerçek sahibine teslim ettiğinde; tapılmaya muhtaç bir zalim ve cahil değil, emir ve yasaklara uymaya mecbur ve muhtaç olduğunu anlayan bir Salih olacaktı.

Evet, ‘e’ kendini gizlediğinden kendisi gibi davranamıyordu. Aslında kaçtığı acizliği onun en önemli özelliğiydi. Olaylara müdahale edememesi yani aciz olması onu güçlü kılması gereken bir özelliğiydi.

Çünkü o zaman yüklendiği tanrı vasfı çökecek ve kendisi olmaya yol alacaktı. O zaman bütün olaylara müdahale edeni, idare edeni, yani Rabbini tanıyacaktı.

O zaman her şeyin sahibini tanımaya yol alacaktı, kendisinin hiçbir şeye sahip olmadığını görünce; Malikü’l-Mülk’ü tanıyacaktı.

İşbu durumda öze dönüş yolunda fıtratla barışıklık ilk adım olsa gerek.

NUH’UN (as) GEMİSİ VE TEVEKKÜL

SELİM GÜNDÜZALP - [email protected]

Hz. Nuh (as) bir gemi yapmıştı. Çölün ortasında, alaylara aldırmadan. Belki kendisi de bilmiyordu sebebini! Ama Allah “Yap!” demişti ve bu yeterdi. Çölün ortasında da olsa, biliyordu ki O vardı ve asla terk etmezdi. Sağlam bir gemi yapmıştı… Hatta öylesine sağlam ki, dünyayı yutan dev dalgalar ona zarar vermemişti. Sağlamdı gemisi çünkü Allah’a güvenmişti. Biliyordu ki, O yok olmazdı. Sonsuzdu. Tufandan kurtulmuştu, ama gemiyle değil, kalbindeki imanla, tevekkülle...

Eğer dünyanın hafif sarsıntıları bizi boğuyorsa, gemimizi alabora ediyorsa, bu gemimizin sağlam olmamasındandır; tevekkülümüzün, sabrımızın zayıflığındandır. Tahtaları çürük olan gemi yıkılmaya mahkûmdur.

Dayanağı RAHMAN olmayan her şey gibi…

Anonim

SAKIN DÜNYA HAYATI SİZİ ALDATMASIN

“Ey insanlar! Rabbinizin emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakının. Ve öyle bir günden korkun ki, ne babanın evlâdına, ne evlâdın babasına hiçbir faydası olmaz. Allah’ın vaadi şüphesiz haktır; sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O çok aldatıcı şeytan da, Allah’ın azabını unutturup sadece affına güvendirerek sizi isyana sürüklemesin.”

Lokman Sûresi, 33. Âyet

MUHASEBE

Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,

Affet Senden habersiz aldığım her nefesten!...

Necip Fazıl Kısakürek

CEMAATLE NAMAZ

Cemaatle namaz kılmak heyecanıyla camiye koşmak için dede olacağımız yılları mı bekliyoruz? Kimi zaman ucuz ürün kampanyalarında saatlerce bekleyenler, camide beş dakika beklemekle ne zenginliklere ulaşabileceklerini bilselerdi!

Cemil Tokpınar, Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?

HZ. PEYGAMBER’İN (asm) ÇOCUK SEVGİSİ

Abdullah ibni Haris (r.a.) anlatıyor:

Resûl-i Ekrem (asm), Abbas amcasının küçük çocukları Abdullah, Ubeydullah ve Kesîr’i sıraya dizer. Sonra onlara; “Yanıma ilk önce kim gelirse ona şunu vereceğim” derdi. Çocuklar Resûl-i Ekreme (asm) doğru koşarak gelirler. Kimi göğsüne, kimi sırtına sarılırdı. O da onları kucaklayıp öperdi.

Ahmed bin Hanbel, Müsned, 1. cild, s. 214

TEHLİKELİ KELİMELER

İnsan, kullandığı kelimelere dikkat etmek zorundadır. Bu sorumluluk, konuşanın da, okuyanın da omuzlarındadır.

Meselâ; “İşimiz Allah’a kaldı” şeklinde konuşmak, bilmeden Allah’a şirk koşmaktır. Çünkü bütün işler Allah’ın iradesi ve dilemesiyle meydana geldiğinden, böyle bir ifade, bir kısım işleri kulun tasarrufunda kabul etmektir.

ŞŞadi Eren

ÇOCUK VE OLUK

Bir gün Hz. Ali’ye (ra) bir kadın gelerek; “Ya Ali!” dedi. “Çocuğum oluğun üstüne kaydı. Çağırıyorum, gelmiyor. Orada bıraksam düşeceğinden korkuyorum. Ne yaptıysam gelmiyor, ne olur bana yardım edin.” Hz. Ali (ra) gülümseyerek ona şu çareyi söyledi: “Dama aynı yaşta bir çocuk çıkarın, senin çocuğun onu görünce gelir. Çünkü her canlı kendi dengine sevgiyle bağlıdır.” Kadın denileni yaptı, oluğa kaymış olan çocuk, damdaki çocuğu görünce hemen sürüne sürüne onun yanına geldi ve böylece düşmekten kurtuldu.

Her Güne Bir Öykü, Selim Gündüzalp, s. 254

AYNEN NAKLETMEK

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: “Allah, bizden bir söz işitip de başkalarına aynen bildiren kişinin yüzünü ak etsin! Kendisine bildirilen niceleri vardır ki, işitenden daha kavrayıcıdır.”

(İbni Mesûd radıyallahu anh, Tirmizî)

AKILLARA DA HÜKMEDEN, O

Allah kaza ve kaderini yerine getirmek istediği zaman, akıl sahiplerinin akıllarını başlarından alır.

Hz. Muhammed (a.s.m.)

ŞÖHRET

Şöhret ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır.

Bediüzzaman, Mesnevî -i Nuriye, Katre, 71 

İLİMLER VE ALLAH

Astronomi ve biyoloji ilimlerini bilmeyen, Allah’ı tanıma konusunda noksan kalmıştır.

İmam Gazalî

YOKLUK-VARLIK

Yok ol ki var olasın!...

Mevlânâ Celâleddin Rûmî

DİL VE KALP

Dilinle yaptığın duâya, kalbin de inansın.

Abdülkadir Geylani

GÖR(ME)MEK

İman etmeyenlerdeki nasıl bir göz ki, o gözle esmâ tecellîlerini görüyor da, onların Allah’tan olduğunu bilemiyor.

S. Gündüzalp

İBRET TABLOSU

Bazen durur bakarım bu ibret tablosuna: / Kimi tatlı peşinde, kimininse tuzu yok!...

Barış Manço

SAĞLAM MÜ’MİN

Çetin cevizlerden sağlam mü’minler çıkar.

Malcolm X

NEYE ÜZÜLÜYORUZ?

Kaçan bir gol kadar üzülmedik değil mi? Ölürken çocuklar o güzel Afrika’da?...

İbrahim Tenekeci

GÜLİSTAN’DAN...

Arkadaş! Seni sevgilinden hangi şey alıkoyuyorsa, doğrusunu ister misin, sevdiğin şey o olmuş olur.

Sadi-i Şirazî, Gülistan, s.146

EDEB

Edeb öğrenilmeden ilim öğrenilmez.

Süfyan-ı Sevrî

ÖLÜM

Ölür ise ten ölür,

Canlar ölesi değil…

Yunus Emre

11.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Elif Eki

  (04.12.2009) - Kimin cenazesini taşıyacağımı Urfa'da öğrendim

  (20.11.2009) - ‘Yetimler babası kahraman Kâzım Karabekir’

  (13.11.2009) - Eşi Zarife Canan, İbrahim Canan'ı anlatıyor:

  (06.11.2009) - “Kayıp” değil; geçici firak...

  (30.10.2009) - “ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU”NA ADNAN MENDERES DE MUHALİFTİ

  (23.10.2009) - Küre-i arzın merkezindeki ibadet

  (16.10.2009) - Ahmed Hanî Hazretleri

  (09.10.2009) - 'Açılım'ın kapalı kapıları aralanırken

  (02.10.2009) - Huzurevinde ‘huzur’u buldu

  (25.09.2009) - Yola devam!

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl