12 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Ne bitmez terörmüş bu!

Şu anda PKK terör örgütünün başı, başkanı, lideri yahut da komuta heyeti kimdir, bizdeki gibi askerî örgütü var da başında hangi paşa, hangi general var? Acaba korgeneral mi, orgeneral mi veya çok general mi; bilen var mı merak ederiz.

Bu nasıl örgüt ki 30 yıldan beri ne azalıyor, ne dağılıyor. Daima ayakta! Sivil örgüt mü, yoksa askerî örgüt mü? Nasıl eğitim görmüşler? Doğru dürüst bilenimiz yok. Bizimki gibi genelkurmayları var mı, konseyleri var mı, kuvvet komutanları, ordusu, kolordusu, tümeni, tugayı var mı? Bir bileniniz parmak kaldırsın. Acaba kara kuvvetleri komutanlıkları, deniz kuvvetleri komutanlıkları var mı, acaba hangi deniz seferlerinde bulunuyorlar. Bunların içinde Van Gölü, Hazar Gölü var mı? Hep düşünürüz.

PKK Örgütü için daha çok sorular sorabilirsiniz. Bütçeleri nereden gelir, sayıları kaçtır. Bu kadar kişiyi dağlarda, bayırlarda barındırmak nasıl oluyor? Kışlaları, eğitim alanları, kumandası, jandarması nerededir bilinmez. Askerî araçları, topu, havanı, ağır araçları, römorklar, greyderleri, buldozerleri var mıdır yok mudur? Daha yüzlerce soruyu sorabilirsiniz. Bunlara tam cevap veremeyiz, ama bulduğumuz tek doğru cevap 30 yıldan beri azalmamalarıdır. Habire ülke çocuklarından her gün 3’dür, 5’dir, 10’dur, 30’dur, 40’dır boyuna kaybederiz. Bu nedendir ki fire vermezler? “Fire verdiler, fire veriyorlar” diyenlerin sözleri hep sözdedir. Sayıları 3’dür, 5’dir, 10 bin denilen bu insanların çamaşırları nerede yıkanır, yemekleri nerede pişer, bunların yiyecek içecekleri nereden gelir, nereden taşınır, hiç mi dumanları çıkmaz, hiçbir ateşleri görünmez mi? Hiç mi izleri sürülerek merkezleri bulunmaz? Biz bu soruları sorarız. Bu cevapları alamadığımız için adeta çatlarız.

PKK çıktığı zamanki teğmenler şimdi korgeneral, orgeneral oldular. O zamanları korgeneral, orgeneral olan Türk Silâhlı Kuvvetlerinde çalışan yüksek rütbeli insanlar emekli olanların sayısı belki üç bini, beş bini geçti. Nice nice yarbaylar, albaylar, büyük büyük paşalar oldular. Ordu idare ettiler, genelkurmayda söz sahibi oldular, konsey toplantılarında bulundular, kokteyllerde, şölenlerde boy gösterdiler. Pırıl pırıl elbiseleri parıldayan yıldızları, ayları, elbiselerindeki bordo renkleri, parıldayan kılıçlarıyla, törenlerde yüzlerin, binlerin alkışlarını kazandılar. “Yaşa, varol Harbiye” marşları ile, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” nidaları ile alkışlar, kulaklarımızı çınlattı. PKK terörüne sarf ediliyor diye Türkiye bütçesine ayrılan paralar binlerce katrilyonu geçti. Türk halkı işçisi, köylüsü, hastası, yaşlısı, fakiri, garibi ile milyonlarca insan dişinden tırnağından ayırdığı vergiler, harçlar, devlete ödenen çeşitli tahsilâtlar bazı insanlarımızı belini doğrultmaz duruma getirdi. Alınan tedbirler, başvurulan çareler, varılan sonuçlarla artık kimsenin ağzından ümit var bir dille telâffuz edilmez oldu. Kimse bugünkü törenden, şölenden, bayramdan artık mutlu değil. Elimizde alkışlayacak fer, koşarak atacağımız ter, verecek dermanımız kalmadı. Korkarız, ümidimiz de kalmadı. Güvenimizde kalmadı!

30 yıldan beri memleket bütçesi katmer katmer sarf edildi. Yüzlerce, binlerce hanelerden şehitler çıktı. Ama bu şehitler, ama bu gaziler hep aynı şehirlerden, aynı illerden, aynı bölgelerden geldi. Büyük kentlerin, sanayi ve ticaret çevrelerinden, yüksek rakımlı tepelerdeki yüksek makamlardan, yüksek ailelerden, yüksek semtlerden hemen hemen hiç gelmedi. Ağıtların geldiği, çığlıkların geldiği sel gibi gözyaşların aktığı yerler hep aynı semtler, aynı köyler, hep aynı mahalleler oldu!

Artık parlak nutukla, şölenle, on binlerce bayraklı törenlerle, derde deva bulunmuyor.

Bu ne biçim PKK imiş ki, ne genel kurmayı var, ne kuvvet komutanları var, ne cumhurbaşkanlığının başkanlığında toplanan konseyleri var. Ne hükümetleri var, ne bakanlıkları var, ne uçakları, ne pilotları, ne deniz kuvvetleri var; ama koca Türkiye’ye kafa tutuyorlar.

Bize söyler misiniz ey yetkililer: 30 yıldan beri 30 bin insanın ölümüne sebep olan askeri ve silâhlı güçlerden kaç sorumlu ve kaç kişi için ihraç kararı alındı? Kaç kişi mahkûm edildi, “Sen sorumlusun” denildi? Bir bilenden, bir yetkiliden, bir sorumludan bilgi edindirme yasasına göre bu ülkenin yurttaşı olarak sorumuzun cevabını tez elden bekliyoruz. Artık ne tâkatimiz, ne de güvenimiz kaldı.

AV. TURGUT İNAL

12.12.2009


Bozuk musluk

ŞIP şıp şıp… Damlıyor bozuk musluktan sular. Bir damla bir damlayı takip ediyor. Biriken sular bir nehir oluşturmuşlar kendilerine. Kıvrım kıvrım bahçeye doğru yol alıyorlar. Soğuk yollarını kesiyor ve yakaladığı her damlacığı donduruyor her fırsatta. Sular inadına kenetlenmişler, soğuktan korunmaya çalışıyorlar. Hava ise kararmak üzere. Güneş kızıllığını kaybetmemiş. Meydanlar sakinleşiyor bu esnada. Ay bekliyor meydanları aydınlatmak için, güneşin kızıllığının gidişini. Rüzgâr uzak diyarlardan haber getiriyor. Ağaçlar uzun bir uykuya dalmış. Bir kış akşamında şıp şıp akan damlacıkları sayıyor, aklı uzaklarda…

Çocukluk gençlik derken ihtiyarlandık diyor kendi kendine. Akan her damlaya geçen her yılı benzetiyor zihninde. İşte, işte ya… Damlayan her damla gibi damladı ömrümün nehri diyor. Oysa geçerken yıllar ne nehri andırıyordu, ne de damlayan su damlacıklarını… Ruhu bir an üşüdü, üşüyen bedeni gibi. Gözleri kırışmış, elleri titriyordu. Ne kulak kalmıştı duyacak, ne de ayak vardı uzunca yolları yürüyebilecek. Eskiler, eskiler demeye yeltendi, dudakları gerisini getiremedi. Yine geçmişlere olan özlemlerini dile getirecekti. Vazgeçti, ruhunun sızlanışı yetmişti ona…

Damlayan suları seyretmeye devam etti. Hâlâ sayıyordu, gözlerinin görebildiği kadar. Bir bozuk musluktan damlayan sular gibi damladı ömrüm, bir nehir gibi aktı sonsuzlukta… Diye tekrar tekrar söylüyordu içinden… Geçen gün radyoda duyduğu satırlar geldi aklına, pek anlamamıştı, ama ezberlemeye çalışmıştı…

Bir bayır ardı, güneş kızıllığı

Bir su bardağı, bir mum ışığı

Bir çalar saat, bir sabah ezanı

Bir akşam sofrası ya da öğle arası

Bir anahtar yumağı, bahçe kapısı…

Sabahın beşi miydi yoksa gecenin ikisi mi?

Beklenen mi, yoksa bitmeyen mi?

İstenen mi, istenilen mi?

Zemheri mi yaz ortası mı?

(…)

Nasıl bir ECEL

Nerede buldu SON

Bitmeyecek sanılan HAYATI…

Son, and, fin ne fark ederdi?

Yine tam anlayamamıştı, ama ölümü hatırlattı ona, ölümden bahsediyordu her halde. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Son damla ne zaman damlar ki ömrümden diye sordu kendisine… Cevap veremiyordu… Ne zaman nehir kurur ki, ne zaman soğuğa yenik düşerim diye daldı, gitti. Bu esnada karısı seslenmeye başladı, o ise duymuyordu ki. Aklı, ruhu ve kalbi bir mücadeledeydi sanki. Uzunca bir düşünceye daldı, bilinmez duygularla…

Karısı seslenmeye devam etti ve sonunda sesini duyurdu. İhtiyar hafiften doğruldu. Akşam bitmiş gece olmuştu bile. Ne güneşin kızıllığı kalmıştı ne de gündüzden bir esinti vardı… Ayağını hafiften attı ve fark etti soğuğun akan suya galibiyetini… “Bir gün beni de yeneceksin ey soğuk hava” dedi ve yavaş yavaş evine doğru yürümeye başladı… Ay geceyi aydınlatmaya başlamıştı bile…

OSMAN KANAT - [email protected]

12.12.2009


-Hasbihâl-i Meryem-

(başlıyorum evvelinde Bismillah ve âhirinde temiz kalmış/kalan/kalacak bütün kızkardeşlerimi, ablalarımı ve büyüklerimi tenzih, iffetsiz yaşayan sâir âlem-i nisâyı teşhir, iffetin âleme intişar etmesini tedbir ederek- ve minallâhi tevfik-)

(I) Meryem-i kelâm

Meryem (ra) bir renktir, ak... Aktan pâk! Pâktan ak! Tarife ârif oldu zarif, anlatırken Meryem’i. Hangi renk yaratılmış onu anlatmaya bilmem ki... A(ş)K desem kara kalmaz mı Meryem’in yanında. Hülyâlarıma çalınan zilleti temize çeken renk meryem, âhenk âhenk bir âbid ve âsûde bir âciz. Kavminin en güzeli, İmran’ın öksüzü ve Hannen’in yetimi. Zekeriyya (as) ona velî. Meryem uzlette dâim ve Rabbini anmada. Âlem ona musahhar, musahhar ona sahrâ. Âlemde bir münzevî ve bir küllî fakir. Fakiri kim besler, kim onu tertib eder? Eğer Meryem ise o âciz, Rabbi halk eyler taamlardan mevsimsiz. Zekeriyya taaccüb eder, kıvranır ve düşünür. Meryem temizdir zaten onu Rabbi güldürür.

Meryem bir icaz sancı’r, rengi yine ak-u pâk. Meryem’de teslîmiyet ve bir o kadar HAYY’ret. Rabbinden söyledin ki, hayret etme ey Meryem, hayr iste ve “sükût et”. Ve Meryem sükûtta, kavmi sukutta. Tam öyle bir zaman ki kelâm etmede mehdi-i sabiyye arzda. Ve îcâz, bütün ekvânı kırarak! (harf harf sükût döküldü şehrin öbür yanına ve sancıdı bin icaz ve bir İsa (a.s). İsa ‘Meryem’ konuştu ve Meryem ‘İsa’ sustu.)

(II) Kelâm-ı merâm (Meryem’e )

Meryem ürkeğiz. Titremedeyiz. Bin zilzâl oluyor saniyemizde. Her zilzâlde biraz daha sarsılıyor SEN’liğimiz. Teşhir edilmiş bütün şehirler ve bütün kadınlar senden uzak. Sen bundan çok berîsin. Kirletiyoruz iffet kokulu düşleri, kafı kefe dönüştürür gibi. Hain bakışlar, haram; zarar ve ziyân kadar anlatamayacağım her âşikâr karanlığın renginde. Meryem bundan berîsin, biz de senin hâletinden.

Yangın içre yangın; alevlerdeyiz! Bir yangına düştük ki meryem, alev de biz yanan yakılan da biziz. Senden uzaklaştıkça senin temiz hâllerinden ve sesimizi sesimizle beraber benliğimizi âşikâr edince azalıyor SEN’liğimiz. Îcâz bekleyen gözlerden daha da haşyetler içindeyiz, biz kimiz, neredeyiz? Nerede İmran hani o vakarı, ya Hanne’nin hayreti? İsa nerede, sâhi göklere mi uçtu iffetimiz?

(III) Merâm-ı Meryem

Telâşa verilmemiş bütün hüzünler adına bin özür borçluyum sana ey suret-i iffet! Sende iffet bende zillet, garip bir hüzünle istemedeyim medet!

Ey Meryem, şu garip hâyali n’olur mâzur gör, ben hâlâ İsâ beklemedeyim ve bir îcâz. Beşikte kesilirdi merâm-ı aşkımız, lâkin o neydi kelâm ederdi beşikte mesih-i İsa’mız. Ey âbide annem şimdi susmak da konuşmak da bambaşka. Ve şimdi susacaklar konuşmada, konuşacaklar susturulmada. Ne bir SENlik var şimdi ne velin Zekeriyya, ne mesih İsâ ve hep çirkef kavmimiz. Hurma gözlerin kokmaz, salık sensiz iffetsiz. Yollarımız divâne, uyku müsekkinimiz. Sabır dilemek güzel lâkin bu sabr selâmdan hep nasipsiz..

(Sabır neye ey Meryem, bu hâyâsızlığa mı? / İffetsiz kadınlara mıdır ağlamak iffetsiz yollara mı?)

İşte ey Meryem şunlar kaldırımlar ve şunlar kadınlar. Hangisi daha zelîl sen söyle ey Meryem! Hangisi çiğnenir bir bak, hangisi daha temiz. Bu şehirler umarsız. Ve âlem dünden yorgun.

ey sûret-i iffet,

ey siret-i letâfet,

gel n’olur büşrâ ol bize.

İffetin yangınısın n’olur

alevlerini ser şu kuru güllere/küllere

Susma ey Meryem, n’olur sükût etme. Sen olmadan ey Meryem, İsâ gelir mi şehre? Kaldırır mı Rabb bizi bu topraktan çeker mi ki göklere? Ey iffet yangını söyle, söyle ki ne sebepten susmaktasın, yoksa Rabbine oruç mu adamaktasın?

ELİF RUHEFZÂ ALTUNER

12.12.2009


AB’nin organik tarım merkezi olabiliriz

Ülkemiz tarım için çok elverişli şartlara sahip. Tarımsal faaliyetler, makro politikalarla desteklenerek hem önemli bir üretim, hem de istihdam alanı oluşturulabilir. Böylece İşsizliğe de önemli ölçüde çare üretilmiş olur. Avrupa’nın ortasındaki Hollanda toplam bizim Konya ilimiz kadar yüz ölçümüyle Avrupa’nın tarımsal gıda üretim merkezi konumundadır. AB ile tam üyelik müzakerelerini sürdüren ülkemiz, gelecekte neden geniş ovalarıyla Avrupa’nın organik üretim merkezi olmasın? Bunun için kafaların değişmesi şart. Dünyadaki gidişatı önceden görüp bu yönde tedbirleri almakta geç kalmamamız gerekiyor. Dünyada “doğal hayata dönüş” eğilimi ağır basıyor. Artık insanlar, yediğine içtiğine dikkat etmeye başladı. En son yaşanan GDO tartışmaları, sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada yaşanıyor. Çevreye ve insana daha az zararlı geleneksel üretim tarzıyla üretilen tarım ürünleri revaçta. Bunun için İstanbul’da “organik pazarlar” kurulmaya başlandı. Birisi Şişli’de diğeri Maltepe’de iki pazar kurulmuş durumda. Bu pazarlarda organik sertifikalı ürünler satılıyor. Doktorlar organik ürünleri tavsiye ediyor.

Günümüz şartlarında tarım, sanayi ve teknoloji ile bütünleşmiş durumda. Tarım teknolojilerindeki yüksek maliyetler, daha aşağılara çekilerek daha geniş kitlelerin bu teknolojilerden faydalanması sağlanabilir. Ancak ürünlerin niteliklerini bozucu teknolojik girişimler insanlığın hayrı ve dünyanın geleceği için durdurulmalı. Son yıllarda geleneksel tarım yapmada çeşitli güçlükler kendini gösterirken, makinalar çiftçilerin imdanına yetişti. Tarımın makinalarla yapılması aklın gereği. Teknolojiyi insanların yararına kullanmaya kimsenin diyeceği yok. Olmaz da. Son yıllarda seralarda üretim öne çıkıyor. Bu teknoloji de insanlık için aslında yararlı. Çünkü üretimi arttırma ve birim alanda daha fazla ürün elde etmeye imkân tanıyor. Bu seralardaki üretim kimyasal maddelerden ve zirai alanlardan arındırılabilirse Türkiye açısından inanılmaz büyüklükte bir fırsatın kapısını aralayacaktır. Bu fırsat şüphesiz organik tarım olacaktır.

***

Katma değeri çok yüksek olan seracılık ve buna bağlı endüstriyel tarımda özellikle kıyı kesimlerimizde büyük gelişmeler var. Tüketici bilincinin artmasıyla sağlıklı ürünlere yöneliş de bu konuda önemli bir pazar talebi meydana getiriyor. Modern Sera teknolojileri, daha az kaynak tüketimi ile daha çok verim elde etmeye imkân tanıyor. Seralarda, daha iyi sulama teknolojileri, sağlıklı gübreleme ve üretim teknolojileri kullanılıyor. Modern tarım ekipmanlarından maksimum yararlanılıyor. Hızla artan seracılık yatırımları, tarım sektörünün güney bölgemizde önemli ekonomik etkinlik alanlarından birisi durumunda.

Türkiye’de şu anda organik tarımı destekleme kanun ve yönetmeliği varken halen bir biyogüvenlik kanunu yoktur. Organik Tarım Destekleme Ödemesi Organik Tarım ve İyi Tarım Uygulamaları ile Toprak Analizi Yaptırılmasına ve Bambus Arısı Kullanımına Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Karar’ın yürürlüğe konulması; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 21/10/2008 tarihli ve 505 sayılı yazısı üzerine, 5488 sayılı Tarım Kanununun 19’uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu’nca 4/11/2008 tarihinde kararlaştırılmıştır. Bu Kararın amacı; “Çevre, insan ve hayvan sağlığına zarar vermeyen bir tarımsal üretimin yapılması, doğal kaynakların korunması, tarımda sürdürülebilirlik, izlenebilirlik ve gıda güvenliğinin sağlanması amacıyla, organik tarım ve iyi tarım uygulamaları gerçekleştiren çiftçiler, toprak analizi yaptıran çiftçiler ile doğal polinasyonu sağlamak üzere bambus arısı kullanan üreticilere destekleme ödemesi yapılması” olarak belirlenmiştir.

***

Organik tarımın yaygınlaştırılması ve üretimin arttırılması için değişik finansal tedbirler almak organik tarım sektörümüzü güçlendirecektir. Ülkemizde 1980 yılından itibaren uygulamaya konulan ihracata dayalı kalkınma stratejisi çerçevesinde tarım ürünleri ticareti de DTÖ kuralları çerçevesinde gerçekleştirilmiyor. Organik tarım ürünlerimiz ağırlıklı olarak ihraç edilmekte olup, başlıca ihraç pazarlarımız Avrupa Birliği ülkeleri ve Rusya ağırlıklıdır. Bu bağlamda, organik ürünlere yönelik pazarlama stratejilerinin ağırlığının ihracat odaklı olması gerekmekte. Uluslar arası pazarlarda rekabet gücümüzün arttırılması amacıyla firmalara dış pazarlara yönelik güncel pazar bilgilerinin sağlanması önem arz etmekte.

İç Pazar potansiyelinin belirlenmesi ve iç pazara yönelik gerçekleştirilecek politikaların uygulanabilirliğinin belirlenmesi amacıyla üniversitelerin/araştırma kurumlarının ilgili bölümleri tarafından gerçekleştirilecek pazar analizleri son derece önemli. Bu çerçevede iç pazar hacmi daha iyi anlaşılacaktır.

Avrupa Birliği’ne uyum sürecinde Avrupa Birliği organik tarım politikalarını gözeten yapılanmaları ve uygulamaları dikkate almalıyız.

Dünyadaki organik tarım konusundaki yeni yaklaşımlara uyum sağlayıp, bunlara özgü politikalar geliştirmeliyiz. AB dışındaki ülkelerin organik tarım ile ilgili mevzuatlarının dış ticarete yönelik yakından takip edilmesi Türkiye’nin yararına olacaktır. Kırsal Kalkınma Planları hazırlanırken, organik ve tarımsal–çevre programları birleştirilebilir. Güncel veri toplama ve paylaşma ile birlikte bütün süreçlerin izlenebilirliği sağlanırsa, ileride olabilecek aksaklıkları erken teşhis ve telâfi sistemi kurulabilir. Uzun sözün kısası Türkiye, zengin ve geniş toprak yapısıyla, birbirinden farklı iklim şartlarıyla Avrupa’nın organik tarım ürünleri üretim merkezi olabilir. Yeter ki bu konudaki çalışmaları vakit geçirmeden başlatalım.

MUSTAFA GÖKMEN - [email protected]

12.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl