Basından Seçmeler |
Devletin ve millî eğitimin karanlık yüzü
BU sütunda Pazar günleri, iki seneye yaklaşıyor, eğitim yazıları kaleme alıyorum. Altı yaşından beri aralıksız bu sektörün içinde yaşayan biri olarak eğitim süreçlerinin bir bölümü üzerinde görüşlerim var; ama bir o kadar da anlayamadıklarım var. Daha doğrusu belki de anladıklarım ama anladıklarımdan hiç hoşlanmadıklarım, hoşlanmaktan da öte, saçma, anlamsız, depase, arkaik, hatta tabiri mazur görün, tiksindirici bulduklarım var. Milli Eğitim Bakanlığı, ülkemizin tüm eğitim-öğretim süreçlerinden sorumlu; siyasi otoritenin temsilcisi, taşıyıcısı olarak da bu çok normal. Ancak, acaba MEB ve bu bakanlığı yöneten (?) bakanlar tüm süreçler üzerinde gerçekten egemenler mi; doğrusu bazı gözlemlerim bana aksini düşündürüyor. Şayet eğitim-öğretim süreçleri üzerinde egemenlik bakanlardan öte birilerine ait ise, bunlar kimlerdir? Bu durum demokratik hukuk devletlerinde normal midir? Milli Eğitim Bakanlığı’nı yöneten son dört-beş bakanla tanışıyorum, bazılarını çok da takdir ediyorum ama bazı eğitim tasarrufları ile bu kişileri yan yana koyamıyorum, koyamadığım ölçüde de Bakanlığı nihai analizde kim yönetiyor sorusu daha fazla aklıma takılıyor. İşte size küçük ama çok vahim bir örnek. Milli Eğitim Bakanlığı’nın www.meb.gov.tr sitesine girin, sol yukarıdan Bakanlık Birimleri başlığını tıklayın, altından Ortaöğretim Genel Müdürlüğü başlığını tıklayın, açılacak sahifede “Ortaöğretimde Yeniden Yapılanma”yı, altında da “Liselere ait yeni ders programları” başlığını tıklayın, ortaöğretim kurumlarında okutulan kitapları bulacaksınız. Bu kitapların arasında bir de “T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” başlıklı bir kitap var; bendeniz böyle bir dersin müfredat içinde varlığına da hiç sıcak bakmadım ama bugün daha başka, çok daha vahim, benim için hiç anlaşılmaz bir konuya değineceğim. Yukarıda belirttiğim kitabın hemen yanında bir de not var: “Ek: Ermeni, rum, pontus, süryani”. Evet, bu not Atatürkçülük kitabının eki anlamına geliyor; bu saçmalık da 1981’de kabul edilmiş ama bundan sonra hiçbir bakanın aklına bu rezaleti değiştirmek gelmemiş. Bu saçmalığın ne anlama gelebileceğini bilen biri varsa ve bana anlatabilir ise doğrusu kendisine medyun-u şükran (teşekkür borçlu) olurum. Bu ülkede doğmuş, büyümüş, okumuş biri olarak Atatürkçülük başlıklı kitaplarda neler okutulduğunu biraz bilirim ama böyle bir ek doğrusu beni bile şaşırtıyor. Pontus burada ne arıyor onu da anlamadım ama diğerleri, yani ermeniler, rumlar ve süryaniler bizim ülkenin yurttaşları, Atatürkçülük kitabına böyle bir ek muhtemelen “potansiyel tehlike başlıkları” olarak konmuş, doğrusu inanılmaz bir ayıp, inanılmaz bir aymazlık ve gerçek bir bölücülük. Gazete kupürlerinden dava açan sözde savcıların bu duruma ne diyeceklerini doğrusu çok merak ederim; Anayasanın 66. maddesinin anayasal yurttaşlık anlamına geldiğini söyleyegelen sözde hukukçuların da bu berbat resmi uygulamaya ses çıkarmamaları cuk oturuyor doğrusu . Ancak, muhtemelen bu tür kepazelikler, geçenlerde yeni şekil verilen o “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” denilen hukuk dışı (anayasa dışı demiyorum) saçmalığın uzantıları. Siyasi otorite, 12 Eylül’le hesaplaşalım diyen siyasi otorite önce bu saçmalıkların üzerine gitmeli; aksi durumda ortaya en azından bizim için ciddi bir inandırıcılık sorunu çıkacak. Sosyal demokrat ana muhalefetin de bu konulara hiç girmemesi başka bir alem. Sahi, bu kitapları kim yazdırıyor, kim müfredata koyuyor? Bu devletin resmi ideolojisi MHP ideolojisi mi? Muhtemelen şahsen de tanıdığım bakanlar değil. Ama bu rezaletin sorumluluğu yüzde yüz onların.
Eser Karakaş / Star, 12.12.2010 |
13.12.2010 |
Anıtkabir’e gömülen protestocu öğrenciler
9 Haziran 1960 İki protestocu öğrenciye veda için İstanbul’daki devlet erkânı, öğretim üyeleri, subaylar ve binlerce İstanbullu Beyazıt Meydanı’nı doldurmuş. Dev bir Atatürk resminin asıldığı tarihî kapıdan Atatürk heykelinin yanındaki iki katafalka yatan öğrencilere bakan kalabalık “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu” marşını söylüyor. Yanında generaller ağır ağır kürsüye çıkan rektör Sıddık Sami Onar ağlamaklı: “Daha başka ölülerimiz de vardır. Naaşlarını belki bulamayacağız. Ama onları da kardeşleri gibi Ata’nın yanında kalplerimize gömeceğiz.” Cenazeler Sultanahmet Camii’ndeki cenaze töreninin ardından Sarayburnu’ndan Deniz Kuvvetleri’ne ait 505 Nolu Çeşme Mayın Tarama Gemisi’yle Kadıköy’e geçiriliyor. Haydarpaşa açıklarında protestocu öğrencileri 12 savaş gemisinden oluşan bir filo selamlıyor. Kadıköy İskelesi’nde ise alçak uçuş yapan jetler ve binlerce kişi beklemekte. Denizcilerin omuzladığı tabutlar askerî bandonun çaldığı matem marşları, camilerden okunan salalarla Haydarpaşa’ya getiriliyor. Cenazelerin yüklendiği özel tren Ankara’ya doğru yola çıkıyor. Tren Hereke, İzmit hatta gece geç saatte geldiği Eskişehir İstasyonu’nda binlerce kişi ve askerler tarafından karşılanıyor. Eskişehir’de cenazeler için İnönü, Sakarya Savaşı şehitliklerinden topraklar getiriliyor.
10 Haziran 1960 Sabah 09:57’de Ankara’ya varan tren önce Çiftlik İstasyonu’nda büyük bir askerî törenle karşılanıyor. Ankara Garı’nda duran trenden önce Rektör Sıddık Sami Onar iniyor. Gar’da onu karşılayan Tümgeneral Hakkı Sokullu’ya sarılıyor. Hem general hem de rektör ağlıyorlar. Garda toplanan kalabalık “Katillerle ölüm” diye bağırmakta. İstanbul’dan gelen iki cenaze diğer üç öğrenci cenazesinin beklediği Cebeci Camii’ne götürülüyor. Ve son yolculuğa doğru hareket... Top arabalarına yerleştirilen beş gencin cenazesinin etrafında Deniz, Kara ve Hava Harp Okulu öğrencileri sıralanıyor. 2,5 kilometreyi bulan kortej yol kenarına dizilmiş Ankaralıların öfkeli sloganları arasında defnedilecekleri Anıtkabir’e doğru yola çıkıyor. Atatürk ve İnönü’den sonra Anıtkabir’e defnedilecek ilk cenazeler onlar. Onlara “Hürriyet Şehitleri” deniyor. Nümayiş çıkmaması için Cemal Gürsel ve İsmet İnönü dışındaki bütün devlet erkânı, 27 Mayıs’ın Milli Birlik Komitesi üyeleri tam kadro kortejde. İnönü’yü oğlu Ömer İnönü temsil ediyor. Kortej Anıtkabir ve Cebeci’den top atışları ve alçaktan uçuş yapan jetler eşliğinde tam 2,5 saat sonra ancak Anıtkabir’e varıyor. Anıtkabir önüne yerleştirilen beş masaya konan tabutlar için önce saygı duruşunda bulunuluyor, ardından askerî bando eşliğinde İstiklal Marşı söyleniyor. Bir üniversite öğrencisi, bir Harbiyeli ve Başbakanlık müsteşarı konuşmalarıyla “şehitleri” selamlıyorlar. Anıtkabir’in Çankaya’ya bakan tarafında hazırlanan mezara Harbiye öğrencilerinden oluşan tören mangasının üç el ateşiyle önce Teğmen Ali İhsan Kalmaz gömülüyor. 22 yaşındaki genç topçu teğmen, 27 Mayıs gecesi Büyük Postane’yi teslim almaya çalışan Harbiyelilerden biriydi. Direnen polisi teslim aldıktan sonra paniğe kapılan bir jandarma askerinden çıkan kaza kurşunuyla hayatını kaybetmişti. Tören mangasının ikinci ateşiyle ikinci mezara 11 yaşındaki Ankaralı öğrenci Ersan Özey gömülüyor. Ersan Özey, 27 Mayıs sabahında darbeyi kutlamak isteyen CHP’li babasıyla birlikte Çankaya’da sokağa çıkmıştı. Sokağa çıkma yasağını ihlal ettikleri için üzerlerine ateş açılmış ve babasının yanında askerler tarafından vurularak hayatını kaybetmişti. Manganın üçüncü kez havaya ateş açışında üçüncü mezara büyük törenlerle İstanbul’dan getirilen iki cenazeden biri, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi 20 yaşındaki Turan Emeksiz gömülüyor. Malatyalı Emeksiz 28 Nisan 1960’da polisin sert biçimde bastırdığı Beyazıt’taki DP karşıtı büyük gösterilerde vurularak hayatını kaybetmişti. Turan Emeksiz’in polis silahından çıkan bir merminin yerde sekmesi sonucu öldüğünü söyleyen Adlî Tıp’çılar, otopsi raporunu çarpıttıkları için Yassıada’da, Bayar ve Menderes’le birlikte 117 DP’linin yargılandığı Ankara-İstanbul Olayları Davası’nda yargılanmış, raporun doğru olduğu ortaya çıkınca beraat etmişlerdi. Cenazesi İstanbul’dan getirilip dördüncü mezara gömülen Nedim Özpolat da aynı gösteride ölmüştü. İstanbul Erkek Lisesi öğrencisi Özpolat, Yassıada Başsavcısı’nın sözleriyle “Heyecanlı mizacının ve vatanperverliğinin tesiriyle üzerinde nutuk söylediği hareket halindeki tanktan, diğer bir tanka atlarken ayağı palete takılmış ve paletler arasında kalarak can vermişti.” Ve Anıtkabir’deki son mezara Harbiye birinci sınıf öğrencisi Sökmen Gültekin defnedildi. O da 27 Mayıs gecesi darbeye hazırlanırken elindeki Thompson silahın ateş alması sonucu kendini vurmuştu.
23 Ağustos 1988 28 yıl sonra Anıtkabir’de mezarlıkta yeniden tören mangası, yeniden gençlerin mezarlarının başında. Geniş güvenlik önemleri altındaki gizli tören 28 yıl öncekine göre hayli sessiz ve sade. Gözü yaşlı aileler çocuklarının kemiklerinin mezarlardan çıkarılıp poşetlere konuluşunu izliyor. Kanun çıkmış Anıtkabir’de İnönü dışındaki tüm cenazelerin Cebeci Şehitliği’ne taşınması kararlaştırılmıştı. Esas sebep ise 12 Eylül’ün 27 Mayıs’la hesaplaşmasıydı. Politik nedenlerle buraya gömülen gençler yine politik nedenlerle şimdi buradan götürülüyordu. Devletin onlarla işi bitmişti...
Yıldıray Oğur/ Taraf 12.12.2010 |
13.12.2010 |