Basından Seçmeler |
Hükümet 12 Eylülcüleri çabuk unuttu
Referandum tarihini 12 Eylül’e denk getiren hükümet, kampanyasını da büyük ölçüde darbecilerden hesap sorulacağı sloganına oturtmuştu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın gözleri yaşararak mektuplar okuduğu bir kampanya sürecine tanık olmuştuk. Darbecilerden hesap sormak, sanki referandumun birinci hedefiydi. Aradan dün itibarıyla tam 3 ay geçti. Geçen sürede, bir görevsizlik kararı verilmesi dışında hiçbir gelişme olmadı. Okurlarımız için bu süreci ana hatlarıyla şöyle hatırlatalım:
TEK DOSYADA BİRLEŞTİ - 1980 askeri darbesine imza atan dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve kuvvet komutanları hakkındaki ilk inceleme, 12 Eylül’deki anayasa değişikliğinden önce 2009’da yapıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Nuri Yiğit, 25 Mart 2009 tarihinde, Evren ve arkadaşları hakkında geçici 15. madde nedeniyle soruşturma yapılamayacağına karar verdi. - 12 Eylül 2010’daki referandumla darbecilerin yargılanmasını engelleyen geçici 15. madde kaldırıldı. 13 Eylül’den itibaren Türkiye’nin dört bir yanından suç duyuruları bombardımanı başladı. - Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcıvekili Hamza Keleş, 36 suç duyurusunu tek dosyada birleştirdikten sonra 27 Eylül’de beklenenin aksine işlem yapmayarak görevsizlik kararı verdi. - Kararda, şikayetçilerin, dilekçelerinde; 12 Eylül 1980 ve 7 Aralık 1983 arasında Evren ve kuvvet komutanlarının ülke yönetimine el koydukları, belirtilerek, sorumlular hakkında yasal gereğinin yapılmasını talep ettikleri kaydedildi. Ancak Evren ve arkadaşlarına isnat edilen suçlamanın, suç tarihi itibariyle sonradan kurulan özel yetkili mahkemelerin görevine girmediği, bu nedenle görevsizlik kararı verildiği belirtildi. - Görevsizlik kararı aynı gün, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na elden teslim edildi. Ancak başsavcılık makamının boş olması nedeniyle soruşturmayla ilgili karar verilmedi.
BİR DE MAHKEME TARTIŞMASI Bu süreçte “darbecileri kimin yargılayacağı” tartışması çıktı. Anayasa paketinde, kuvvet komutanları ve genelkurmay başkanlarının Yüce Divan’da yargılanacağı hükmünün de yer alması, “darbecilerin de Yüce Divan’da yargılanması gerekir” tezinin ortaya atılmasına neden oldu. Özel Yetkili Savcılığın görevsizlik kararı vermesi, bu düşünceyi pekiştirdi. Yargılamanın Yüce Divan’da yapılmasına karar verilmesi halinde, iddianameyi kimin hazırlayacağı ise hala belirsiz. Hukukçular, askeri savcılığın, Ankara Başsavcılığı’nın, Yargıtay Başsavcılığı’nın ya da TBMM’nin iddianameyi hazırlayabileceğini farklı argümanlarla savunuyor. Bu süreçte, hükümet cephesinden somut tek görüş beyanı Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’dan geldi. Kuzu, “O günkü DGM’lerin bugünkü karşılığı özel güvenlik mahkemeleri. İdam cezasına o gün kim bakıyorsa bugün o bakar. Yargı topu başkasına atmasın. Biz maddeyi kaldırdık, buyrun yargılayın. Zannetmeyin ki bu dava kabul edilirse yargılanacak olan sadece Evren ve arkadaşlarıdır. O dönemde milletvekili olanlar, bakanlar, bürokratlar aklınıza hangi makam geliyorsa yargılanır” dedi. Adalet Bakanı Sadullah Ergin ise geçen hafta, “Evren’i yargılayacak mısınız?” sorusu üzerine, “Mahkemeler arasında yetki ihtilafı var. Bunu çözmek için çalışıyorlar. Sürecin sonunu beklememiz gerekiyor” diye konuştu.
DAHA ZAMANAŞIMI VAR HSYK, 5 Kasım 2010 günü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na İbrahim Ethem Kuriş’i atadı. Kuriş’in darbe dosyasını geçtiğimiz günlerde Başsavcıvekili Yiğit’e tevzi ettiğini öğrendik. Dolaşmaktan başı dönen dosya, şimdi Yiğit’in önünde akıbetini bekliyor. Yiğit, öncelikle hangi savcılığın görevli olduğuna karar verecek. Bu aşamadan sonra da iş bitmiyor. Çünkü yargı, asıl kritik konuyu, yani darbe suçunun zamanaşımına girip girmediğini incelemedi bile. Savcı Yiğit, göreve ilişkin hemen bugün bir karar verse bile daha zamanaşımı konusundaki tartışmanın sonucunu bekleyeceğiz. Çünkü kimi hukukçular “zamanaşımı doldu”, kimileri “referandum sonucunun yayımlandığı gün başladı” diyor. Ak Parti hükümeti tecrübesi bize, iktidarın hassasiyetleriyle, yargınınkinin nasıl paralel seyrettiğini hep gösterdi. Nedense 12 Eylülcüler’le ilgili olarak bu süreci henüz yaşamış değiliz. Hükümet darbecileri çabuk mu unuttu ne?
Serpil Çevikcan, Milliyet, 13.12.2010 |
14.12.2010 |
Askeriyenin mâlî ve hukukî özerkliği
Askerİyenİn seçilmiş sivil otorite tarafından kontrolü konusunda yakında iki önemli gelişme oldu. İlki 1980 darbecilerinin yargılanması ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin (AYİM) tasarrufları sonucunda başlayan tartışma, diğeri yeni Sayıştay Yasası’nın mali denetim ve performans denetimi kapsamına tüm devlet kurumlarını yani askeriyeyi de dâhil edecek olması. Her iki gelişme de günlük siyasi çekişmelerin birer parçası olarak gündeme geldikleri gibi gündemden düşüverdiler. Hâlbuki bunlar Türkiye’nin müstakbel demokrasisinin en hayati konularından ikisi. Türkiye benzeri ülkelerde, AYİM gibi askeriyeye ait özel yargı kurumlarının bir nevi ‘yargı içinde yargı’ olduklarını bilmek gerek. İleri demokrasilerde yargı bir bütün; askerî yargı bütünün çok dar bir alanını, askeri suçlar ve disiplin suçlarını kapsar. Bütünle uyumludur. Ocak’ta İletişim’den çıkacak olan ‘Askeri Geçiş Süreci: Silahlı Kuvvetlerin Demokratik Reformu Üzerine Düşünceler?’ adlı temel kitabında İspanya eski Savunma Bakanı ve asker politikasının mimarı Narcis Serra askeri yargı reformunun temel kaidelerinden bahsederken darbecilerin yargılanmasının önemine değiniyor. ‘Pek çok ülkede, askeri yargının dönüşmesinin önündeki engel, askeri diktatörlükler sırasında işlenen suçlar için hesap verebilirliği kabul ettirmede yaşanan ciddi problemlerdir. Bu sorun genellikle sivil mahkemelerce, hatta bazı durumlarda uluslararası mahkemelerce ele alınmaktadır. Bu durumlarda insan hakları savunuculuğu, askeri yargı sisteminde reform yapılmasını ve bu sistemin tek bir yargı sistemine tâbi kılınmasını gerektirir.’ Mali özerklik babında ise İspanyol Askeri Finansman Yasası’na işaret ederek şöyle diyor: ‘Kaynak kullanımı konusunda kapalılık ya da gerektiği gibi hesap vermeyi reddetmek askeri özerkliğe hastır. Parlamento denetiminin artırılması bu rezerv alanın daraltılmasının bir yoludur, fakat etkili denetim ancak plan yapabilen ve üç kuvveti de planına bağlı tutan bir bakanlığın kademeli olarak yaratılmasıyla elde edilebilir. Yasa işte böyle bir planlamanın ve rasyonalizasyonun yolunu açtı.’
KUZU KURDA EMANET Bizde yeni Sayıştay Yasası’nda askeri ihaleler, mekânlar, mal ve harcamalar denetim kapsamında yer alacak ancak harcamaların verimli, etkin ve tasarruflu olup olmadıklarına bakılmayacak. Şeffaflık açısından buna da şükür diyebilirsiniz. Ama ülke güvenliği gerekçesiyle denetim raporları gizli tutulacak. Hazırlanacak raporlara ilişkin düzenlemelerin nasıl olacağı Genelkurmay, Savunma, İçişleri ve Sayıştay’ın görüşleri doğrultusunda Bakanlar Kurulu’nca çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek. Benzer gizlilik ilkesi başka ülkelerde de var ancak silâh projeleriyle ilgili, harcamalarla değil. Askeriyenin mali denetimi hukuki özerkliğinin daraltılmasından da çetin bir konu. Bilinen uygulamalarda dört dörtlük bir örnek yok. Ancak yine de demokratik ülkelerde çok farklı kurumların iç ve dış denetimi olabildiğince sıkı tuttuğunu biliyoruz. Bu denetim kurumları başta sayıştaylar olmak üzere savunma bakanlıklarının içdenetim mekanizmaları, parlamentolar, ulusal ve ulusüstü stklar. Hatta bazı durumlarda hasım ülkeler birbirlerinin savunma harcamalarını denetleyecek mekanizmalar geliştirmişler. Arjantin ile Şili arasında 1998’de akdedilen anlaşma bu denetime örnek. Bakarsınız ‘sıfır sorun’ kapsamında Türkiye ile komşuları arasında bu türlü anlaşmalar yapılır bir gün. Ama genelkurmayın mali denetimin parçası olduğu bir model, hiçbir demokratik ülkede yok. Önümüzdeki tehlike, hükümetin askeriye ile zımnen bir nevi centilmenlik anlaşmasına gitmesiyle askeriyenin görece özerkliğini muhafaza edecek olması. Siyasete müdahaleden arınmış olacak yeni özerklik artık hukuki ve mali ayrıcalıklar vasıtasıyla gerçekleşecek gibi duruyor. İçeride ve dışarıda çözülemeyen sıcak ya da beklemedeki çatışma halleri, yani Kıbrıs, Ege ve Kürt meselelerinde siyasi çözümlerin ön alamaması bu özerklik halini besleyecek mahiyette olacaktır.
Cengiz Aktar, Vatan, 13.12.2010 |
14.12.2010 |