Yüz bin ayrı ayrı seslerle ve çeşit çeşit dillerle onu içeri-
        
        
          ye çağırdılar. “Buyurun” dediler. o da girdi ve gördü ki:
        
        
          Bütün hayvanat ve kuşların bütün nevileri ve taifeleri
        
        
          ve milletleri, bilittifak, lisan-ı kàl ve lisan-ı hâlleriyle,
        
        
          
            (1)
          
        
        
          n
        
        
          ƒo
        
        
          g s
        
        
          ’p
        
        
          G n
        
        
          ¬'
        
        
          dp
        
        
          G n
        
        
          B’
        
        
          deyip, zeminin yüzünü bir zikirhane ve mu-
        
        
          azzam bir meclis-i tehlil suretine çevirmişler; her biri biz-
        
        
          zat birer kaside-i rabbanî, birer kelime-i sübhanî ve ma-
        
        
          nidar birer harf-i rahmanî hükmünde sâni’lerini tavsif
        
        
          edip hamdüsena ediyorlar vaziyetinde gördü. güya o
        
        
          hayvanların ve kuşların duyguları ve kuvaları ve cihazları
        
        
          ve azaları ve aletleri, manzum ve mevzun kelimelerdir ve
        
        
          muntazam ve mükemmel sözlerdir. onlar, bunlarla Hal-
        
        
          lâk ve rezzak’larına şükür ve vahdaniyetine şahadet ge-
        
        
          tirdiklerine kat’î delâlet eden üç muazzam ve muhit ha-
        
        
          kikatleri müşahede etti.
        
        
          •
        
        
          Birincisi
        
        
          : Hiçbir cihetle serseri tesadüfe ve kör kuv-
        
        
          vete ve şuursuz tabiata havalesi mümkün olmayan, hiç-
        
        
          ten hakîmâne icat ve sanatperverâne ibda ve ihtiyar-
        
        
          kârâne ve alîmâne halk ve inşa ve yirmi cihetle ilim ve
        
        
          hikmet ve iradenin cilvesini gösteren ruhlandırmak ve ih-
        
        
          ya etmek hakikatidir ki, zîruhlar adedince şahitleri bulu-
        
        
          nan bir bürhan-ı bâhir olarak, zat-ı Hayy-ı kayyum’un
        
        
          vücub-i vücuduna ve sıfat-ı seb’asına ve vahdetine şaha-
        
        
          det eder.
        
        
          •
        
        
          İkincisi
        
        
          : o hadsiz masnularda birbirinden simaca fa-
        
        
          rikalı ve şekilce ziynetli ve miktarca mizanlı ve suretçe in-
        
        
          tizamlı bir tarzdaki temyizden, tezyinden, tasvirden
        
        
          
            AsA-yı MûsA
          
        
        
          
            B
          
        
        
          
            iRinci
          
        
        
          
            H
          
        
        
          
            üccet
          
        
        
          
            -
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            i
          
        
        
          
            ManiYe
          
        
        
          
            | 171 |
          
        
        
          7. Şua / ayeTÜ’l-kÜBra
        
        
          ma.
        
        
          
            kaside-i Rabbanî:
          
        
        
          Rabbanî kaside;
        
        
          Allah tarafından yaratılan ve birer
        
        
          kaside gibi yaratıcılarını tanıtıp
        
        
          Onu öven her bir bitki ve hayvan.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesin, şüpheye ve tereddü-
        
        
          de mahal bırakmayan.
        
        
          
            kelime-i sübhânî:
          
        
        
          tesbih edilen
        
        
          Allah’a ait kelime.
        
        
          
            kuva:
          
        
        
          kuvvetler, hisler, melekeler.
        
        
          
            lisan-ı hâl:
          
        
        
          hâl dili, bir şeyin duru-
        
        
          şu ve görünüşü ile bir mana ifade
        
        
          etmesi.
        
        
          
            lisan-ı kàl:
          
        
        
          söz ile anlatılan mana,
        
        
          konuşma dili.
        
        
          
            manidar:
          
        
        
          nükteli, ince manalı.
        
        
          
            manzum:
          
        
        
          ölçülü, sıralı, düzenlen-
        
        
          miş, vezinli.
        
        
          
            masnu:
          
        
        
          sanatla yapılmış eşya, var-
        
        
          lık.
        
        
          
            meclis-i tehlil:
          
        
        
          tehlil meclisi; lâ ilâ-
        
        
          he illallah diyenlerin toplantısı.
        
        
          
            mevzun:
          
        
        
          ahenkli, biçimli, uygun.
        
        
          
            muazzam:
          
        
        
          çok büyük, ulu, yüce.
        
        
          
            muhit:
          
        
        
          ihata eden, kuşatıcı.
        
        
          
            müşahede:
          
        
        
          bir şeyi gözle görme,
        
        
          seyretme.
        
        
          
            Rezzak:
          
        
        
          bütün yaratılmışların rız-
        
        
          kını veren ve ihtiyaçlarını karşıla-
        
        
          yan Allah.
        
        
          
            sanatperverâne:
          
        
        
          sanata değer ve-
        
        
          rerek, sanatı severcesine, sanat-
        
        
          kârcasına.
        
        
          
            sâni:
          
        
        
          her şeyi sanatlı olarak yara-
        
        
          tan Allah.
        
        
          
            sıfat-ı seb’a:
          
        
        
          yedi sıfat; Cenab-ı
        
        
          Hakkın hayat, ilim, sem’, basar, ira-
        
        
          de, kudret, kelâm sıfatları.
        
        
          
            sima:
          
        
        
          yüz, çehre.
        
        
          
            şuursuz:
          
        
        
          idraksiz, bilgisiz.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          nimet ve iyiliğin sahibini ta-
        
        
          nıma ve ona karşı minnet duyma.
        
        
          
            tabiat:
          
        
        
          maddî âlem.
        
        
          
            taife:
          
        
        
          takım, güruh, familya.
        
        
          
            tavsif:
          
        
        
          vasıflandırma, bir şeyin iç
        
        
          yüzü ve özelliklerini anlatma.
        
        
          
            vahdaniyet:
          
        
        
          Allah’ın birliği ve var-
        
        
          lığı, Allah’ın bir oluşu.
        
        
          
            vahdet:
          
        
        
          bir ve tek olma.
        
        
          
            vücub-i vücut:
          
        
        
          varlığı gerekli ol-
        
        
          mak, olmaması imkansız olmak,
        
        
          varlığı zarurî ve vacip olmak.
        
        
          
            Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
          
        
        
          varlığı, diri-
        
        
          liği her an için olup gökleri ve yer-
        
        
          leri her an için tutan; her şeye, her
        
        
          hususta iktidarı yeten zat, Allah.
        
        
          
            zemin:
          
        
        
          yeryüzü.
        
        
          
            zikirhane:
          
        
        
          zikir yeri, zikir yapılan
        
        
          yer.
        
        
          
            zîruh:
          
        
        
          ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
        
        
          yattar.
        
        
          
            alîmâne:
          
        
        
          ilmen bilerek.
        
        
          
            aza:
          
        
        
          organlar, uzuvlar.
        
        
          
            bilittifak:
          
        
        
          ittifakla, beraberce,
        
        
          elbirliğiyle.
        
        
          
            bizzat:
          
        
        
          kendisi, şahsen.
        
        
          
            bürhan-ı bâhir:
          
        
        
          büyük ve ge-
        
        
          niş delil.
        
        
          
            cihaz:
          
        
        
          aza, organ.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            cilve:
          
        
        
          tecelli, görüntü.
        
        
          
            delâlet:
          
        
        
          delil olma, gösterme.
        
        
          
            güya:
          
        
        
          sanki, sözde.
        
        
          
            halk:
          
        
        
          yaratma, yaratış.
        
        
          
            Hallâk:
          
        
        
          yaratan, çokça yara-
        
        
          tan, sürekli olarak yaratan, her
        
        
          şeyi halk eden, Allah.
        
        
          
            hamdüsena:
          
        
        
          şükür ve övgü.
        
        
          
            harf-i Rahmanî:
          
        
        
          Allah’tan ge-
        
        
          len ve ona ait olan söz.
        
        
          
            hükmünde:
          
        
        
          değerinde, yerin-
        
        
          de.
        
        
          
            ibda:
          
        
        
          örneksiz olarak, eşsiz şe-
        
        
          kilde yaratma.
        
        
          
            icat:
          
        
        
          vücuda getirme, yoktan
        
        
          var etme.
        
        
          
            ihtiyarkârâne:
          
        
        
          isteyerek, se-
        
        
          çerek.
        
        
          
            ihya:
          
        
        
          diriltme, hayat verme.
        
        
          
            ilim:
          
        
        
          bilme, bilgi.
        
        
          
            inşa:
          
        
        
          vücuda getirme, yarat-
        
        
          
            1.
          
        
        
          Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. (Kasas Suresi: 88; Bakara Suresi: 163, 255; Âl-i İmran Sure-
        
        
          si: 2, 6.)