mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekâtla
        
        
          yardımlarına koşmaktır. Ve nefsini güzel yemeklerle şı-
        
        
          martan, serkeş eden ve hevesat-ı rezile ve tuğyanlara
        
        
          sevk edip sarhoş eden gençler dahi,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’un irşa-
        
        
          dıyla, bu hâdiseden merdane istifade ederek, fuhşiyat ve
        
        
          günahlardan ellerini bir derece çektiği ve nefislerinin
        
        
          zevklerini ve pisliklere karşı galeyanlarını kırdığı vesile-
        
        
          siyle taate ve hayrata girip, o hâdiseyi, kendi aleyhlerin-
        
        
          den çıkarıp, lehlerinde istimal etmektir.
        
        
          Ve ehl-i ibadet ve salâhat dahi, ekser insanların aç kal-
        
        
          dığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl fark
        
        
          edilmeyecek bir tarzda gelmiş ve şüpheli mal hükmünde
        
        
          ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl ol-
        
        
          mak için miktar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum di-
        
        
          ye bu mecburî belâya bir riyazet-i şer’iye nazarıyla bak-
        
        
          maktır. kader-i İlâhiyeye karşı şekva ile değil, rıza ile kar-
        
        
          şılamaktır.
        
        
          Umum kardeşlerime, hususan musibetzedelere çok
        
        
          selâm ve selâmetlerine dua ediyorum.
        
        
          Sabri Kardeşim!
        
        
          seni tevkil edip selâm gönderenle-
        
        
          re, ben de seni tevkil ediyorum. onlara birer birer selâm
        
        
          ediyorum. senin bu defaki mektubun gerçi geç geldi, fa-
        
        
          kat birkaç noktada beni çok memnun etti. sabri’nin,
        
        
          elmas ve çelik gibi metânetini ve isabet-i fikrini gösterdi.
        
        
          Madem Hafız Ali ile siz Atabey yoluyla muhabere etme-
        
        
          yi münasip görmüşsünüz; Atabey’de Abdullah Çavuşun
        
        
          veya münasip gördüğünüz birisinin adresini bildiriniz.
        
        
          
            aleyh:
          
        
        
          ona karşı, onun üzerine.
        
        
          
            belâ:
          
        
        
          musibet, sıkıntı.
        
        
          
            dua:
          
        
        
          Allah’a yalvarma, niyaz.
        
        
          
            ehl-i ibadet:
          
        
        
          ibadet ehli, Allah’a
        
        
          kulluğu tam olarak yapanlar.
        
        
          
            ehl-i salâhat:
          
        
        
          salih kimseler, na-
        
        
          muslu, doğru, adaletli olan kim-
        
        
          seler.
        
        
          
            ekser:
          
        
        
          pek çok.
        
        
          
            elmas:
          
        
        
          çok kıymetli bir mücev-
        
        
          her.
        
        
          
            erzak-ı umumiye:
          
        
        
          umuma ait
        
        
          olan, herkesin malı olan yiyecek,
        
        
          gıda maddesi.
        
        
          
            fuhşiyat:
          
        
        
          fuhuşlar, gayr-ı meşru
        
        
          cinsî münasebetler.
        
        
          
            galeyan:
          
        
        
          coşma, çalkalanma, az-
        
        
          gınlık.
        
        
          
            hâdise:
          
        
        
          olay.
        
        
          
            haram:
          
        
        
          İslâmiyetçe yasaklanan
        
        
          işler.
        
        
          
            hayrat:
          
        
        
          hayırlar, sevap kazanmak
        
        
          amacıyla Allah rızası için yapılan
        
        
          iyilikler.
        
        
          
            helâl:
          
        
        
          din bakımından günah ol-
        
        
          mayan şey.
        
        
          
            hevesat-ı rezile:
          
        
        
          rezilce hevesler,
        
        
          günah ve çirkin olan arzular.
        
        
          
            hususan:
          
        
        
          bilhassa, özellikle.
        
        
          
            hükmünde:
          
        
        
          değerinde, yerinde.
        
        
          
            irşat:
          
        
        
          doğru yolu gösterme, gaf-
        
        
          letten uyandırma.
        
        
          
            isabet-i fikir:
          
        
        
          fikrin doğruluğu ,
        
        
          isabeti.
        
        
          
            istifade:
          
        
        
          faydalanma, yararlan-
        
        
          ma.
        
        
          
            istimâl:
          
        
        
          kullanma.
        
        
          
            kader-i ilâhiye:
          
        
        
          İlâhî kader, Al-
        
        
          lah’ın kader kanunu.
        
        
          
            kanaat:
          
        
        
          hırs göstermeden kısme-
        
        
          tine razı olmak, elindeki ile yetin-
        
        
          mek.
        
        
          
            leh:
          
        
        
          onun tarafına, ondan yana,
        
        
          birinin faydası için yapılan hare-
        
        
          ket.
        
        
          
            madem:
          
        
        
          ...den dolayı, böyle ise.
        
        
          
            manen:
          
        
        
          mana bakımından, ma-
        
        
          naca.
        
        
          
            mecburî:
          
        
        
          zorunlu.
        
        
          
            merdane:
          
        
        
          mertçesine.
        
        
          
            metanet:
          
        
        
          metin olma, daya-
        
        
          nıklılık, sağlamlık.
        
        
          
            miktar-ı zaruret:
          
        
        
          zarurî dere-
        
        
          cede lâzım olan miktar.
        
        
          
            muhabere:
          
        
        
          haberleşme.
        
        
          
            musibetzede:
          
        
        
          musibet gör-
        
        
          müş, felâkete uğramış, belâ-
        
        
          ya, kazaya uğrayan.
        
        
          
            münasip:
          
        
        
          uygun.
        
        
          
            müşterek:
          
        
        
          ortak.
        
        
          
            nazar:
          
        
        
          bakış, dikkat.
        
        
          
            nefis:
          
        
        
          kötü vasıfları kendisin-
        
        
          de toplayan hayırlı işlerden
        
        
          alıkoyan güç.
        
        
          
            rıza:
          
        
        
          razı olma, hoşnutluk.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin
        
        
          eserlerinin adı.
        
        
          
            riyazet-i şer’iye:
          
        
        
          şer’î riyazet,
        
        
          şeriatın izin verdiği ölçüde aç-
        
        
          lık ile nefsi terbiye ederek ya-
        
        
          şama.
        
        
          
            selâm:
          
        
        
          barış, rahatlık, sela-
        
        
          met ve esenlik dileme.
        
        
          
            selâmet:
          
        
        
          salimlik, eminlik,
        
        
          kurtuluş, korku ve endişeden
        
        
          uzak olma.
        
        
          
            serkeş:
          
        
        
          baş kaldıran, itaat et-
        
        
          meyen, asi.
        
        
          
            sevk:
          
        
        
          yöneltme.
        
        
          
            şekva:
          
        
        
          şikayet.
        
        
          
            taat:
          
        
        
          itaat etme, Allah’ın
        
        
          emirlerini yerine getirip ya-
        
        
          saklarından kaçınma.
        
        
          
            tarz:
          
        
        
          biçim, şekil.
        
        
          
            tevkil:
          
        
        
          vekil etme, edilme.
        
        
          
            tuğyan:
          
        
        
          azma, azgınlık, hid-
        
        
          detlenme.
        
        
          
            umum:
          
        
        
          bütün.
        
        
          
            vesile:
          
        
        
          aracı, vasıta.
        
        
          
            | 194 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası