eden ve üç seneden beri odamdan işitilen radyoyu, iki
        
        
          defadan başka ne dinlediğimi ve ne de sorduğumu be-
        
        
          nimle beraber olan sizler biliyorsunuz. Bu derece bu va-
        
        
          ziyetlere karşı alâkasız ve lâkayt bir adamın takip ettiği
        
        
          mesleğe taarruz eden ve evhama düşüp tarassutla sıkın-
        
        
          tı veren, ne derece insaftan uzak düştüğünü en insafsız
        
        
          da tasdik eder.
        
        
          İkinci esas:
        
        
          ey kardeşlerim! sizler biliyorsunuz ki,
        
        
          bi-
        
        
          zim mesleğimizde benlik, enaniyet, şanüşeref perdesi al-
        
        
          tında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan
        
        
          kaçıyoruz; onu ihsas eden hâlâttan şiddetle içtinap edi-
        
        
          yoruz.
        
        
          elbette, burada, altı yedi sene gözünüzle ve yirmi se-
        
        
          neden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki,
        
        
          ben şahsıma
        
        
          karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum.
        
        
          sizleri, o
        
        
          noktada şiddetle tekdir etmişim. Benim haddimden faz-
        
        
          la mevki vermeyiniz diye, sizden darılıyorum. Yalnız,
        
        
          kur’ân-ı Hakîm’in bu zamanda bir mu’cize-i maneviyesi
        
        
          olan
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          hesabına, ben de onun bir şakirdi ol-
        
        
          mak haysiyetiyle ona tasdikkârâne teslimi ve irtibatı şa-
        
        
          kirâne kabul ediyorum. İşte bu derece enaniyetten ve
        
        
          benlikten şanüşeref namı altındaki riyakârlıktan kaçmayı
        
        
          düstur-i hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükû-
        
        
          metin, ehl-i idare ve zabıtanın evhama düşmeleri ne ka-
        
        
          dar manasız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar.
        
        
          
            Said Nursî
          
        
        
          ì@í
        
        
          
            alâka:
          
        
        
          ilgi, ilişki, yakınlık.
        
        
          
            divane:
          
        
        
          deli, aklı başında olma-
        
        
          yan.
        
        
          
            düstur-i hareket:
          
        
        
          hareket pren-
        
        
          sibi, kuralı.
        
        
          
            ehl-i hükûmet:
          
        
        
          hükümete men-
        
        
          sup kimseler, milleti idare eden-
        
        
          ler.
        
        
          
            ehl-i idare:
          
        
        
          idare edenler, devleti
        
        
          yönetenler.
        
        
          
            enaniyet:
          
        
        
          kendini beğenme,
        
        
          bencillik, egoistlik.
        
        
          
            evham:
          
        
        
          vehimler, zanlar, kurun-
        
        
          tular.
        
        
          
            ezcümle:
          
        
        
          bu cümleden olarak.
        
        
          
            halat:
          
        
        
          haller, durumlar, vaziyet-
        
        
          ler.
        
        
          
            haysiyet:
          
        
        
          itibar.
        
        
          
            hürmet:
          
        
        
          saygı.
        
        
          
            içtinap:
          
        
        
          çekinme, sakınma,
        
        
          uzak durma.
        
        
          
            ihsas:
          
        
        
          hissetirme, sezdirme.
        
        
          
            irtibat:
          
        
        
          bağ, münasebet.
        
        
          
            ittihaz:
          
        
        
          edinme, alma, kabul
        
        
          etme.
        
        
          
            Kur’ân-ı hakîm:
          
        
        
          her ayet ve
        
        
          suresinde sayısız hikmet ve
        
        
          faydalar bulunan Kur’ân.
        
        
          
            lâkayt:
          
        
        
          kayıtsız, ilgisiz.
        
        
          
            makam:
          
        
        
          yer, mevki.
        
        
          
            meslek:
          
        
        
          gidiş, tutulan yol, sis-
        
        
          tem.
        
        
          
            mevki:
          
        
        
          yer, makam.
        
        
          
            mu’cize-i maneviye:
          
        
        
          manevî
        
        
          mucize.
        
        
          
            nam:
          
        
        
          ad.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin
        
        
          eserlerinin adı.
        
        
          
            riyakâr:
          
        
        
          riya eden, iki yüzlü,
        
        
          sahtekâr.
        
        
          
            şakirâne:
          
        
        
          şükrederek, şükre-
        
        
          dercesine.
        
        
          
            şakirt:
          
        
        
          talebe, öğrenci.
        
        
          
            şanüşeref:
          
        
        
          şan ve şeref.
        
        
          
            taarruz:
          
        
        
          saldırma, sataşma,
        
        
          ilişme.
        
        
          
            tahkikat:
          
        
        
          araştırmalar, soruş-
        
        
          turmalar.
        
        
          
            tarassut:
          
        
        
          gözetme, göz altın-
        
        
          da tutma.
        
        
          
            tasdik:
          
        
        
          doğrulama, onayla-
        
        
          ma.
        
        
          
            tasdikkârane:
          
        
        
          tasdik edene
        
        
          yakışır şekilde, kabul eder-
        
        
          mişçesine, kabul eden gibi.
        
        
          
            tekdir:
          
        
        
          azarlama.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum.
        
        
          
            zabıta:
          
        
        
          şehir güvenliğini sağ-
        
        
          lamakla vazifeli bulunan ida-
        
        
          re, polis.
        
        
          
            | 202 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası