Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalâleti nok-
        
        
          tasında madumdur, ölmüştür; akıl alâkadarlığıyla ona zu-
        
        
          lümatlar, karanlıklar veriyor. gelecek zamanlar ise, iti-
        
        
          kadsızlığı cihetiyle yine madumdur ve ademle hâsıl olan
        
        
          ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına
        
        
          zulümatlar veriyorlar.
        
        
          Eğer iman hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş,
        
        
          hem gelecek zamanlar, imanın nuruyla ışıklanır ve vücut
        
        
          bulur; zaman-ı hâzır gibi, ruh ve kalbine, iman noktasın-
        
        
          da ulvî ve manevî ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor.
        
        
          Bu hakikatin, İhtiyar Risalesinde, Yedinci Ricada izahı
        
        
          var; ona bakmalısınız.
        
        
          İşte hayat böyledir…
        
        
          Hayatın lezzetini ve zevkini ister-
        
        
          seniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle ziy-
        
        
          netlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza edi-
        
        
          niz.
        
        
          Her gün ve her yerde ve her vakit vefiyatların göster-
        
        
          dikleri dehşetli hakikat-i mevt ise; size, başka gençlere
        
        
          söylediğim gibi, bir temsil ile beyan ediyorum.
        
        
          Meselâ, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş.
        
        
          onun yanında bir piyango –fakat pek büyük bir ikrâmi-
        
        
          ye biletleri veren– dairesi var. Biz buradaki on kişi alâkül-
        
        
          lihâl, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edi-
        
        
          leceğiz; bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli ol-
        
        
          masından, her dakika ya, “gel, idam ilâmını al, dara-
        
        
          ğacına çık,” veyahut “gel, milyonlar altın kazandıran bir
        
        
          ikramiye bileti sana çıkmış, gel, al” demelerini beklerken,
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 219 |
          
        
        
          
            nur:
          
        
        
          aydınlık, parıltı, ışık.
        
        
          
            ruh:
          
        
        
          dirilik kaynağı, hayatın te-
        
        
          meli ve sebebi olan manevî var-
        
        
          lık.
        
        
          
            temsil:
          
        
        
          benzetme, misal getirme.
        
        
          
            ulvî:
          
        
        
          yüksek, yüce; manevî, ruha-
        
        
          nî.
        
        
          
            vefiyat:
          
        
        
          ölümler, vefatlar.
        
        
          
            zaman-ı hâzır:
          
        
        
          şimdiki zaman.
        
        
          
            ziynet:
          
        
        
          süs.
        
        
          
            zulmet:
          
        
        
          karanlık, Allah’ın nurun-
        
        
          dan mahrum olma hâli.
        
        
          
            adem:
          
        
        
          yokluk.
        
        
          
            alâkadar:
          
        
        
          ilgili, ilişki.
        
        
          
            alâküllihâl:
          
        
        
          ister istemez, ol-
        
        
          duğu kadar, şöyle böyle.
        
        
          
            beyan:
          
        
        
          açıklama, bildirme,
        
        
          izah.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            dalâlet:
          
        
        
          Hak ve hakikatten
        
        
          sapma, doğru yoldan ayrılma,
        
        
          azma.
        
        
          
            darağacı:
          
        
        
          idama mahkûm
        
        
          olanların asıldıkları sehpa,
        
        
          dâr.
        
        
          
            dehşetli:
          
        
        
          ürkütücü, korkunç.
        
        
          
            ebedî:
          
        
        
          sonu olmayan, daimî,
        
        
          sürekli.
        
        
          
            envar-ı vücudiye:
          
        
        
          varlık ışık-
        
        
          ları, varlığa ait olan nurlar.
        
        
          
            ezvak:
          
        
        
          zevkler.
        
        
          
            feraiz:
          
        
        
          farzlar.
        
        
          
            firak:
          
        
        
          ayrılık.
        
        
          
            hakikat:
          
        
        
          gerçek, esas.
        
        
          
            hakikat-i mevt:
          
        
        
          ölüm gerçe-
        
        
          ği.
        
        
          
            hâsıl:
          
        
        
          meydana gelme, orta-
        
        
          ya çıkma.
        
        
          
            ilâm:
          
        
        
          bildiri, ferman.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanç, itikat.
        
        
          
            itikat:
          
        
        
          inanç, iman.
        
        
          
            izah:
          
        
        
          açıklama, ayrıntıları ile
        
        
          anlatma.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          evren; yaratılmış olan
        
        
          şeylerin tamamı, bütün âlem-
        
        
          ler.
        
        
          
            madum:
          
        
        
          yok olan, mevcut ol-
        
        
          mayan.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî
        
        
          olmayan.
        
        
          
            meselâ:
          
        
        
          örneğin.
        
        
          
            muhafaza:
          
        
        
          koruma.
        
        
          
            mütemadiyen:
          
        
        
          sürekli ola-
        
        
          rak, devamlı.