vahşetlerinde de emsali vuku bulmamış. kur’ân-ı Mu’ci-
        
        
          zülbeyan’ın adalet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaa-
        
        
          te feda etmez; “
        
        
          Hak, haktır; küçüğe, büyüğe, aza, çoğa
        
        
          bakılmaz
        
        
          ” diye kanun-i semavî ve hakikî adalet noktasın-
        
        
          da risale-i nur Şakirtleri gibi hakikat-i kur’âniye ile meş-
        
        
          gul adamlar, zaruret olmadan lüzumsuz, yalnız hevesli
        
        
          bir merak için, netice itibarıyla faydası bulunan; ve neti-
        
        
          ce daha gelmeden evvel lüzumsuz bakmak ve zalimâne
        
        
          tahribatlarını alkışlamak suretiyle İslâmiyet ve kur’ân le-
        
        
          hine hizmet edeceği o cereyanın harekâtını fikren takip
        
        
          etmekle meşgul olmak münasip olmadığı için, nefis de,
        
        
          akıl ve kalbe tâbî olup merakını bırakmış diye anladım.
        
        
          İkinci mesele: Risale-i Nur
        
        
          ’un Isparta’da galebesi, zın-
        
        
          dıkları şaşırttı. Fakat bazı mütemerrit ve muannit ve ölen
        
        
          herifin ruh-i habisi hükmünde bazı zındıklar, o mağlûbi-
        
        
          yete karşı gelmek fikriyle, baştan aşağı kadar, kur’ân ve
        
        
          peygamber
        
        
          (
        
        
          AsM
        
        
          )
        
        
          aleyhinde, fakat perde altında, aynen
        
        
          münazara-i şeytaniye bahsinde, hizbü’ş-şeytanın pey-
        
        
          gamber
        
        
          (
        
        
          AsM
        
        
          )
        
        
          ve kur’ân hakkında mesleklerince söyle-
        
        
          dikleri tabiratı başka bir tarzda o zındık herif istimal et-
        
        
          miş. onun gibi Yahudî, mütemerrit ve dinsiz feylesofla-
        
        
          rından ve Avrupa’nın zındıklarının eskiden beri kur’ân
        
        
          ve peygamber Aleyhisselâmın hâlâtından medar-ı tenkit
        
        
          buldukları noktaları, bu İslâm ismi altındaki zındık, kur-
        
        
          nazcasına, safdil Müslümanlara ve
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’u görme-
        
        
          yenlere dinlettirmek ve göstermek için öyle bir tarzda
        
        
          gitmiş ve küfrünü gizlemeye çalışmış ki, şeytanette şey-
        
        
          tandan ileri gitmiş. Beni çok müteessir etti.
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 209 |
          
        
        
          kan Kur’an.
        
        
          
            küfür:
          
        
        
          Allah’ın varlığına, birliğine
        
        
          inanmama, müşriklik, imansızlık.
        
        
          
            leh:
          
        
        
          onun tarafına, ondan yana,
        
        
          birinin faydası için yapılan hare-
        
        
          ket.
        
        
          
            mağlûbiyet:
          
        
        
          yenilgi, yenilme.
        
        
          
            medar-ı tenkit:
          
        
        
          tenkide sebep
        
        
          olan, tenkit sebebi, vesilesi.
        
        
          
            mesele:
          
        
        
          önemli konu.
        
        
          
            meslek:
          
        
        
          gidiş, tutulan yol, sistem.
        
        
          
            muannit:
          
        
        
          inatçı, ayak direyen.
        
        
          
            münasip:
          
        
        
          uygun.
        
        
          
            münazara-i şeytaniye:
          
        
        
          şeytanla
        
        
          yapılan münazara, tartışma.
        
        
          
            müteessir:
          
        
        
          teessüre kapılan, hü-
        
        
          zünlü, kederli, mahzun.
        
        
          
            mütemerrit:
          
        
        
          temerrüt eden,
        
        
          inatçı, kötü fiilinde inatlaşan.
        
        
          
            peygamber:
          
        
        
          Allah tarafından ha-
        
        
          ber getirerek İlahî emir ve yasak-
        
        
          ları insanlara tebliğ eden elçi, ne-
        
        
          bi.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Bediüz-
        
        
          zaman Said Nursî’nin eserlerinin
        
        
          adı.
        
        
          
            ruh-i habis:
          
        
        
          kötü ruh, çirkin ruh.
        
        
          
            safdil:
          
        
        
          saf gönüllü; hile, oyun bil-
        
        
          meyen, kolay aldatılan.
        
        
          
            suret:
          
        
        
          biçim, şekil, tarz.
        
        
          
            şakirt:
          
        
        
          talebe, öğrenci.
        
        
          
            şeytanet:
          
        
        
          şeytanlık, kurnazlık, hi-
        
        
          lekârlık, aldatıcılık.
        
        
          
            tâbi:
          
        
        
          boyun eğen, uyan, itaat
        
        
          eden.
        
        
          
            tabirat:
          
        
        
          tabirler, ifadeler, terimler,
        
        
          deyimler.
        
        
          
            tahribat:
          
        
        
          tahripler, yıkıp bozma-
        
        
          lar.
        
        
          
            tarz:
          
        
        
          biçim, şekil.
        
        
          
            vahşet:
          
        
        
          ürkütücü ve korkunç
        
        
          olan şey.
        
        
          
            vuku:
          
        
        
          olma, meydana gelme.
        
        
          
            zalimâne:
          
        
        
          zalimce, zulmedercesi-
        
        
          ne.
        
        
          
            zaruret:
          
        
        
          muhtaçlık, şiddetli ihti-
        
        
          yaç içinde olma.
        
        
          
            zındık:
          
        
        
          Allah’a ve ahirete inan-
        
        
          mayan, Allah’ı inkâr eden, iman-
        
        
          sız, münkir.
        
        
          
            adalet-i hakikiye:
          
        
        
          hakikî
        
        
          adalet, gerçek adalet.
        
        
          
            aleyh:
          
        
        
          ona karşı, onun üzeri-
        
        
          ne.
        
        
          
            aleyhisselam:
          
        
        
          Allah’ın selamı
        
        
          onun üzerine olsun.
        
        
          
            cemaat:
          
        
        
          topluluk.
        
        
          
            cereyan:
          
        
        
          akım, fikir, sanat ve-
        
        
          ya siyaset hareketi.
        
        
          
            emsal:
          
        
        
          benzerler.
        
        
          
            evvel:
          
        
        
          önce.
        
        
          
            faide:
          
        
        
          fayda.
        
        
          
            feda:
          
        
        
          uğruna verme.
        
        
          
            feylesof:
          
        
        
          sapık fikirli, felsefe
        
        
          ile uğraşan.
        
        
          
            fikren:
          
        
        
          fikir ile, düşünerek,
        
        
          zihnen.
        
        
          
            galebe:
          
        
        
          galip gelme, üstün-
        
        
          lük.
        
        
          
            hak:
          
        
        
          bir kimseye ait olan şey,
        
        
          alacak.
        
        
          
            hakikat-i
          
        
        
          
            Kur’âniye:
          
        
        
          Kur’ân’ın hakikatı, Kur’ân’ın
        
        
          ifade ettiği gerçek.
        
        
          
            hakikî:
          
        
        
          gerçek.
        
        
          
            hâlât:
          
        
        
          haller, durumlar, vazi-
        
        
          yetler.
        
        
          
            harekât:
          
        
        
          hareketler, davra-
        
        
          nışlar; tutumlar.
        
        
          
            heves:
          
        
        
          nefsin hoşuna giden,
        
        
          gelip geçici istek.
        
        
          
            hizbü’ş-şeytan:
          
        
        
          şeytanın ta-
        
        
          raftarları.
        
        
          
            hükmünde:
          
        
        
          değerinde, yerin-
        
        
          de.
        
        
          
            istimâl:
          
        
        
          kullanma.
        
        
          
            kanun-ı semavî:
          
        
        
          semavî ka-
        
        
          nun, vahiyle bildirilen kanun,
        
        
          Allah’a ait kanun.
        
        
          
            Kur’ân-ı
          
        
        
          
            mu’cizülbeyan:
          
        
        
          açıklamalarıyla akılları ben-
        
        
          zerlerini yapmaktan aciz bıra-