Risale-i Nur
        
        
          ’dan medet isteyen gençlere dediğim gibi,
        
        
          onlara dedim ki:
        
        
          Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meş-
        
        
          ruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem
        
        
          dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi lezzetinden
        
        
          çok ziyade belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İs-
        
        
          lâmiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet
        
        
          ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen
        
        
          bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep ola-
        
        
          cak.
        
        
          Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o
        
        
          iman tesir etmezse, hayat zahirî ve kısa bir zevk ve lez-
        
        
          zetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade
        
        
          elemler, hüzünler, kederler verir.
        
        
          Çünkü insanda akıl ve
        
        
          fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla
        
        
          beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâka-
        
        
          dardır. o zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabi-
        
        
          lir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geç-
        
        
          mişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, en-
        
        
          dişeler bozmuyor.
        
        
          İnsan ise, eğer dalâlet ve gaflete düşmüş ise, hazır lez-
        
        
          zetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen en-
        
        
          dişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor; husu-
        
        
          san gayrimeşru ise bütün bütün zehirli bir bal hükmün-
        
        
          dedir. demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat nok-
        
        
          tasında, aşağı düşer. Belki ehl-i dalâletin ve gafletin
        
        
          hayatı, belki vücudu, belki kâinatı, bulunduğu gündür.
        
        
          
            ahiret:
          
        
        
          dünya hayatından sonra
        
        
          başlayıp ebediyen devam edecek
        
        
          olan ikinci hayat.
        
        
          
            alâkadar:
          
        
        
          ilgili, ilişki.
        
        
          
            bâkî:
          
        
        
          ebedî, daimî, sürekli ve ka-
        
        
          lıcı olan.
        
        
          
            belâ:
          
        
        
          musibet, sıkıntı.
        
        
          
            cidden:
          
        
        
          ciddî olarak, gerçek ola-
        
        
          rak.
        
        
          
            cüz’î:
          
        
        
          az, parçaya ait olan.
        
        
          
            daire-i meşrua:
          
        
        
          meşru daire, di-
        
        
          nin uygun gördüğü helâl daire.
        
        
          
            dalâlet:
          
        
        
          hak ve hakikatten sap-
        
        
          ma, doğru yoldan ayrılma, azma.
        
        
          
            ebedî:
          
        
        
          sonu olmayan, daimî, sü-
        
        
          rekli.
        
        
          
            ehl-i dalâlet:
          
        
        
          dalâlet ehli; yoldan
        
        
          çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
        
        
          ler.
        
        
          
            elem:
          
        
        
          dert, üzüntü, maddî-mane-
        
        
          vî ıztırap.
        
        
          
            fıtraten:
          
        
        
          fıtrî olarak, yaratılıştan,
        
        
          yaratılış itibariyle.
        
        
          
            gaflet:
          
        
        
          dikkatsizlik, endişesizlik,
        
        
          Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzula-
        
        
          rına dalmak.
        
        
          
            gayrimeşru:
          
        
        
          meşru olmayan, di-
        
        
          ne aykırı, kanunsuz.
        
        
          
            hususan:
          
        
        
          bilhassa, özellikle.
        
        
          
            hükmünde:
          
        
        
          değerinde, yerin-
        
        
          de.
        
        
          
            hüzün:
          
        
        
          keder, tasa, gam.
        
        
          
            iffet:
          
        
        
          temizlik, ahlâkî temizlik.
        
        
          
            iman:
          
        
        
          inanç, itikat.
        
        
          
            isyan:
          
        
        
          başkaldırma, itaatsiz-
        
        
          lik, emre karşı gelme.
        
        
          
            kâinat:
          
        
        
          evren; yaratılmış olan
        
        
          şeylerin tamamı, bütün âlem-
        
        
          ler.
        
        
          
            kat’iyen:
          
        
        
          katî olarak, kesin
        
        
          olarak, kesinlikle.
        
        
          
            keder:
          
        
        
          kaygı, acı, hüzün.
        
        
          
            lezzet-i hayat:
          
        
        
          hayatın zevk
        
        
          ve lezzetleri.
        
        
          
            manen:
          
        
        
          mana bakımından,
        
        
          manaca.
        
        
          
            medet:
          
        
        
          inayet, yardım, imdat.
        
        
          
            namus:
          
        
        
          edep, hayâ, ahlâk,
        
        
          doğruluk gibi faziletlerin so-
        
        
          nucu olan ve yüksek değer
        
        
          taşıyan haslet.
        
        
          
            nimet:
          
        
        
          lütuf, ihsan, bağış.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin
        
        
          eserlerinin adı.
        
        
          
            sarf:
          
        
        
          harcama.
        
        
          
            şükür:
          
        
        
          Allah’ın nimetlerine
        
        
          karşı memnunluk gösterme,
        
        
          gerek dil ile gerekse hal ile
        
        
          Allah’ı hamd etme.
        
        
          
            taat:
          
        
        
          itaat etme, Allah’ın
        
        
          emirlerini yerine getirip ya-
        
        
          saklarından kaçınma.
        
        
          
            terbiye-i islâmiye:
          
        
        
          İslâmî ter-
        
        
          biye.
        
        
          
            tesir:
          
        
        
          etki.
        
        
          
            zahirî:
          
        
        
          görünürde.
        
        
          
            zayi:
          
        
        
          elden çıkmış, zarar, zi-
        
        
          yan.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          çok, fazla.
        
        
          
            ziyade:
          
        
        
          fazla, fazlasıyla.
        
        
          
            | 218 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası