Mektubat - page 489

İşte şu remizden, imanın azamet-i envarına bak ve
dalâletin dehşetli zulümatını gör. demek, iman, şu re-
mizde beyan edilen hakikat-i âliye-i nefsülemriyenin ün-
vanıdır; ve iman ile ondan istifade edebilir. eğer iman ol-
mazsa, nasıl ki kör, sağır, dilsiz, akılsız adama her şey
madumdur; öyle de imansıza her şey madumdur, zulü-
matlıdır.
İkinci Nükte:
dünyanın ve eşyanın üç tane yüzü var:
Birinciyüzü
esma-i İlâhiyeye bakar, onların âyineleri-
dir. Bu yüze zeval ve firak ve adem giremez; belki taze-
lenmek ve teceddüt var.
İkinciyüzü
ahirete bakar, âlem-i bekaya nazar eder,
onun tarlası hükmündedir. Bu yüzde, bâkî semereler ve
meyveler yetiştirmek var; bekaya hizmet eder, fânî şey-
leri bâkî hükmüne getirir. Bu yüzde dahi mevt ve zeval
değil, belki hayat ve beka cilveleri var.
Üçüncüyüzü
fânîlere, yani bizlere bakar ki, fânîlerin
ve ehl-i hevesatın maşukası ve ehl-i şuurun ticaretgâhı ve
vazifedarların meydan-ı imtihanlarıdır. İşte bu üçüncü
yüzündeki fenâ ve zeval, mevt ve ademin acılarına ve ya-
ralarına merhem için, o üçüncü yüzün iç yüzündeki be-
ka ve hayat cilveleri var.
Elhâsıl
, şu mevcudat-ı seyyale, şu mahlûkat-ı seyyare,
Vacibü’l-Vücud’un envar-ı icat ve vücudunu tazelendir-
mek için müteharrik âyineler ve değişen mazharlardır.
* * *
mevcudat-ı seyyale:
akıp giden
varlıklar, aynı yerde ve hâlde kal-
mayıp devamlı değişen varlıklar.
mevt:
ölüm, vefat.
meydan-ı imtihan:
imtihan mey-
danı, deneme ve sınama yeri.
müteharrik:
hareket eden, hare-
ketli.
nazar:
bakma, bakış
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana, ancak dikkat edildiğin-
de anlaşılan ince söz ve mana.
remiz:
işaret.
semere:
meyve.
tarla hükmünde:
tarla yerinde.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
ticaretgâh:
ticaret yapılan yer.
ünvan:
isim, şöhret.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlı-
ğına bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vazifedar:
görevli, vazifeli.
zeval:
sona erme, yok olma.
zulümat:
karanlıklar.
adem:
yokluk, hiçlik.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi, ahiret.
âyine:
ayna.
azamet-i envar:
nurların bü-
yüklüğü.
bâkî:
kalıcı, devamlı, sürekli.
beka:
ebedîlik, kalıcılık, de-
vamlılık.
beyan:
anlatma, açıklama.
cilve:
yansıma, görüntü.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, doğru yoldan ayrıl-
ma.
ehl-i hevesat:
nefsinin gayri-
meşru, haram isteklerine
uyanlar.
ehl-i şuur:
şuurlular, bilinçli-
ler.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
envar-ı icat ve vücut:
yok-
tan var etme ve varlık nurları.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isim-
leri.
fânî:
ölümlü, geçici.
fenâ:
yok olma, yokluk.
firak:
ayrılık, ayrılma.
hakikat-i âliye-i nefsülemri-
ye:
işin esasta ve aslında yü-
celiği hakikati, gerçeği.
hükmünde:
gibi, yerinde.
iman:
Allah’a inanma.
imansız:
Allah’a inanmayan.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
madum:
yok, ölü.
mahlûkat-ı seyyare:
gezici,
seyyar varlıklar.
mâşuk:
aşkla sevilen, sevgili.
mazhar:
bir şeyin göründüğü
yer.
merhem:
ilâç.
Mektubat | 489 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup
1...,479,480,481,482,483,484,485,486,487,488 490,491,492,493,494,495,496,497,498,499,...1086
Powered by FlippingBook