Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Bizim bir şeyi yapmamız, gözün bir bakışı gibi kolay ve sür'atli tek bir emirledir.

Kamer Sûresi: 50

03.04.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Abdestinizi tam alınız. Ateşte yanan topukların vay haline.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 92

03.04.2007


Kalblerin mahbubu, akılların muallimi (asm)

ALTINCI REŞHA: İşte o zât, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihâyenin kâşifi ve ilâncısı ve saltanat-ı Rubûbiyetin mehâsininin dellâlı, seyircisi ve künûz-u esmâ-i İlâhiyenin keşşâfı, göstericisi olduğundan, böyle baksan, yani ubûdiyeti cihetiyle, onu bir misâl-i muhabbet, bir timsâl-i rahmet, bir şeref-i insaniyet, en nurânî bir semere-i şecere-i hilkat göreceksin; şöyle baksan, yani risâleti cihetiyle, bir bürhan-ı Hak, bir sirâc-ı hakikat, bir şems-i hidâyet, bir vesîle-i saadet görürsün.

İşte, bak: Nasıl berk-i hâtif gibi, onun nuru şarktan garbı tuttu. Ve nısf-ı arz ve hums-u beşer onun hediye-i hidâyetini kabul edip hırz-ı cân etti. Bizim nefis ve şeytanımıza ne oluyor ki, böyle bir zâtın bütün dâvâlarının esası olan Lâ ilâhe illallah’ı, bütün merâtibiyle beraber kabul etmesin?

YEDİNCİ REŞHA: İşte, bak: Şu cezîre-i vâsiada vahşî ve âdetlerine mutaassıb ve inatçı muhtelif akvâmı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyânelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek bütün ahlâk-ı hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi. Bak, değil zâhirî bir tasallut, belki akılları, ruhları, kalbleri, nefisleri feth ve teshîr ediyor. Mahbub-u kulûb, muallim-i ukul, mürebbî-i nüfûs, sultan-ı ervâh oldu.

SEKİZİNCİ REŞHA: Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki, bak, bu zât büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’ edip, yerlerine öyle secâyâ-i âliyeyi—ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak—vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor.

İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere Cezîretü’l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini, acaba yapabilirler mi?

Sözler, 19.Söz, s. 216

Lügatçe:

feth: Açma.

teshîr: Boyun eğdirme, hizmet ettirme.

mahbub-u kulûb: Kalplerin sevgilisi.

muallim-i ukùl: Akılların öğretmeni.

mürebbî-i nüfûs: Nefislerin terbiyecisi.

sultan-ı ervâh: Ruhların sultanı.

cezîre-i vâsia: Geniş yarımada.

secâyâ-i âliye: Yüksek seciye ve karakterler.

cezîretü’l-Arab: Arap yarımadası.

03.04.2007


Abdurrahman ve Zübeyir Gündüzalp

TAKDİM

“Şahsiyetler vardır; dâvâsı ile bütünleşen; hayatını insanlara hizmete adayan; erdemlerin en mükemmellerini benliğinde yaşayarak çevresine yansıtan, baskılar karşısında yılmadan istikametini muhafaza eden.”

İbrahim Kaygusuz’a ait, yakında Yeni Asya Neşriyat kitapları arasında piyasaya çıkacak olan “Nur’un Sadık Kahramanı Zübeyir Gündüzalp” isimli eserin takdiminde, ilk cümle böyle anlatıyor Zübeyir Gündüzalp’i.

O, Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’a sadakatle bağlanmış, hayatını iman ve Kur'ân dâvâsına adamış müstakîm bir şahsiyet idi.

Araştırmacı yazar Kaygusuz, Nur’un bu sadık kahramanının yaşadığı mahalleri dolaşıp, çocukluğundan itibaren ebedî âleme göçene kadar bire bir Zübeyir Gündüzalp’le hayatı kesişenlerle görüşmüş, hayatını ve onunla ilgili hatıraları kaleme almış.

Biz de, mutlak okunması gereken bu kitabın geniş bir özetini sizlere takdim ediyoruz.

“Tam sadakat, sarsılmaz sebat ve metanet!”

Said Nursî, hayatı boyunca çok az insanı bu vasıflarla anmıştır. Bunlardan birincisi, yeğeni Abdurrahman’dır. Kronolojik olarak ikinci sırada da Zübeyir Gündüzalp vardır.

Bediüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’un birçok yerinde yeğeni Abdurrahman’dan (merhum ağabeyi Molla Abdullah’ın oğlu) sitayişle bahseder.

Merhum Abdurrahman, Birinci (Eski) Said döneminin, birinci derecede muhatabıdır. Bediüzzaman, onu şöyle tavsif eder:

“Deha derecesinde bir zekâya malik ve bana hakikî evlâdın çok fevkinde sadakatle hizmet eden evlâd-ı manevî.” Yeni (İkinci) Said Dönemine gelindiğinde Bediüzzaman, vefat eden Abdurrahman yerine, Isparta sistemini nazara verir ve sistemin sahiplerine “Isparta kahramanları” der.

“Nur ve Gül fabrikaları, medrese-i Nuriye, mübarekler heyeti” gibi unvanlarla, Isparta sistemini tarif eden Said Nursî, bu sistemin mensuplarını, hayatının sonuna kadar dâvâsına şahit yapmıştır. Meselâ Hafız Ali’yi tek başına “sistem sahibi” olarak göstermiştir. Said Nursî, sistemin her bir üyesine Abdurrahman nazarı ile bakmıştır.

Asr-ı Saadet modelini Risâle-i Nur yolu ile çağımıza taşıyan Bediüzzaman, bu misyonunu, sadakat, dirayet ve basiret vasıflarını haiz olan kuvvetli yardımcıları sayesinde gerçekleştirmiştir.

Yeğeni Abdurrahman, Eski Said döneminde, gelecek nesillere nazaran “selef” vazifesini görerek Bediüzzaman’ın tanınması, dâvâsının anlatılması ve topluma mal edilmesi hususunda başarılı roller üstlenmişti.

Yeni Said dönemine gelindiğinde ise, vefat eden Abdurrahman’ın yerinde “halef” rolünde* şahıslar ve heyetler görüyoruz.

(...)

Risâle-i Nur’da çokça geçen “Nur Kâtibi, Nur Santralı, Nur Postacısı, Nur Fabrikası, Gül Fabrikası...” gibi tabirler, o dönemde gelişen bu Nur hizmetine has sisteme ait kavramlardır.

“Isparta Sistemi, Hafız Ali Sistemi…” vb. isimlendirmeler ise kişi ve hizmet merkezlerine özgü metot farklılıklarını belirginleştirmektedir. İhlâs temelinde gelişen Risâle-i Nur hizmetinde farklı meşreplerin hizmete kattığı renge işaret eden ibarelerdir.

Eski Said Dönemi talebelerinin -başta Abdurrahman olmak üzere- yerine getirdiği hizmetler, Barla hayatı ile birlikte Yeni Said’in talebeleri tarafından devir alınmıştır.

Bediüzzaman 1935–53 yılları arasında Isparta’da bulunmadığı halde kurulan bu sistemle Isparta, Risale-i Nur hizmetlerinin “merkez”i olmaya devam etmiştir.

Sistemin sahipleri olan Isparta kahramanları, sistemin maddî ayağı yanında manevî ayağını da ihmal etmemişlerdir. Sistemin her bir mensubu, iman ve Kur’ân davasına sahip çıkma, Bediüzzaman’ın meslek ve meşrebini muhafaza etme, sadakat, metanet vb. hususlarda sembol isimler olmuşlardır.

1948 sonrası Üçüncü Said dönemine gelindiğinde ise Said Nursî, sistemin sembolü olarak Zübeyir Gündüzalp’i adres göstermiştir.

Gündüzalp, Said Nursî’nin yeğeni Abdurrahman gibi, her şeyi omuzlamıştır. Bediüzzaman, “Hakikî fedakâr Zübeyir, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyaç zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta’da o sistemde birisini isteyecektim” diyerek bu gerçeği dile getirmiştir.

Abdurrahman ile Zübeyir Gündüzalp arasında bağ kuran Bediüzzaman, “ ‘Zübeyir bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine verilmiş’ diye manevî ihtar aldım” der.

Rahmetli Bayram Yüksel’in konu ile ilgili söylediklerini kaydedelim:

“Üstadımız, hizmetine yeni gelenlere, bir iki sene iltifat eder, okşar, fazla sıkmazdı. Zamanla ağır derslere başlar, fedakârlık, sadakat, tedbir ve ihlâs dersleri verirdi. Çok şefkatli muamele ederdi. Hususî hizmetlerini de tedricen yaptırırdı.

“Bu hususlarda her bakımdan en fedakâr ve kale gibi imanı olan kişi, Zübeyir Ağabey idi. Acayip bir fedakârlık vardı kendisinde. Hatta Üstadımız bizlere darılsa, kızsa bizim yerimize Zübeyir Ağabeye hiddet ederdi.

“(...)

“Bizler, Üstadımızın ve Risâle-i Nur’un tarz-ı hareketini, hem ihlâs, istiğna, mahviyet, fedakârlık, kahramanlık, iktisat; kardeşlerine karşı tevazu, şefkat; düşmanlarına karşı şecaat, cesaret derslerini Üstaddan sonra Zübeyir Ağabeyden aldık. Kendisinden çok istifade ettik. Sahabelerin îsar hasletine tam mazhardı.”

Dipnot:

* Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, s. 73. (Bediüzzaman, başta Hulusi Yahyagil, Bedreli Sabri Efendi (Hoca ve Hafız), İslamköy'lü Hafız Ali (Hafız, Ulema ve Risâle-i Nur şehidi) olmak üzere Sav, Barla, İslamköy, Bedre, Atabey, Isparta, İnebolu, Kastamonu, Safranbolu, Emirdağ vs. yerlerde hizmetini, fedakârlığını ve kahramanlığını gördüğü herkese "Abdurrahman gibi!" demiştir. Abdurrahman'ın fedakârlığı ve hizmeti bu şekli ile bir 'prototip' olarak mektuplarda nazarlara verilmiştir. Başta Kastamonu ve Emirdağ Lâhika mektupları olmak üzere Risâle-i Nur'daki bütün lâhikalara bakıldığında bu vurgu çok açık bir şekilde görülür).

––Devam edecek––

İbrahim KAYGUSUZ

03.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004