Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

AKP nereden nereye...

Washington’daki 22-23 Mart tarihlerinde Georgetown Üniversitesi’nde “Günümüzde İslamcı Siyasetler” başlıklı uluslararası bir konferans düzenlendi. Ben de “İslamcılıktan Muhafazakar Demokratlığa: Türkiye’de AKP Olayı” başlıklı bir konuşma yaptım. Özetle, AKP’ye artık İslamcı dememizin mümkün olmadığını, ama “Müslüman demokrat”, “İslamcı demokrat” gibi tanımların da yanlış olacağını, çünkü AKP’nin demokratlığını tam olarak kanıtlayabilmesi için zamana ihtiyaç olduğunu söyledim.

Konferans boyunca Lübnan, Filistin, Fas, Suudi Arabistan, Tunus gibi Arap ülkelerindeki İslami hareketler üzerine sunuşları dinlerken AKP’nin İslamcılıktan çoktan istifa etmiş olduğuna bir kez daha kani oldum.

Öncelikle dış politika

Türkiye’de İslamcılık denince akla başörtüsü, İmam Hatip Liseleri (İHL), Kuran kursları gibi sorunlu konular geliyor. Kimileri AKP’nin başörtüsüne hiç el atmamasını, İHL ve kurslar konusundaysa beceriksiz çıkmasını İslamcılığı bırakmış olmasıyla izah etmeye çalışırken, bazıları da AKP’lilerin “takiyye” yaptıklarına, uygun bir zamanda ülkeyi yukardan aşağıya İslamileştireceklerine inanıyor.

Tabii ki bu konular önemli ama İslamcılık bunlardan ibaret değil. Örneğin siyasal anlamda İslamcılık söz konusu olunca ilk akla gelen dış politikadır. Necmettin Erbakan’ın başbakanlığını düşünelim. İlk resmi gezisini İran’a yapmış, yaklaşık bir yılda hiçbir Batı ülkesini ziyaret etmemişti. Bir de Recep Tayyip Erdoğan’a bakalım: 2.5 yıldır ABD’deyim, kendisini iki kez Washington, iki kez New York, bir kez de Sun Valley’de gördüm. Erdoğan kuşkusuz Doğu’ya, İslam ülkelerine de çok gitti ama önceliğin Batı’da olduğu aşikar. Dün RP’nin alamet-i farikası “Hıristiyan kulübü” dediği AB’ye karşı çıkmasıydı, bugün AKP aynı AB’yi “cumhuriyetten sonra en büyük medeniyet projesi” olarak ana hedef haline getirdi.

AKP’nin dış politikası başlıbaşına tartışmalı bir konu. Hamas ziyareti gibi İslamcı damarının öne çıktığı anlar da var, İslamcı hareketlerin hemen hepsinin kuşkuyla baktığı, hiçbir istikbali olmayan Büyük Ortadoğu Projesi’ne dört elle sarılmalar da. Suudi Kralı bile Irak’taki Amerikan varlığına “yasadışı işgal” diye isyan bayrağını çekerken Erdoğan “keşke tezkere geçseydi” diyerek işgalde aktif yer almamış olmaya hayıflanabiliyor. Halbuki aynı Erdoğan Felluce’de Amerikan askerlerinin öldürdüğü direnişçilere “şehit” diyebilmişti.

Daha fazla uzatmanın pek anlamı yok, çünkü sanıldığının aksine İslamcılık siyasi olmaktan ziyade toplumsal, kültürel ve ekonomik bir olgudur. Örneğin Filistin’de Hamas, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Lübnan’da Hizbullah, Pakistan’da Cemaat-i İslami’yi kuran aydınlar, farklı İslami cemaatlerin oluşturduğu toplumsal bir zeminden yükseldiler, kısa sürede kendi dayanışma ağlarını yarattılar ve bunların aracılığıyla geniş kitlelere ulaştılar. Bugün de bu hareketleri esas güçlü kılan bu zengin toplumsal faaliyetleridir.

İslamcılığın toplumsal zemini

Bizde de yakın bir zamana kadar böyleydi, ancak 28 Şubat süreciyle birlikte bu İslami toplumsal zemin geniş ölçüde tahrip oldu. Bu mirası geniş bir şekilde kullanan AKP ise, iktidar sarhoşluğu içerisinde arkasına bakmadan yol aldı. Sonuçta AKP kitleselleştikçe İslamcılık marjinalleşti.

İslami hareket için olmazsa olmaz üç olguya, İslami cemaatler, İslamcı aydınlar ve toplumsal dayanışma ağlarına bakacak olursak şu tablolarla karşılaşıyoruz:

İslami cemaatler: 1980 ortalarından itibaren önde gelen cemaatler alabildiğine dışa açıldılar, siyasileştiler, ekonomik faaliyetlere aşırı önem verip şirketleştiler. Öyle oldu ki tarikat şeyhleri holding yönetim kurulu başkanlarına dönüştü. 28 Şubat altlarındaki halıyı çekince bunların büyük kısmı dağıldı, etkisizleşti. Dün geniş bir şekilde ele aldığımız gibi, Fethullah Gülen cemaatiyse bu krizden istifade edip alabildiğine güçlendi. AKP hükümeti ve TSK’ya ek olarak başlıbaşına bir iktidar odağı haline geldi.

AKP hükümeti, bazı sembolik destekler dışında cemaatlerin önünü açacak hamleler yapmadı, böyle bir ihtiyaç da hissetmedi. Hatta AKP döneminde daha çağdaş, sivil ve dinamik bir yapıya dönüşen Diyanet, cemaatlerin hareket sahasını büyük ölçüde kısıtladı.

İslamcı aydınlar: 1994 yerel seçimlerinin ardından İslamcı aydınların bir bölümü RP’li belediyelerde danışman olarak çalışmaya başlamışlardı. Refahyol hükümetinde bu kadrolaşma kısmen devam etti, AKP hükümetiyle de zirveye çıktı.

Çok basit bir örnek: Ülkenin iki önemli özerk kurumundan RTÜK’ün başında Nakşibendi geleneğinden gazeteci Zahid Akman, TMSF’nin başındaysa ünlü Selefi aydınlardan Said Ertürk’ün oğlu iktisatçı Ahmet Ertürk var. Oğul Ertürk Muhammed Esed’in Kuran tefsirinin iki çevirmeninden de biridir. Sonuçta İslam düşüncesinin iki zıt ekolünden (tasavvuf ve Selefilik) gelen Akman ve Ertürk sistemin zirvesinde buluşuverdiler.

İslamcı aydınların bir kısmı milletvekili, bakan, belediye başkanı, bürokrat olurken, bir bölümünün de sık sık onlarla iş yapan girişimcilere dönüştüklerini görüyoruz. Herkes o kadar iş güç derdine ve tüketime düşmüş durumda ki, 1980-90’lı yılların zengin kültür hayatından, örneğin canlı kitap ve dergi piyasasından eser yok. Geriye birkaç internet sitesi, tv kanalı, gazete ve buralarda gündelik olayları değerlendiren gazeteciler kalıyor.

AKP’nin tek başına iktidarı, İslamcı aydınların en büyük silahı olan muhalifliklerine de büyük ölçüde son verdi. Neyse ki hükümet olmak tüm sistemi kontrol altına almak anlamına gelmediği için diğer iktidar odaklarını (örneğin orduyu, büyük medyayı) eleştirerek durumu bir ölçüde kurtarabiliyorlar. Ama bunu da İslamcılığın bildiğimiz kavram ve kalıplarından değil, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti gibi evrensel değerlerden hareketle yapıyorlar.

Toplumsal dayanışma ağları: Georgetown’daki konferansta Boston Üniversitesi’nden Jenny White’ın 1990’larda Refah Partili kadınların oluşturduğu ağları ele alan konuşması bana nostaljik anlar yaşattı. Sahiden az zamanda ne çok şey değişmiş!

RP ile AKP’nin farkı

Eskiden RP’liler, özellikle de kadınlar, karınca gibi çalışır, kapı kapı dolaşıp propaganda yaparlardı. Düğünlerde, sünnetlerde, hastanelerde, cenazelerde onları görürdünüz. Ziynetlerini partilerine bağışlar, dişlerinden tırnaklarından artırdıklarını muhtaçlara dağıtır, böylelikle davalarına hizmet etmiş olmanın huzurunu yaşarlardı.

Şimdi de AKP, gerek belediyeler, gerekse hükümet aracılığıyla çok sayıda insana yiyecek, giyecek, yakacak yardımı yapıyor; en anbasitinden Ramazan aylarında, iftar çadırlarında binlerce kişi karnını doyuruyor. Ama arada çok büyük farklar var:

1) Artık partili inanmış militanlarının yerini belediye görevlileri, devlet memurları ya da taşeron şirket çalışanları almış durumda.

2) Artık masraflar cepten çıkmıyor. Dağıtılan, ya vatandaştan toplanmış olan vergilerdir ya da bazı şirketlerin yaptıkları bağışlar. Tabii bu şirketlerin önemli bir kısmı AKP’li belediyelerle veya hükümetle iş görüyor.

Dün İslamcı bir dava vardı, insanlar fedakarlıkta yarışırdı. Şimdiyse veren az, alan çok. Çok kişi iktidarın musluklarından testisini daha fazla doldurabilmek için çırpınıyor.

Bütün bunların sonucunda AKP’ye İslamcı demek mümkün olamıyor.

Vatan, 3.4.2007

Ruşen ÇAKIR

04.04.2007


 

Türban ve iktidar

Benim için başörtülü kızlarımızın üniversitelerde okuyamaması, devlet memurluğu yapamaması; bunlar ‘Madem başı bağlı, otursun evinde, görünmesin gözümüze’ elitist ‘Cumhuriyet’in kurucusu kollayıcısı’ dayatması ve alabildiğine anti-demokratik, kadın düşmanı, temsil hakkını hiçe sayıcı ve ayrıca ifade özgürlüğüne karşı yaklaşımlar.

İnanç özgürlüğü var ise; dini inancın ifade edilmesi hürriyeti olarak dahi ele alınabilir başörtüsü bir hak olarak. Ama bu ülkede inanç özgürlüğü de yok indimde tam anlamıyla, ifade özgürlüğü de. Ruhban Okulu da açılmıyor açılmıyor.

Vicdani red de inanç özgürlüğü, bir insanlık hakkı. Başörtüsü de. Ermeni kahramanını romanında nasıl konuşturduğun da ifade özgürlüğüne giriyor; İsviçreli bir gazeteciye röportaj verirken neler söylediğin de.

AK Parti iktidar oldu ama muktedir olamadı bir türlü. AKP’ye iktidar nasıl olunacağını anlatmak kuşkusuz bana kalmadı.

Ama tabanının hatırı sayılır bir çoğunluğu başörtülü kadınlarımızdan, onların babalarından, eşlerinden, oğullarından, hısımlarından oluşan bu parti TEK BAŞINA iktidarda olduğu yıllar boyunca bu konuda (başörtüsü özgürlüğü) hiçbir girişimde bulunmamış, hiçbir mücadele vermemiş, tam anlamıyla ‘arazi olmuş’, stratejik olarak ‘bu tarz’ mevzularla uğraşmak (ve belki de alaşağı edilmek riskini almak yerine) bambaşka mevzulara yoğunlaşmış ise-

Buyrun hanımlar, beyler sizin partiniz budur! Mebzul miktarda oylarınızla işbaşına getirdiğiniz parti bu son derece önemli konuyla uğraşmak yerine, güç ve para dağılımını yeniden (kendi tugaylarına) sağlamakla geçiriyor ise iktidar günlerini.

(...)

E, kendi meselesine sahip çıkmayanlar, AKP’nin yeni ihale zenginleri yaratmasını (kendi aralarından) ve sadaka dağıtma mantığıyla varoşları vs. nemalandırmasını kifayetli bulanlar, oy vermiş oldukları partiden başörtüsüne dair tısss çıkmamasını ‘kabullenilir’ karşılayanlar, dilimizde bu haller için çok güzel bir kelime var: ‘kendine Müslümanlar’ tam anlamıyla. Kendine Müslümanlık, bu.

(...)

Şimdi AKP, Hermes’tir, Chanel’dir, Louis Vuitton’dur, zarttır zurttur İhale Kardeşliği/Belediye Nemalandırmaları yöntemleriyle, bu markalarda başörtüsü takan kadınlarının oranlarını artırmayı hedeflemiş idi ise: Tebrikler! arttı hakikâten Yeni Güç Sahipleri’nde paranın oranı. Gücün el değiştirmesi (ekonomik olarak) gerçekleşir gibi oluyor.

Anlaşılan amaç buydu. O nedenle yoksul başörtülü kız, memleketinde üniversiteye gitme hakkını senden esirgeyen BU iktidara, BU tercihlerinin hesabını soracak mısın, sormayacak mısın işte bütün mesele BU.

Radikal, 3.4.2007

Perihan MAĞDEN

04.04.2007


 

Özkök Paşa anlatmalı

Günlük’teki en ilginç isim, Genelkurmay eksi Başkanı Emekli Orgeneral Özkök. Günlük’teki notlara göre, Özkök kimi komutanlar tarafından “DİNCİ” diye suçlanıyor, kimi tarafından “etkisiz-silik” sıfatıyla anılıyor.

Günlük tümüyle yalan olsa dahi, aynı dönemde Özkök Paşa’nın, başta eski bir Genelkurmay Başkanı olmak üzere, emekli komutanlar ve onların medyadaki uzantıları olan gazeteciler tarafından nasıl yerden yere vurulduğunu hepimiz hatırlarız.

Bize yansıdığı veya bizim algıladığımız kadarıyla, Özkök Paşa’nın hatası, darbe söylentileri ve hazırlıklarını engellemek, Annan Planı’nı reddettirmek için kimi çevrelerden gelen baskılara direnmekti.

Peki gerçek nerede?

Günlük’teki iddialar ve kendi dönemiyle ilgili söylentilere sadece Özkök Paşa yanıt verebilir. Ya konuşmalı veya anılarını bu toplumla paylaşmalı. Yaşadığımız bu çalkantılı dönemde, neyin ne olduğunu, kimin ne yapmak istediğini bizlere açıkça anlatmalıdır. Türk demokrasisine katkıda bulunmak için bunu yapmalıdır.

Türk demokrasisi 2004-2005 döneminde büyük bir değişim yaşadı. En fazla dalgalanma da Silahlı Kuvvetler içinde hissedildi.

Günlük dikkatli şekilde okunursa, her şeye rağmen darbe söylentilerinin, TSK’nın genelinde ve Genelkurmay mekanizmasında tercih edilmediği, hatta dirençle karşılaştığı ortaya çıkıyor.

Günlük ile ilgili gerçekleri ise ancak, emekli olduğu için en rahatça konuşabilecek durumdaki Org. Özkök bize anlatabilir.

Posta, 3.4.2007

Mehmet Ali BİRAND

04.04.2007


 

Masonlar acınacak halde

Yahu bu nasıl bir gizli örgüttür? Bu, Nasreddin Hoca türbesi gibi üç yanı kapalı, bir yanı açık, kapısı kilitli fakat arka duvarı olmayan bir yer midir?

Şibolet... Bu nasıl paroladır ki bizim kapıcı bile biliyor? Arkadaşlarla aramızda gırgır olsun diye, el sıkarken iki parmağımızı karşımızdakini bileğine hafifçe vuruyoruz, bu nasıl gizli işaretleşmedir ki dalgasını geçebiliyoruz?

Masonlarda şimdi de toplu istifalar başlamış... Say ki, Sınırlı Sorumlu Çörtüklüpörtük Güzelleştirme ve Kalkındırma Kooperatifi yönetim kurulu...

Geçen yıl büyük üstadın (“maşrık-ı azam” terimini böyle çağdaşlaştırmışlar) paraları kendi çıkarına harcadığı ileri sürülmüş, iki yöneticiyle birlikte “ihraç edilmişti”... Mafya ya da gizli servisler gibi masonluktan da çıkış yoktur, “uykuya yatmışlardı”...

Bu skandala katlanamayan birçok mason da (aralarında tanıdıklarım da var) kendi kendilerini uykuya yatırdılar, localarına gitmemeye başladılar. (Böylece o çocukça ritüellerden de, konuşmalar sırasında esneyip uyuklamaktan da kurtuldular.)

Şimdi de eski bir büyük üstad, beş yönetim kurulu üyesi ve de üç yedek üye toplu istifa etmiş! İki ay sonra genel kurul varmış, yeni büyük üstadı da orada devireceklermiş... Say ki Galatasaray Spor Kulübü mali kongresi!

Eh, Türkiye’de faaliyet gösterebilmek için Dernekler Kanunu’a uymak zorunda kalınca, anlı şanlı gizli örgütün de böyle suyu çıkar tabii... Yakında kurultay yapmak için spor salonu da kiralarsınız!

Akşam, 3.4.2007

Engin ARDIÇ

04.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004