Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Nisan 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Râzı olacakları bir makamda, kudreti her şeye yeten bir Sultanın huzurundadırlar.

Kamer Sûresi: 55

07.04.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Yemeklerinizi birlikte yiyin ve Allah'ın ismini zikredin ki bereketlensin.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 100

07.04.2007


Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla olur

Bu zamanda Nurlarla hizmet-i imaniye, her tarafta ilânatla ve muhtaç olanların nazar-ı dikkatlerini celb etmekle olur.

Lem’alar, s. 265

***

Risâle-i Nur, bu mübarek vatanın manevî bir halaskârı olmak cihetiyle, şimdi iki dehşetli manevi belâyı def etmek için matbuât âlemiyle tezahüre başlamak, ders vermek zamanı geldi veya gelecek gibidir zannederim.

O dehşetli belâdan birisi: Hıristiyan dinini mağlup eden ve anarşiliği yetiştiren şimalde çıkan dehşetli dinsizlik cereyanı, bu vatanı manevî istilasına karşı Risâlei’n-Nur, sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’ânî vazifesini görebilir ve alem-i İslamın bu mübarek vatanın ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ithamlarını izale etmek için matbuat lisanıyla konuşmak lazım gelmiş diye kalbime ihtar edildi.

Emirdağ Lâhikası, s. 90

***

..şimdi tekemmül-ü vesait-i nakliye ile, âlem bir şehr-i vahid hükmüne geçtiği gibi, matbuat ve telgraf gibi vesait-i muhabere ve müdavele ile, ehl-i dünya, bir meclisin ehli hükmündedir.

Muhâkemat, s. 38

***

..radyo öyle büyük bir nimet-i İlâhiyedir ki, ona mukabil şükür ise, o radyo milyonlar dilli bir küllî hâfız-ı Kur’ân olup zemin yüzündeki bütün insanlara Kur’ân’ı dinlettirsin.

Şuâlar, s. 321

***

Nurların radyo diliyle Anadolu ve âlem-i İslâma intişarının ilk mukaddemesi, mübarek leyle-i Berata tevafuk etmesi, bu vatan ve âlem-i İslâm hakkında Risale-i Nur lehinde büyük bir hayrın alâmeti ve işaretidir.

Emirdağ Lâhikası, s. 445

Lügatçe:

hizmet-i imaniye: İman hizmeti.

ilânât: İlan etmeler, duyurmalar.

nazar-ı dikkat: Dikkat bakışı.

halaskâr: Kurtarıcı.

matbuât: Basın yayın dünyası, matbaalar.

tezahür: Görünme, belirme.

şimal: Kuzey.

sedd-i Zülkarneyn: Zülkarneyn’in seddi.

tekemmül-ü vesait-i nakliye: Nakil vasıtalarının gelişmesi.

şehr-i vahid: Tek bir şehir.

vesait-i muhabere ve müdavele: Haberleşmez ve fikir alışverişi vasıtaları.

intişar: Yayılma.

07.04.2007


1946: Bediüzzaman’ı ziyaret

- 5 -

1944 Ağustos’unda Emirdağ’a sürgün edilen Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri 1947 senesinin son aylarına kadar burada ikamete mecbur edilmişti. (...)

Bediüzzaman Hazretlerinin geniş fütuhatlarla hizmetine devam ettiği bu Emirdağ hayatının ilk devresinde, Zübeyir Gündüzalp de Konya’da artık Risâle-i Nur’ları tanımış maddî ve manevî bütün varlığını ona feda etmişti.

Ve Sultanın huzurunda…

Zübeyir Gündüzalp artık iki yıldır Risâle-i Nur okuyordu. Hayatı değişen Gündüzalp, fevkalâde bir ceht ve gayretle kısa zamanda sıra dışı özellikler kazanarak, fikrî açıdan terakkî basamaklarını tırmanıyordu. Artık teorisini zihnine ve kalbine yerleştirdiği hakikatlerle, çıktıkları kaynakta yüzleşmek ve onları bizatihî yaşamak üzere harekete geçme zamanı gelmişti.

“Selâmet ve saadetle yaşamanın, terakkî ve tekâmülün zembereği” diye tarif ettiği Risâle-i Nur’lar, bir mürşid-i ekmel gibi onun ruh ve kalbini iman-ı billâh ve marifetullah ile tenvir etmişti.

Fıtraten “gerçeği araştırma”ya meyilli olan Gündüzalp, kalbini, ruhunu ve bütün letâifini derinden etkileyen bu muhteşem eser külliyatının müellifini hiç beklemediği bir anda şiddetle merak etmeye başladı.

Zübeyir Gündüzalp’in ruhunu bir

anda hasret yangını sarmıştı!

“Fart-ı zekâ ve hafızaya malik, fevka’l-beşer bir irşat ve tenvir kuvvetine sahip bir peygamber vârisi” diye tarif ettiği Bediüzzaman Said Nursî’yi artık ziyaret etme vakti gelmişti.

Zübeyir Gündüzalp için bu ziyaret, artık zorunlu olmuştu.

Bunun en kolay vesilesi ise olsa olsa Halıcı Sabri Efendi olmalıydı.

Zübeyir Gündüzalp bu arzusunu Halıcı Sabri Efendi yerine birlikte hizmet ettiği oğlu Mehdi Halıcı’ya açtı.

Mehdi Halıcı, Zübeyir Gündüzalp ile Üstadı ilk ziyaretlerini, hatırladığı kadarıyla şöyle aktarıyor:

Biz 1946 yılı içinde Zübeyir Ağabey ve diğer genç kuşak ile birlikte hizmet etmeye devam ederken, bir gün Zübeyir Ağabey bana:

“Mehdi kardeş! Üstadımızı Emirdağ’da ziyaret etmek istiyorum. Ne yapalım?’ dedi.

Doğrusu teklif bana da çok cazip gelmişti. Çünkü ben de Üstadı, hiç ziyaret etmemiştim. (...)

Adresi babamdan almıştık. Sora sora Üstadımızın kaldığı evi bulduk. O zaman Üstadımızın evi tek odalı ve eski idi.

Dikkatimi çeken bir şey oldu. Üstadımızın kapısının önünde kahve renkli elbiseleri ile mahalle bekçileri vardı.

Mahalle bekçisi gibi duruyorlardı, ama devlet adına orada durdukları her hallerinden belliydi. Üstadı kontrol ediyorlar, geleni gideni kayıt altına alıyorlardı.

Biz onlara “Üstadı ziyarete geldik” dedik. Bize fazla sıkıntı çıkarmadılar ve izin verdiler.

Onların izninden sonra hemen Üstadın evine girdik. Karşımıza bir çocuk çıktı.

Onun, rahmetli Ceylan olduğunu sonradan öğrenmiştik.

Ceylan Kardeş, bize yardımcı oldu. Kendisine Konya’dan geldiğimizi ve Üstadı ziyaret etmek istediğimizi söyledik.

Ceylan Kardeş Üstadın yanına girdi ve hemen geri gelip, “Buyurun!” dedi.

Biz de bunun üzerine içeri girdik.

Üstadın odasına girdiğimizde Üstadı yatağının üzerinde oturmuş, kitap tashih eder vaziyette gördük.

İçeri girer girmez, önce ben kendimi tanıttım. Üstad babamdan dolayı bizim ismimizi biliyordu.

Zübeyir Ağabey ile Üstad ise daha önce dünya gözü ile birbirlerini hiç görmemişlerdi.

Fakat, o da ne! Sanki Üstad, Zübeyir Ağabeyi ezelden tanıyordu.

Bunu bizzat hissettim.

Kendimizi tanıttıktan hemen sonra orada oturduk.

Üstadımız Konya’daki Risâle-i Nur hizmetlerini sordu.

Ben de hizmetleri anlattım. Özellikle gençlerle yaptığımız hizmetleri ve faaliyetleri anlattım. Üstadımız çok memnun oldu. Biz orada Üstadımızla bu mealde sohbet ederken, o arada Ceylan Kardeş bir iş için çıkıp gitmişti. 1-2 saat sonra o da geldi.

Biz Zübeyir Ağabey ile bu ilk ziyaretimizde Üstadımızın yanında birkaç saat kalmıştık.

—Devam edecek—

İbrahim KAYGUSUZ

07.04.2007


Mehmet Emin Birinci'den hatıralar

Risâleleri okumak için, yirmi günde

Osmanlıca öğrendim

Eskimez yazıyı okuyamadığım için ancak onları (Risâleleri) dinlemekle iktifa ediyordum.

Akşamları Hakkı Ustanın evine giderek:

“Ne olur Hakkı Amca, biraz oku da dinleyelim. Biz de istifade edelim” diyordum. Ama o, sabahtan beri çalışmanın yorgunluğu ile hemen uyuklamaya başlıyordu. Köyde yapılacak başka işim de yoktu. Ne yapıp yapmalı, mutlaka bu yazıyı okumasını öğrenmeliydim.

Ahdettim, cehdettim, belki inanılmaz, ama yirmi gün içinde eskimez yazılı kitapları okumaya başladım. Azmin elinen hiçbir şeyin kurtulmadığının canlı bir örneği bu...

Gerçi ilk zamanlar bu Risâleleri tam anlayamıyordum. Fakat içimde bu kitapların, bu zamanın insanlarına en faydalı kitaplar olduğuna dair bir his vardı.

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine sonsuz bir saygı ve hürmetle bağlanmıştım.

Fıtrî olarak, içimdeki bir hissin sevkiyle okuldaki arkadaşlarımdan yine yakın olanlara Bediüzzaman’ı ve Risâle-i Nur’u anlatmaya başlamıştım.

Hattâ İhlâs Risâleleri’ni yeni yazı ile deftere yazdım. Okumaları ve istifadeleri için arkadaşlarıma verdim.

(...) Remzi Efendi, Sözler mecmuasını sipariş verir.

Bu seferki siparişte teksir edilmiş bir kısım yeni yazı Risâleler de gelir. Bunlardan bir tanesinde, muallim Mustafa Sungur’un müdafaası ve Üniversite Nur Talebelerinin Adliye Vekiline yazdıkları bir dilekçe vardı.

Gelen Risâleleri, hususiyle Mustafa Sungur’un merdane ve cesurane müdafaasını okuya okuya ezberlemiştim. Köylerde ve kazalarda kahvelerde bana okuttururlardı. Halis bir niyetle yazıldığı belliydi. Bazıları böyle bir devirde böyle bir müdafaanın nasıl yazılabildiğini merakla, takdirle dinliyordu. Ben de zevkle, bıkmadan okuyordum.

Her tarafta bizlerden bahsedilmeye başlandı. Hattâ Kadir Usta kısa zamanda öyle hale geldi ki, Risâle-i Nur’un hakikatlerini dünyaya ilân etmek için harekete geçmiş gibiydi. Köylerde, kahvelerde artık, hep Nurlardan, Nurculardan konuşmaya başlamıştı.

Risâle-i Nur hareketinin müessiriyeti dalga dalga yayılmaya başladı. Bafra, İnebolu ve İstanbul’daki Nur Talebeleriyle mektuplaşmaya başladık. Bu arada Üstad’ın bazı lâhika mektupları da geliyordu, sevinçle okuyorduk.

Son Şahitler, 4.Cild, s. 383-84

07.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004