Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Nisan 2007
Mehmet Fırıncı ve Mehmet Kutlular ; Mehmet Emin Birinci'yi anlattı...indirmek ve dinlemek için tıklayınız

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

‘Kısıtlama meşru ama yaptırım oransız’ (!)

Türkiye’ye ilişkin “dışarı”da alınan kararlar ya da açıklamaların “içeriye” yansımasını –çoğu zaman- siz de benim gibi şaşkınlıkla izliyor musunuz? Türkiye’nin bir biçimde haksız bulunduğu kararlar ya da açıklamalar “içeriye” nedense hep “bardağın dolu tarafına” dikkat çekilerek yansıtılıp, değerlendiriliyor.

Mesela?

*Mesela “Ermeni soykırımı”na ilişkin yıllardır ABD’den gelen kararlar ya da açıklamalar.

Hatırlıyorsunuzdur mutlaka: 24 Nisan yaklaşırken özellikle medyamızı sarıp sarmalayan merak, ABD Başkan’ının –bu yıl da!- “soykırım” sözcüğünü telaffuz etmemesiyle nasıl da hemen o saat bir zafer sevincine bürünüyor...

ABD Başkanı’nın söz konusu olayları “trajedi” ya da “kıyım” filan gibi nitelemiş olmasının bizim açımızdan beş kuruşluk değeri olmuyor. Yani bir bakıma: “Her şey kabulümüz, yeter ki ‘soykırım’ sözcüğü telaffuz edilmesin!”

Daima “bardağın dolu tarafının görülmesini” telkin eden bu haber ve yorumlar ile AİHM’nin Türkiye’yi (kim bilir kaçıncı kez ve kaç para karşılığında) mahkûm ettiği kararları çerçevesinde de karşılaşıyoruz. Bu durumlarda da ilk tepkimiz şu oluyor: Tamam mahkûm etmiş ama bakalım hangi talepleri bunun dışında tutmuş?

İşte, AİHM’den hafta içinde çıkan son karara ilişkin ortada dolaşan haber ve yorumların büyük bölümü de bu garip psikolojinin yeni örneklerini oluşturuyor.

Mahkeme Türkiye’yi 1 No.’lu Protokol’un 3. maddesini ihlal etmekten mahkûm ediyor, ama “en büyük” haber başlığı şöyle: “Kısıtlama meşru ama yaptırım oransız”(!)

Yahu yapmayın, “kısıtlamanın meşru” olduğu haber olur mu? “Kısıtlama” tabii ki aklınıza gelen her hak konusunda tabii ki söz konusudur. Dolayısıyla “meşru kısıtlamalar”dan söz etmenin –hangi kararla ilgili olursa olsun- nasıl bir haber değeri olabilir?

Peki ya başlığın diğer yarısı, yani “yaptırım oransız” faslı? Gördüğünüz gibi bu da olmadı doğrusu. Çünkü ortadaki -yani AİHM kararındaki- “oransız yaptırım” öyle “olur böyle şeyler arada” diye geçiştirilebilecek türden bir şey değil. Söz konusu “yaptırım”ın “oransızlığı” o derece vahim ki, mahkemen bu nedenden dolayı Türkiye’yi hak ihlalinde bulunduğu için mahkum ediyor...

Mahkemenin Türkiye’nin ihlal ettiği sonucuna vardığı “madde”, subjektif haklar faslından olan oy verme ve seçilebilme, yani “aday olma” hakkına ilişkin. Kararda da belirtildiği gibi bu öyle bir hak ki, kendisine dokunduğunuz andan itibaren demokrasiniz -hem de ağır cinsinden- yaralıdır artık. Mahkeme, tabii olarak (yani “haber olarak” değil!) bu hakkın “mutlak” olmadığını, sınırlamalar getirilebileceğini hatırlatıyor. Bu “kısıtlamalar”dan söz edilmesi akla hemen, olur olmaz nedenlere dayanarak seçme ve seçilme özgürlüğüne getirilen yasakların tamamının “meşru” olduğu sonucunu mu getirmelidir? Yoksa temel bir hukuk kuralının -sadece- hatırlatılmasını mı? Seçilebilmek her yurttaşın hakkıdır; ancak bunun her ülkede (Anayasa’da olduğu gibi) farklı olarak belirlenmiş “koşulları” vardır. Bu hakkın (da) “mutlak olmaması” bu yüzdendir. Ama siz Mahkeme’nin Türkiye’yi mahkûm etmesine neden olan biçimde bu “kısıtlama”da ölçüyü kaçırırsanız, uyguladığınız “yaptırım” artık meşru olmaktan çıkmıştır. (Ben söylemiyorum, AİHM söylüyor bunu.)

Gelelim karara ilişkin yine yanlış olarak ortaya düşen bir diğer yanlış haber ve yoruma: İşin bu yanı, Mahkeme’nin Merve Kavakçı’nın “başörtüsüne” ilişkin başvurusunu göz önüne almadığıyla ilgilidir. Bu değerlendirme hepten yanlış değil; gerçekten AİHM, Kavakçı’yı da diğer iki davacı gibi, seçme-seçilme hakkının ihlal edildiği kanaatine vardığı için haklı bulmuştur. Ancak unutmayalım ki, Mahkeme’nin Türkiye’yi mahkûm ederken esas aldığı “hak”, yani seçme-seçilme hakkı, tabii olarak, “başörtüsü ile seçilme hakkı”nı da içine alan daha geniş bir özgürlük dairesine işaret etmektedir. Mahkeme’nin (Karar’da uzun uzun açıklandığı gibi) Kavakçı’nın “başörtüsü”nden habersiz olduğu düşünülemeyeceğine göre, bu böyle olmalıdır. Ayrıca yine hatırlayalım ki, Kavakçı’nın adının da geçtiği Anayasa Mahkemesi kararı (Fazilet Partisi’nin kapatılma kararı) çıktığında o artık milletvekilliği değildi. Yani AİHM’den çıkan karar, Kavakçı’nın “başörtülü” olduğu için bir “Meclis darbesi” marifetiyle kaybettiği milletvekilliği hakkını aramak için açtığı bir dava sonucunda çıkan bir karar değildir. Kararın (yerinde bir kararla dosya çekildiği için) Fazilet Partisi’nin kapatılması kararı ile hiçbir ilgisi olmadığını -zaten- söylemeye bile gerek yok.

O halde şimdi soralım: AİHM malum Anayasa Mahkemesi kararıyla Türkiye’yi demokrasinin en temel ilkesinin varlık nedeni olan seçme-seçilme hakkını ihlal etmekten mahkûm ettiğine göre, dikkatimizi “bardağın dolu tarafı”na mı, yoksa boş tarafına mı teksif etmeliyiz?

Yeni Şafak, 8.4.2007

Kürşat BUMİN

09.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler

Başlıklar

  Darbeci günlükleri ben yazdım!

  Darbe günlüğü

  14 Nisan yürüyüşü

  ‘Kısıtlama meşru ama yaptırım oransız’ (!)


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004