Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 09 Nisan 2007
Mehmet Fırıncı ve Mehmet Kutlular ; Mehmet Emin Birinci'yi anlattı...indirmek ve dinlemek için tıklayınız

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

TSK laikliğe hapsolmuş

Bildiğiniz gibi darbe söylentileri heryeri kaplamış durumda, ama buna kimsenin inandığı yok. Geçen hafta Nokta Dergisi’nde Özden Örnek Paşa’ya ait olduğu iddia edilen ve notların arasında 2004 yılında darbe yapılacağını, olacağının ileri sürüldüğü günlük yayınlandı. Şimdi ise, darbe yapmaya kalkıştığı iddia edilen askerler hakkında soruşturma açılmış durumda. Biz de 13 Nisan’da vizyona girecek olan, 12 Eylül 1980 darbesini anlatan Zincirbozan filminin senaristi gazeteci Avni Özgürel’le hem filmi, hem de Türkiye’de darbe mantığını konuştuk. Özgürel, Zincirbozan’da yaşanan trajedilerden çok, o dönemin siyasî ortamını irdelemeye çalıştıklarını söylüyor. Türkiye’de darbelerin Amerikan destekli olduğunu söyleyen Özgürel, darbecilerle ilgili “Siz bunları becerikli, elleri uzun, istediklerinizi yapar zannediyorsunuz. Hayır izin alamazlarsa yapamazlar. İzini nereden alacaklarını biliyorlar. Günlükte de yazmışlar. Çok da zeki olmadıklarını görüyoruz. Türkiye bunun için kaybediyor. Çaplı adamlar olsa niye kaybedelim?” diyor.

* 12 Eylül sonrası darbeyi eleştirdiğiniz için mahkumiyetler aldınız. “Zincirbozan” diğer filmler gibi yaşanan sıkıntıların insanî boyutunu mu ele alıyor?

12 Eylül darbesi sinemada, genellikle işkence hikâyeleri ve kişisel ıztıraplarla anlatılmaya çalışıldı. Ezberimiz; “Ülkücülerle solcular vuruştular, Türkiye’nin önemli aydınlarını kaybettik. Bunları derin devlet ayarladı.” Bunlar doğrudur, ama eksiktir. Oysa Türkiye’de darbeye neden olan dış faktörlerdir.

* Dış faktörler derken...

Kıbrıs harekâtı sonrası Batı, Türkiye’ye cephe aldı. Amerika silâh ambargosu koydu. Yunanistan’ın NATO’dan ayrılmasıyla, kırk yılda Sovyetler Birliği’ne karşı hazırlanmış savunma planları işe yaramaz hale geldi. O yıllarda ABD’nin karakolluğunu yapan İran’ın da alt üst olmasıyla Amerika için işler çıkmaza girdi. Daha sonra Yunanistan’da albaylar cuntasının devrilmesiyle göreve gelen Karamanlis NATO’ya geri dönmek istedi. Bunun için de Türkiye’nin onayının alınması gerekti. Demirel ve Ecevit Kıbrıs’taki defakto durumu ve Ege’deki bazı sorunları çözerse ‘evet’ deriz dediler. Bir de Tahran’ın çöküşünden sonra Amerika Adana merkezli olmak üzere Türkiye’ye Çekiç Güç yerleştirmek istedi. Demirel bunu kabul etmedi.

* Yani bir zıtlaşma yaşandı?

Batı Türkiye’ye gönderdiği kredileri durdurdu. Demirel’in, “yetmiş sente muhtacız” dediği bir tablo ortaya çıktı. Sokakta insanlar birbirini boğazlamaya başladı. Ölü sayısı yirmiyi geçmiyorsa haber yapılmıyordu. Bunun üzerine Türkiye’de siyasî kadroların bu kararı alamayacağı ortaya çıktı. “Zincirbozan” bu mânâda, Amerika’nın Türkiye içindeki ittifaklarını da harekete geçirerek, nasıl 12 Eylül darbesini yaptığını anlatıyor. Bu yönüyle siyasî mânâda yapılmış ilk sinema filmi...

* Sivil siyasetin o dönemde Batı dünyasının isteklerine “Hayır” dediğini söylüyorsunuz. Anlaşılan asker devreye girmiş?

İhtilâli asker yaptı tabiî. Nihayetinde NATO savunma zincirin kopmasından en çok muzdarip olan ordu. Gelmesi gereken askerî yardımlar gelmiyordu. Kumanda sisteminiz NATO’ya göre dizayn edildiği için çalışmıyordu... Bu ittifaka göre askerinizi giydiriyorsunuz, yediriyorsunuz, örgütlüyorsunuz, ona göre de konuşlandırıyorsunuz. 1946 NATO üyeliğimizden beri durum böyledir.

* Ama bazı komutanlar sivilleri vatanı satmakla suçluyorlar. Batı ülkemizi bölmek istediği için, Batıdan ayrılmamız gerekli diyorlar. Bunların anlamı ne?

Bu gerçek değil. TSK’nın Batı konseptinden, Batı savunma sisteminden kopmak istediğine dair en küçük bir işaret yok. Kamuoyuna verilen sinyaller, eski dönemde Özkök Paşa’nın soğukkanlı davranmasından kaynaklanan, ordu içindeki öfke birikmesini yatıştırmak ve iktidara karşı bir tavır geliştirmek için asker alt kademelerine ve kamuoyuna yöneliktir. Türkiye’nin silâh sistemleri Batıya ait. Türkiye’nin burnunun dibindeki İran bile 1500 km menzilli füzeler geliştirebiliyor. Bize ise, şu an Batı tank satışını yasaklamış durumda. Biz Batıdan çıkıyoruz demekle, olacak bir iş değil.

* 12 Eylül’e dönersek. “Asker darbe yapması gerekiyordu yaptı” mı demek istiyorsunuz?

Yaptı...

* Meşrû bir durum yani?

Darbeyi meşrulaştırmak mümkün değil. Ama anlaşılır kılmak, tuzağı kimin kurduğunu anlayalım, bir daha bu tuzağa düşmeyelim diye yazdım Zincirbozan’ı... Biz orduyla kavga etmek yerine, esas mekanizmaya alet olmayalım. Türkiye’de soldaki genç de, sağdaki genç de bunun aleti oldu. Abdi İpekçi’nin öldürülmesinden sonra Mehmet Ali Ağca mahkemede, “CIA’den ayrılmış, onun kontrolü dışına çıkmış bir grup Amerikalı tarafından kullanılmış olabilirim” dedi. Yani bunları unuttu Türkiye. Ağca’yı yurtdışına kim kaçırdı, iki tane ülkücü mü? Hayır. Frank Tambel diye bir Amerikan ajanı kaçırdı. Bu adam Güney Amerika’da benzer bir darbe faaliyetinin içinde yakalandı. 12 Eylül’den önce Çorum olaylarını yine Amerikalı ajanın örgütlediğini o dönem CHP il başkanlığını yapan kişi Başbakan Bülent Ecevit’e telefon açıp söylemiş. Bütün bunların üstüne gitmeyen bir ülke olduk... Amerikan karşıtlığı içinde yetişmiş AKP’nin bugünkü tavrına bakın. O bakımdan hiçbir şey dışardan görüldüğü gibi değil...

* Türkiye üzerindeki dış güçlerin etkisini veya Amerika’nın baskısını anlıyorum, ama askerlerin hiç mi suçu yok? Darbeci kafalı askerler kimler?

Burada benim maksadım, askeri suçsuz göstermek değil. Askerlerin, aydınların, gençlerin suçu var. Nihayetinde bu kurguyu yapan var. Sizi bir ateş çemberinin içine koymuşlar. “Neden benim sırtımı yaktın?” diyeceğin insanın da sırtı yanıyor. Nitekim 12 Eylül’den sonra ordu içinde CIA ajanı olarak tutuklanan subaylar, tasviye edilen üst düzey komutanlar oldu. Ama ne yazık ki, TSK göbekten de bağlı olduğu için yüksek sesle bir şeyi dillendiremiyor. Türkiye’nin önemli bir ordu komutanı Eşref Bitlis öldürüldü. Biz öldürüldü diyoruz, birisi hapşırsa açıklama yapan Genelkurmay Başkanlığı susuyor. Olayın gerçeğini biliyorlar, ama yüksek sesle telâffuz edemiyorlar.

* Siz Türkiye’nin bağımsız hareket edemediğini, asker de, sivil de biliyor demek istiyorsunuz. Peki bu durumdan çıkış yok mu?

Devlet olarak bir konsept oluşturamıyoruz.

* Sürekli olarak kendi milletini iç tehdit olarak gören bir devlet, nasıl bir konsept oluşturabilir?

TSK dışarıya bir şey yapamayınca, iç güvenliğe yöneldi. Kendini laiklik, Atatürkçülük, irtica, bölücülükle sınırladı. Üç aylığına gelen Çekiç Güç, K.Irak’ın altını üstüne getirdikten, Amerika istediğini aldıktan sonra geri çekilme kararı alıyor. Genelkurmay Başkanımız da iş işten geçtikten sonra “Kuzey paraleli kararı bizim için yanlış olmuştur” diyor. Ordu henüz düşünce geliştirememiş...

* Bu eleştirileri yaptığınız için, Özkök gibi, siz de dincilikle suçlanabilirsiniz?

Bunu söylemek lâf, ama başkasına kafa tutmak bilgi, kabiliyet güç gerektirir. “Kuzey Irak’a girelim, Kandil Dağ’ına çıkalım.” Çııık... Elini tutan mı var? Ama iki tane Müslümanı dövmek kolay. Çarşamba’yı git bas, hepsini tutukla. Komutanın gitmesine gerek yok. Başçavuş gitse ellerini kaldırıyorlar zaten...

* Ordu milletle beraber olup, ancak bağımsız olabileceğimizi algılayamıyor mu?

Algılayamıyor, bu, zihniyet çözülmesi işte... Şu Elmalılı Hocanın tefsiri (oturduğumuz odadaki kütüphaneyi gösteriyor)… Babam, 1942, Harp Okulu mezunu. Harp Okulunda düzenlenen Kur’ân okuma yarışmasında birinci olmuş ve komutanı bu tefsirleri hediye etmiş. Bu da Türk ordusu...

* Ne oldu bu orduya?

Tam bağımsızlık ilkesini yitirince, kendinize sarılacak bir şey ararsınız. Ne? Laiklik... İçeriyi dövecek şey bu. Cumhuriyetten anlaşılan bir tek laiklik olmasa gerek. Demokrasi var, insan hakları var. O dönemin ordu zihniyetiyle Türkiye’nin NATO’ya girmesinden sonraki ordu zihniyeti arasında uçurum denecek bir fark vardı.

* Asker 12 Eylül’de darbe yapmadan sivillerle bu işi çözemez miydi?

Darbe öncesinde Cumhurbaşkanı Vekili Çağlayangil, siyasetçileri bir araya toplamış ve “millet uzlaşmanızı bekliyor” demiş. Siyasetçiler de, “farklı partiler olarak uzlaşırsak varlık sebebimizi inkâr etmiş oluruz” demişler. Demirel de “Tek başına çözemediler, ikisi bir araya geldi çözemediler olacak. Millet ümidini yitirir” demiş. Siyasetçiler de haklılar, ama demokrasi çerçevesinde bu işi çözemediler.

* Siz darbeyi eleştirdiğiniz için mahkûm oldunuz, ama “siviller çözemedi, asker müdahale etti” diyorsunuz...

Evet, ben darbeleri eleştiriyorum. Burada Türkiye’nin elinin ayağının nasıl kilitlendiğini anlatıyorum. Batılılar, kötüyü seçmek durumunda kalmaya, “şeytan seçeneği” diyorlar. Türkiye’de kötüyü seçmeye zorlandı ve seçti. Bu seçim darbeyi iyi yapmaz. Amerikan Başkanı Jimmy Carter, “Türkiye’deki darbeyi kim yaptı?” diyor. “Bizim çocuklar” diyorlar. Bu, sadece asker değil. Tablonun bütününü görmek lâzım...

* Siz, “iç çekişmelerin ötesine geçip olaylara öyle bakmak lâzım” diyorsunuz. Değil mi?

Kavga etmemiz, son derece işlerine geliyor. Ak Parti’yi tutuyorlar, Orduyu dövüyorlar. Orduyu tutup AK Parti’yi dövüyorlar. Orduyu tuttuğunda asker memnun, Tayyip’i dövüyor diye, Tayyip’i tuttuğunda Tayyip memnun, asker geriliyor diye. Biz bunlardan mutlu oluyoruz. Esas müşevviği, onu hareket ettiren gücü hedef almayı beceremedik. Benim yakındığım, şikâyet ettiğim budur...

* Bazı askerlerin sivil siyaseti cephe olarak karşısına aldığına şahitlik ediyoruz, ama sivil siyasetin askerlere karşı böyle düşmanca yaklaştığına ben şahit olmadım...

Askerden önce, siviller darbeye hevesli olmuşlardır. 12 Eylül’e ilişkin olarak Kenan Evren’in 6 cilt halinde yayınlanmış hatıralarını herkese tavsiye ederim. Hangi isimlerin kendisine nelerle geldiğini, isim isim, tek tek yazmış. “Neden yazdınız?” diye sordum. “Ben sağken, çıksın, yalan söylüyorsun desin diye” şeklinde cevaplandırdı. Kimse yalanlayamadı. Tablo bu...

* Bir yazınızda darbeye teşvik edenlerin de bundan yarar görmediğini söylüyorsunuz?

Darbeler bize yarasın diye yapılmıyor ki… Ortadoğu’ya demokrasi getirmek Amerika’nın çok mu umurunda? Bu söylemi önemsemek aptallıktır. Onun için bu Türkiye’nin içinde bulunduğu tabloyu iyi görmek, geleceğini buna göre dizayn etmek gerektir. Bir genç siyasete girecekse, bu gerçeği bilerek ve değişmek için girmeli. Eleştirilerini de buna göre yapmalı. Yoksa biz birbirimizle kavga ederiz, ama dış güç belirleyici olur.

* AKP Amerika’ya kafa tutsa, Amerika Orduyu yanına alıp müdahale eder mi?

Hiç şüpheniz olmasın.

* Sivil siyasetin ülkeyi Amerika’dan kurtarmasını istiyoruz. Bunu yapmaya kalkınca da, “Ordu Amerika’yla birlikte olur, şüpheniz olmasın” diyorsunuz. Görünüşte herkes vatanını seviyor. Bu nasıl bir kısır döngüdür?

Sivil kadronun ve ordunun elinde proje yok. Amerika’nın tekelinden çıkalım, tamam, ama nasıl? Yok. Bir devletin projesi olmadan bir şey yapılamaz. Birinci Dünya Savaşı’na girdik, Kurtuluş Savaşı’na girdik, bir projemiz vardı. Demokrasiye geçişte de bir proje vardı. Kürt meselesini çözelim, ama nasıl? Laiklik meselesi... Vallahi çözmek lâzım. Laflâr bunlar, ama kâğıt üzerinde projeniz olacak... Sağcısının, solcusunun elinde proje yok. Bol bol lâf var. Gençlerimize Zincirbozan filmini izlemelerini öneriyorum. “Amerika her şeye kadir mi?” diye abartılı bulabilirler. Elbette, her şeye kadir değil. Ama biz öylesini bir çanak tutarız ki, her olan onun işine gelir.

* Bir darbe filmi yazarı olarak Nokta Dergisi’nde yayınlanan darbe günlüğüne ne diyorsunuz?

Kuru kuru lâf. Cahillik akıyor yani. O günlüğü okuduğunuzda, bu konuşmaların kahve muhabbetinin dışında entelektüel tarafı olmayan, biraz edepli bir üslûp bile içermediğini görmediniz mi?

* Kahve muhabbeti diyorsunuz, ama sayın komutan olayı projelendirmiş bile?

Siz bunları becerikli, elleri uzun, istediklerini yapar zannediyorsunuz. Hayır, izin alamazlarsa yapamazlar. İzini nereden alacaklarını biliyorlar. Günlükte de yazmışlar. Çok da zeki olmadıklarıni görüyoruz. Bakanlar Kurulu listesine, son derece Atatürkçü diye, Sanayi Bakanlığına askerler Erbakan’ı getirmeyi düşünmüşler. Türkiye bunun için kaybediyor. Çaplı adamlar olsa, niye kaybedelim? Türkiye’nin çaplı komutanları vardı. Kâzım Karabekirler, millî mücadele komutanları vardı. Bir tane komutan hatırasını yazmıyor. Yazanlar da “hakimleri ikna etmek için, evlerinin önünde bomba patlattık” diye yazıyor. İnsan yapsa söylemez, utanır. Aslına bakarsanız yolsuzluk, hırsızlık, cehalet her yerde. Toplumun bir yeri pis, bir yeri temiz olamaz, her yer bulaşık. Türkiye’nin askeriyle, yargısıyla, basınıyla, siviliyle temizlenmesi gerekir.

* Peki bu durumdan nasıl çıkılır?

Türkiye’nin şah damarı siyasî partiler kanunu ve seçim kanunudur. Bu kanunu değiştirirseniz, seçilecek kadroların önünde ne asker durabilir, ne başka bir güç... Çünkü siz gücünüzü halktan alan bir kadrosunuzdur. Türkiye yirmi dört saatte çehre değiştirebilen, yeniden ayağa kalkabilen bir ülkedir. Hâlâ o köz sönmedi...

Hasan Hüseyin KEMAL

09.04.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (02.04.2007) - Mecliste gizli apoletliler var

  (01.04.2007) - İşitme cihazı ihmale gelmez

  (30.03.2007) - Soykırımla ırkçılık arasında kuvvetli bağ var

  (29.03.2007) - Soykırım özel kasıt ile işlenen suçtur

  (28.03.2007) - İklim değişikliği en ciddî tehlike

  (26.03.2007) - Kapitalizm dünyayı tüketiyor

  (22.03.2007) - ‘Türkiye’yi model alıyoruz’

  (19.03.2007) - Said Nursî’nin ‘suç’u dinini öğrenmek ve öğretmek

  (18.03.2007) - Başarının sırrı odaklanmak

  (17.03.2007) - Doç.Dr. Haluk Gerger: Amerika çıldırmış

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004